Bazı
kavimler kalplerindeki bu ilah anlayışını somut olarak ortaya çıkarmanın kolay
yolunu bulmuş, kendilerine taş veya benzeri maddelerden putlar yapmışlardı.
Kimileri bunlara ilahlık atfederken kimileri de Allah’a ulaşmanın en kısa yolu
nazarıyla baktı. Yeryüzü İslam diniyle şereflenmeden evvel Arap Yarımadası,
putların yaygın olarak görüldüğü bir bölgeydi.
Araplar, özellikle Hübel, Lat, Menat ve Uzza adlı putlara çok
saygı duyuyordu. Bu putların isimleri tarih boyunca hep merak konusu olmuş,
akademisyenler yıllarca konuyla ilgili birçok çalışma yapmıştı.
1)
HÜBEL ; BEREKET TANRIÇASI MI?
İslâm öncesi dönemde Kâbe’nin içinde ve çevresinde bulunan putların en
büyüğü olan Hübel kırmızı akikten yapılma bir insan şeklinde tasvir edilmiş,
sağ kolu kırık olarak Kureyş’e intikal eden bu puta daha sonra altın bir kol
takılmıştır (Cevâd Ali, VI, 250-251). Hübel’in Mekke’ye nereden ve kimin
tarafından getirildiği tartışmalıdır. Bir rivayete göre Arap yarımadasına
putları ilk defa soktuğu söylenen Amr b. Lühay, milâttan önce III. yüzyılın ilk
yarısında onu el-Cezîre’deki Hit şehrinden getirerek Kâbe’nin içinde Hz.
İbrâhim tarafından kazılan kuyunun üzerine dikmiştir (Ezrakī, I, 65, 100, 117).
Diğer bir rivayete göre ise Amr b. Lühay, bir seyahati sırasında Suriye’nin
Belkā bölgesindeki Meâb’da halkın putlara taptığını görmüş, sebebini
sorduğunda, “Bunlar bizim tanrılarımızdır, düşmanlarımıza karşı zafer kazanmak
için onlardan yardım isteriz, bize yardım ederler; kuraklıkta yağmur isteriz,
yağdırırlar” cevabını almıştır. Bunun üzerine onlardan Hübel adlı bir put
alarak Mekke’ye getiren Amr b. Lühayy’in teşvikiyle Araplar arasında Hübel’e
tapınma başlamıştır (İbn Hişâm, I, 76-77; Ezrakī, I, 117). Fakat İbnü’l-Kelbî,
Hübel’in ilk defa Huzeyme b. Müdrike tarafından Kâbe’nin içine dikildiğini,
hatta ona “Huzeyme’nin Hübel’i” denildiğini kaydeder (Kitâbü’l-Esnâm, s. 36).
Yâkūt ise Hübel’in Benî Kinâne’nin putu olduğunu belirtmektedir
(Muʿcemü’l-büldân, V, 391).
Kâbe’nin içinde yer alan Hübel’in önünde, üzerinde “evet, hayır,
diyet, sizden, başkasından, mulsak (saf değil, nesebi şüpheli), sular” (bazı
rivayetlerde ise “Rabbim bana emretti, rabbim beni nehyetti, sarih”) ifadeleri
yer alan yedi adet fal oku vardı. Araplar yolculuğa çıkmak, ticaret yapmak,
herhangi bir işe başlamak, evlenmek, nesebi şüpheli bir çocuğun babasını
belirlemek, öldürülen kimsenin diyetini ödetmek, su kuyusu açmak, ölüyü
defnetmek, çocuğu sünnet ettirmek vb. işleri yapmak istediklerinde bu fal
oklarını çeker, ona göre hareket ederlerdi (bk. EZLÂM). Hz. Peygamber’in dedesi
Abdülmuttalib de oğlu Abdullah’la ilgili olarak bu oklardan çekmişti. Resûl-i
Ekrem savaşın ardından Uhud’dan ayrılırken Ebû Süfyân, “Şanın yücedir Hübel!”
diyerek ona hitap etmiş, bunun üzerine Resûlullah Hz. Ömer’den, “Allah en büyük,
en yücedir” diyerek cevap vermesini istemiştir (İbnü’l-Kelbî, s. 36).
