Sümer Tabletleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sümer Tabletleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Mart 2019

SÜMER TABLETLERİ – ENKİNİN SÖZLERİ 2.TABLET


Alalu rotasını kar renkli Dünya’ya çevirdi, başlangıca ait bir sır sebebiyle seçmişti bu hedefi. Yasaklanmış bölgelerden, daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlerden geçti Alalu. Hiç kimse dövülmüş bilezik’ten geçmeye kalkışmamıştı. Başlangıçtan kalmış bir sır belirlemişti Alalu’nun rotasını. Nibiru’nun kısmeti avuçlarındaydı, krallığını külli hale getirecek bir plan.
Nibiru’da kalsa sürgün kesindi; orada göze aldığı ölümün ta kendisi olurdu. Planına göre, tek tehlike yolculuktaydı; ödülü ise başarının sonsuz zaferi olacaktı. Bir kartal gibi süzülen Alalu gökleri taradı; aşağıda, Nibiru boşlukta asılı bir toptu. Şekli büyüleyiciydi; ışıltısı çevresini saran gökleri süslemekteydi. Ölçüsü muazzamdı; püskürmeleri uzakları aydınlatıyordu.
Yaşamı destekleyen, rengi kırmızılık olan örtüsü çalkantılı bir deniz gibiydi. Tam ortasında ise o gedik, kararmış bir yara gibi, çok belirgin. Tekrar aşağıya baktı; geniş yarık küçük bir küvete dönüştü. Tekrar aşağıya baktı; Nibiru’nun büyük topu küçük bir meyveye dönüştü. Bir daha baktığında Nibiru o geniş karanlık denizde gözden kayboldu. Pişmanlık Alalu’nun kalbini avucuna aldı, korkunun elleri arasında kaldı; kararı tereddüde dönüştü.
Alalu durup kalmayı düşündü, sonra cüretten kararlılığa geri döndü. Araba yüz lig gitti, bin lig gitti, on bin lig gitti ve hala yolculuk etmekteydi. Engin göklerde karanlık en koyusundandı; çok uzaklarda, uzak yıldızlar gözlerini kırpıyordu.
ALALU GÜNEŞ SİSTEMİNE GİRİYOR

Daha pek çok lig yol aldı Alalu, derken büyük mutluluk veren bir sahne ilişti gözüne: Göklerin geniş boşluğunda, göksel varlıkların elçisi selamlıyordu onu. Küçük Gaga (Plüton), yolu gösteren kendi tutuyla Alalu’yu selamlıyordu, ona hoş geldin diyerek yol açıyordu. Eğimli bir yürüyüşle, göksel varlık Antu‘nun (Neptün) önünden ve ardından yolculuk etmekti onun kaderi.


Öne bakan, geriye bakan iki ön yüzle donatılmıştı. (Gerçekten de Pluton eğimli ve geniş yörüngesiyle bir dönem Neptün’ün dış yüzünde kalır, sonra Neptün’ün içine denk gelen yörüngesiyle iç yüzünde kalır) İlk önce onun görünüp selamlaması, Alalu’ya iyi bir alamet gibi göründü hemen; Göksel Tanrılar tarafından iyi karşılanmıştı! Böyle yorumlamıştı. Alalu arabasıyla izledi Gaga’nın yolunu, göklerin ikinci tanrısına doğru götürüyordu onu.


Kısa süre sonra Antu (Uranüs’ün bir zamanlar var olduğu söylenen ikizi) , adı kral Anşar (Satürn) tarafından verilmiş olan göksel varlık derin karanlıkta giderek büyür oldu. Rengi, duru suların mavisiydi; yukarı suların başlangıcıydı o. Bu manzaranın güzelliği Alalu’yu büyüledi; onun uzağından yoluna devam etti. İyice ötelerde Antu’nun eşi ışıldamaya başladı; boyutu Antu’nun kine eşitti.

Eşinin dublesiydi ama Anu (Uranüs) yeşilimsi maviliğiyle ayırt ediliyordu. Göz kamaştıran bir ordu onu çevreliyordu; sağlam zeminler sağlıyorlardı. Bu iki göksel varlığa güç veda etti Alalu; Gaga’nın yolu hala fark ediliyordu. Eski efendisine, bir zamanlar danışmanlık yaptığı göksel varlığa giden yolu gösteriyordu. Göklerin önde gelen prensine, Anşar’a(Satürn) doğru dönüyordu rota.



Anşar’ın tuzağa düşüren çekimini arabanın hızlanmasından anlıyordu Alalu. Arabayı göz kamaştıran parlak halkalarıyla büyülüyordu. Alalu derhal bakışını öte yana çevirdi; yolu gösteren kudretiyle onun dikkatini dağıttı. O sırada ona en dehşetli manzara görünüverdi: Çok uzak göklerde, ailenin parlak yıldız seçiliyordu.

Bu keşfin ardından en korkutucu manzara geldi: Onun kaderinde dev bir canavar dolanıyordu, Güneş’in üstüne koyulaşan bir gölge düşüren Kişar,(Jüpiter) yaratıcısını yutuverdi! Korkutucu bir olaydı bu; bu kötüye alamet, diye düşündü Alalu. Dev Kişar, sert gezegenlerin önde geleni, boyutu çok etkileyiciydi.


Burgaçlanan fırtınalar örtüyordu yüzünü, aralarında renkli lekeler hareket ediyordu; bazısı çok hızla bazısı yavaşça olan sayılamayacak kadar kalabalık bir ordu göksel tanrıyı çevreliyordu. Yolları düzensizdi; öteye beriye kayıveriyorlardı. Kişar(Jüpiter) kendi başına bir efsun yaymaktaydı; ilahi şimşekler fırlatmaktaydı. Alalu ona bakarken rotası bozuluverdi birden, yönü şaştı, işleri karıştı. Derken derinlikteki karanlık dağılmaya başladı ve Kişar (Jüpiter) kaderine göre turlamaya devam etti.

ALALU ASTEROİD KUŞAĞINA ULAŞIYOR

Yavaşça hareket ederken, parlayan Güneş’in üstünden kaldırdı peçesini; başlangıçtan beri bir olan tam olarak çıktı ortaya. Alalu’nun kalbini dolduran neşe çok sürmedi. Beşinci gezegenin ötesinde en büyük tehlike pusudaydı; çok iyi biliyordu bunu. Hemen ileride dövülmüş bilezik (Asteroid kuşağı) hükmetmekteydi; yıkıp tahrip etmek için beklemekteydi. Kayalardan ve iri taşlardan bir araya getirilip dövülmüşlerdi; anasız yetimler gibi bir araya gelmişlerdi. İleri geri kayıp kıpırdanarak, geçmişte kalmış bir kaderi izliyorlardı.



Yaptıkları iğrençti; tek usulleri bela çıkarmaktı. Ava çıkmış aslanlar gibi parçalayıp yutmuşlardı Nibiru’nun mürettebatsız arabalarını. Hayatta kalmak için gereken o değerli altının çıkartılıp taşınmasını reddetmişlerdi. Alalu’nun arabası önünü ardını düşünmeden dövülmüş bileziğe doğru, yakın dövüşen vahşi kayalarla yüzleşmeye gidiyordu cesurca. Alalu arabasındaki ateş taşlarını daha güçlü biçimde karıştırdı. Yolu göstereni titremeyen ellerle yönlendirdi.




Uğursuz koca kayalar savaşta düşmana saldırırcasına arabaya doğru atıldılar. Arabadan ölüm saçan bir füzeyi yolladı Alalu onlara doğru. Ardından düşmana dehşet silahlarından bir tane, bir tane daha fırlattı. Koca kayalar korkmuş savaşçılar gibi dönüp kaçıldılar; Alalu’ya bir yol açtılar. Büyü yapılmışçasına açıldı dövülmüş bilezik, krala açılan bir kapı gibi. Karanlık derinlikte Alalu gökleri kolayca görebildi ki, bileziğin vahşiliği yenememişti onu, uçuşu sona ermemişti.