Kâbe’de Hübel’e yapılan ibadet iyi organize edilmişti. Bir
hâcib onunla meşgul oluyor, onun adına getirilen kurban ve takdimeleri kabul
ediyor, fal oklarını çekiyordu. Kaynaklar Hübel’e bir defada yüz deve kurban
edildiğini belirtmektedir (Ezrakī, I, 119).
Hübel adı, Hicr’de bulunan Nabatî kitâbelerinde Zûşarâ ve
Manutu (Menât) ile beraber zikredilmektedir. Bazı Batı kaynaklarına göre Hübel
ay tanrısının sembolüdür. Diğer taraftan Kelb kabilesinde Hübel kelimesiyle soy
ve şahıs isimlerinin yapılması bu putun başlangıçta Kuzey Arabistan
tanrılarından olduğu ve Mekke’ye dışarıdan getirildiği yolundaki rivayetleri
desteklemektedir (Cevâd Ali, VI, 253). Arap dili açısından kelimenin türetilişi
ve anlamıyla ilgili belirsizlikler de putla beraber ona verilen ismin de
yabancı olduğunu göstermektedir. Hübel Mekke’nin fethi esnasında diğer putlarla
birlikte kırılarak ortadan kaldırılmıştır.
İslam öncesi Cahiliye Dönemi’nin sembol putlarından olan Hübel,
Arapların kutsallık atfettikleri 360 putun içinde en büyüğüydü. Hübel
sözcüğünün İbranice Ha ve Ba’l kelimelerinden türeyip ‘rab, tanrı’ gibi bir
anlama sahip olduğunu öne sürenlerin yanında Anadolu tanrıçası olarak bilinen
Kybele isminin zaman içerisinde Hübel şeklini aldığı görüşünü savunan
filologlar da var. İlginçtir, kırmızı akikten insan şeklindeki bu put, Mekkeli
müşrikler tarafından yapılmamış. Nereden geldiği konusu tam bir muamma. Bir
zamanlar Kabe’nin içerisinde bulunan Hübel’in üzerinde “Evet, hayır,
diyet, sizden, bizden, başkasından, nesebi belli değil” gibi ifadeler
içeren fal okları bulunuyordu. Bu put müşriklerin falına bakıyordu. Mekke’nin
fethinden sonra ortadan kaldırıldı.
2) LAT ; BEYAZ BİR TAŞTI
Lat, Hicaz bölgesinde saygı duyulan diğer putlardan biriydi. Lat
kelimesinin birçok etimolojik açıklaması var. Bu açıklamalardan en tutarlısı;
sözcüğün, tanrıça anlamına gelen “el-ilahe” kelimesindeki -he harfinin
çıkartılarak yerine dişilik anlamı katan -ta harfinin getirilmesi fikri. Lat,
öyle gösterişli olmayan alelade beyaz bir taştı. Müşrikler bu taş için
kurbanlar kesiyor, hediyeler sunuyor etrafında kadın erkek tavaf ediyordu.
Mekke’nin fethinden sonra yıkılmış, sunağında bulunan altın ve gümüş
mücevherler İslam Devleti için kullanılmıştı.