Uzakta Güneş’in alevli topu parlaklığını ta uzaklara yollamakta; Alalu’ya doğru iyi karşılayan ışınlar yaymaktaydı. Onun önünde, rotasını turlayan kızıl kahverengi bir gezegen (Mars= Lahmu) vardı; hesaba göre altıncı göksel varlıktı bu.

ALALU DÜNYA’YA ULAŞMAYI BAŞARIYOR


Alalu ancak bir göz atabildi buna: Kaderi olan rotada hızla hareket ederken Alalu’nun yolundan çekiliverdi. Derken kar renkli Dünya ( buzul çağı) göründü; göksel hesaba göre yedinci. Alalu rotasını bu gezegene çevirdi, o davetkar hedefe. Nibiru’dan daha küçük, cezbedici bir top, cezbedici ağı Nibiru’nunkinden zayıftı.





Atmosferi Nibiru’ nunkinden inceydi, içindeki bulutlar girdap lanarak dönüyorlardı. Aşağıda Dünya üç bölgeye ayrılmıştı. Tepesi ve dibi kar beyazıarası mavi ve kahverengi. Alalu arabanın durduran kanatlarını beceriyle sardı ki Dünya’nın topunun çevresinde dönebilsin. Orta bölgedeki kuru toprakları ve sulu okyanusları ayırt edebiliyordu artık.

Nüfuz eden ışını aşağıya yöneltti ki Dünya’nın iç kısımlarını tarayıp saptasın. Buldum onu, diye coşkuyla bağırdı: Altın, çok miktarda altın belirtiyordu ışın; koyu renkli bölgenin altında ve sularda da.

Kalbi heyecanla atan Alalu bir karara varmak için düşünmeliydi: Arabasını kuru toprak üstüne indirerek çakılmayı göze alıp mı ölecekti? Rotasını sulara çevirip batıp yok olmayı mı göze alacaktı? O çok değerli altının kaşifi olmak için hangi yolla kalacaktı hayatta? Kartalın koltuğunda Alalu hiç kıpırdamıyordu; kısmetin ellerine teslim etmişti arabayı. Dünya’nın çeken ağına tam olarak yakalanan araba daha da hızlanmıştı.
Açık kanatları ışıldamaya başladı; Dünya’nın atmosferi bir fırın gibiydi. Derken araba sallandı, incitici bir gök gürültüsü yaydı. Aniden yere çakıldı araba, aynı anilikle duruverdi her şey birden. Sallantıdan sersemlemiş, çakılmadan dolayı bayılmış olan Alalu hiç kıpırdamıyordu. Sonra gözleri aralandı ve hala yaşadığını anladı; altın gezegenine inmişti zaferle.

ALALU DÜNYAYI KEŞFE ÇIKIYOR

Şimdi bu, eski zamanların nasıl başladığının ve altın çağ olarak bilinen çağın yıllıklarının ve Nibiru’dan Dünya’ya altın aramaya nasıl gidildiğinin hikayesidir. Başlangıcı, Alalu’nun Nibiru’dan kaçışıydı. Alalu büyük anlayışla donandı; öğrenerek çok bilgi edindi. Atası Anşargal sayesinde göklere ve turlara dair çokça bilgi birikmişti. Enşar sayesinde bilgi iyice çoğaldı. Alalu bunlardan çok şey öğrendi; bilgelerle görüştü, alimlere ve komutanlara danıştı.

Başlangıcın bilgisi böylece elde edilmişti; Alalu da bu bilgiye sahipti. Dövülmüş bilezikteki altın bunun doğrulamasıydı; dövülmüş bilezikteki altınTiamat’ın üst yarısındaki altının göstergesiydi. Alalu altın gezegenine vardı zaferle; arabası bir fırtınayla yere çakılmıştı. Bir ışınla çevreyi taradı, nerede olduğunu keşfetmeye çalıştı; arabası kuru toprağa inmişti; çok geniş sazlıkların tam kıyısında durmuştu. Kartal miğferini takıp balık giysisini giydi.

Arabanın kapağını açtı ve açık kapakta durakalıp etrafına merakla baktı. Zemin koyu renkliydi; göklerse mavi-beyaz; Hiç ses yoktu, bir kişi bile yoktu onu selamlayan. Yabancı bir gezegende tek başına duruyordu; Nibiru’dan sonsuza dek sürgün olmayı göze almıştı. Aşağıya indirdi kendini, ayak bastı koyu renkli toprağa; uzakta tepeler vardı, yakınlarda ise çokça yeşillik. Önünde sazlıklar uzanıyordu, içlerine yürüdü; suyun soğukluğundan içi titredi. Kuru toprağa geri çıktı; yabancı bir gezegende tek başına duruyordu.
Aklına üşüştü düşünceler; eşini ve çocuklarını özlemle andı. Nibiru’dan sonsuza dek sürgün mü olmuştu? Tekrar tekrar aklına bu geliyordu. Su ve besin bulup kısa süre sonra arabaya geri döndü. Derken bir uyku çöktü, derin bir uyuşukluk. Ne kadar uyudu bilemedi, onu ne uyandırdı anlayamadı. Dışarıda bir parlaklık vardı; Nibiru’da hiç görülmemiş bir ışıltı. Arabadan dışarı bir sırık uzattı; üstüne bir sınayan takılmıştı. Gezegenin havasını soludu ve havanın uygun olduğunu gösterdi.

Açtı arabanın kapağını ve orada derin bir soluk aldı. Bir daha, bir daha ve bir tane daha; gerçekten de uygundu Ki’nin havası. Alalu el çırptı, bir mutluluk şarkısı söylüyordu…. Kartal miğfersiz, balık giysisiz aşağıya, zemine iniverdi. Dışarıdaki parlaklık kör ediciydi; Güneş’in ışınları aşırı güçlüydü. Arabaya dönüp gözlerinin üstüne bir maske taktı. Taşıma silahı aldı, kullanışlı bir sınayıcı bulup yanına aldı. Kendini aşağıya saldı; koyu renkli toprağa ayak bastı. 



Sazlıklara doğru ilerledi; sular koyu yeşilimsiydi. Sazlıkların kıyısında çakıllar vardı; Alalu bir taş alıp sazlığın içlerine fırlattı doğruca, sazlıklarda hareket eden gözler vardı: sular dopdoluydu balıklarla. Sınayıcıyı sazlıklara indirdi; çamurlu suları inceledi; içmeye uygun değildi suyu, Alalu hayal kırıklığına uğradı. Sazlıklara sırtını dönüp tepelere doğru ilerledi. Yeşilliklerin arasından geçiyordu; çalıların yerini ağaçlar almaya başladı. Ve burası meyve bahçesi gibiydi, ağaçlar dalları meyvelerle yüklüydü. Tatlı kokuları cezbediciydi.
Alalu bir meyve kopardı dalından ve ısırdı. Kokusu tatlıydı ya, tadı ondanda tatlıydı. Alalu buna çok sevindi. Alalu Güneş’in ışınlarından uzağa yürüyordu; yönünü tepelere doğru çevirdi. Ağaçlar arasında, ayağının altında bir ıslaklık peydah oldu; yakınlarda su vardı demek; yolunu ıslaklığa çevirdi, ormanın ortasında bir gölcük vardı, durgun suyla dolu bir birikinti. Sınayıcıyı gölete daldırdı; su içilmeye uygundu. Alalu güldü, durmak bilmez bir kahkahayla güldü, güldü.
Hava iyiydi, su içmeye uygun; meyveler vardı ve balıklar. Hevesle eğildi Alalu, avuçlarını birleştirip; suyla doldurup ağzına götürdü. Suda bir serinlik vardı, Nibiru’dakinden farklıydı tadı. Bir daha içti ve aniden korkuyla yerinden fırladı: tıslayan bir ses duymuştu; gölcüğün kenarında kayarak ilerleyen bir şey hareket ediyordu. Taşıdığı silahı kavrayıp tıslamaya doğru ışınını yolladı. Hareket kesildi; tıslama sona erdi. Tehlikenin ne olduğunu görmek için öne çıktı Alalu. Kaygan leş hareketsiz yatıyordu.
Ölmüştü yaratık ve ne tuhaf görünüyordu: Uzun bedeni bir ip gibiydi; bedeninde elleri ayakları yoktu; Küçük başında gözleri sert bakışlı, ağzından dışarı sarkmış dili çatallı. Daha önce Nibiru’da hiç görülmemiş bir manzara; başka bir dünyanın yaratığıydı bu. Meyve bahçesinin bekçisi miydi acaba, diye kendi kendine düşündü Alalu. Suyun efendisi miydi diye meraklandı. Taşıma kabına su doldurdu; etrafa dikkatle bakınarak arabaya doğru yola koyuldu. Tatlı meyvelerden de topladı; arabaya geri döndü.
ALALU ALTIN ARAMAYA BAŞLIYOR