3)
UZZA
İslam
öncesi dönemde Mekke şehrinin üç baş tanrıçasından biri de Uzza adlı puttu. Dil
bilimciler Uzza kelimesinin tanrının aziz sıfatının müennesi (azize) olduğunu
ileri sürüyor. Petra’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan tapınakta Uzza
ismine rastlanması, Hicazın bu önemli putlarının Hellenistik döneme ait
tanrıçaların bu coğrafyadaki yansıması olasılığını kuvvetlendirmiştir. Cahiliye
devrinde Kureyşliler, Uzzayı sık sık ziyaret eder, hediyeler getirir ve
kurbanlar adayarak dua ederdi. Bu put Mekke’nin fethinden sonra Halid b. Velid
tarafından yok edildi. Ancak peygamber efendimizin “Lat ve Uzza’ya
tapınılıncaya kadar kıyamet kopmayacak” hadisinin Müslümanlar tarafından
üzerinde düşünülmesi gereken bir işaret olduğu kesin.
4)
HİCAZ’IN SON PUTU SİYAH MENAT
Araplar
için Lat ve Uzza ile birlikte, Menat adlı putta, tanrının kızlarından biri
olarak kabul ediliyordu. Mekke ile Medine arasında Müşellel adı verilen bir
bölgede bulunan Menat, siyah bir kaya idi. Ayrıca burada Menat’a ait bir ev,
hediyelerin konulması için ayrılmış bir oda ve bu evde görevli bir de bekçi
bulunuyordu.
Menat
kelimesinin Sami dilinde “ölüm, kader, talih” anlamlarına geldiği biliniyor.
Ayrıca Grek kültüründeki kader tanrısı Tukhai ve Fortunae ile de aynı anlamda.
Önceleri Safa ve Merve tepelerinin arasında bulunan Menat adına yağmur
yağdırması için kurbanlar kesip hediyeler sunan cahiliye dönemi Arapları, Müslüman
olduktan sonra hac vazifesinin nişanelerinden biri olan Sa’y yapma konusunda
şüpheye düşmüştü (Sa’y, Kabe’nin doğu tarafında bulunan Safa ve Merve adlı iki
tepe arasında, Safa’dan başlanıp Merve’de tamamlanmak üzere yedi defa gidip
gelmeyi ifade eden vacip ibadetlerdendir).
Müslümanların
içinin rahatlaması için Cenab-ı Allah “Muhakkak ki Safa ve Merve, Allah’ın
şiarlarındandır” ayetini (Bakara Suresi 158. Ayet) lütfetmiştir . Peygamber
efendimiz, Menat’ı yıkmak için Hz. Ali’yi görevlendirmiş ve böylece Hicaz’ın
son büyük puttan da temizlenmesini sağlamıştı.
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “ʿAmel”, 11, “Menâḳıb”, 9; Müslim, “Cennet”, 50, 51, “Küsûf”, 3; İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, s. 20, 21, 27,
29, 36, 49, 50, 51; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 76, 80; II, 624; Ya‘kūbî, Târîḫ, I,
229, 254; Ezrakī, Aḫbâru Mekke (Melhas), s. 65, 88, 96, 101, 116, 117, 124,
126, 166, 193-194, 374, 376-377; II, 176; İbn Düreyd, el-İştiḳāḳ, s. 423, 468,
474; Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd),
II, 56; Şehristânî, el-Milel (Vekîl), II, 237, 238; Süheylî, er-Ravżü’l-ünüf
(nşr. Abdurrahman el-Vekîl), Kahire 1387-90/1967-70, s. 346, 368; İbn Kesîr,
el-Bidâye, II, 187-189; İbn Hacer, Fethu’l-bârî (nşr. Tâha Abdurrauf Sa‘d
v.dğr.), Kahire 1398/1978, XIII, 148-151; Elmalılı, Hak Dini, VI, 4592; M.
Seligsohn, “ʿAmr b. Luhayy”, İA, I, 414; J. W. Fück, “Amr b. Luhayy”, EI2 (İng.), I, 453.
KAYNAKLAR: https://islamansiklopedisi.org.tr/hubel
, https://www.star.com.tr/pazar/hubel-lat-menat-ve-uzzanin-gecmisi-haber-717399/ , https://onedio.com/haber/islamiyet-oncesi-araplarin-taptigi-13-tanri-698054