Güneş’in ışınlarının parlaklığı çok azalmıştı; arabaya vardığında hava artık karanlıktı. Günün kısalığını düşündü Alalu; kısalığı onu çok şaşırtmıştı. Sazlıklar yönünden ufuktan soğuk bir aydınlık doğuyordu. Beyaz renkli bir top hızla göklere yükselmekteydi. Ve baktı ki bu Dünya’nın yoldaşı, Kingu (Ay) Başlangıca ilişkin anlatılanların gerçek olduğunu şimdi gözleriyle görüyordu: gezegenler ve onların turları; dövülmüş bilezik, Dünya Ki, onun uydusu Kingu; hepsi de yaratılmış, böyle çağırılmıştı demek.
Alalu, doğruluğunu görmesi gereken bir gerçek daha olduğunu geçirdi yüreğinden: kurtuluş anlamına gelen altının da bulunması gerekiyordu. Başlangıç hikayelerinde gerçek payı vardıysa eğer, Tiamat’ın altın damarları akan sularla yıkandılarsa; onun kesilip kopartılan yarısı olan Ki’nin sularında da altın bulunmalıydı. Alalu titreyen elleriyle sınayıcıyı arabanın sırığından çıkarttı. Titreyen elleriyle balık giysisini kuşandı; hızla yaklaşan gün ışığını bekliyordu hevesle.
Şafak söktüğünde arabadan çıktı, hızla sazlıkların içine daldı. Derin sulara doğru ilerleyip sınayıcıyı sulara soktu. Hevesle bakıyordu onun aydınlanan yüzüne; kalbi deliler gibi atıyordu. Sınayıcı suyun içeriğini gösteriyordu; bulgularını semboller ve sayılarla açığa vuruyordu. Aniden durdu Alalu’nun kalp atışı: sularda altın vardı. Böyle diyordu sınayıcı. Heyecandan titreyen bacaklarla ileri yürüdü Alalu; sazlıkların daha derinlerine ilerledi. Sınayıcıyı tekrar suya soktu; sınayıcı yine altın duyurdu.
ALALU ALTIN BULDUĞUNU NİBİRU GEZEGENİNE BİLDİRİYOR

Alalu’nun gırtlağından bir feryat, bir zafer çığlığı kopup çıktı: Nibiru’nun kısmeti artık onun ellerindeydi. Arabaya geri dönüp balık giysisini çıkarttı ve komutan koltuğuna yerleşti. Nibiru’nun turunun yönünü bulmak için kaderler tabletlerinin bildiği tüm turları canlandırdı. Sözleri taşıyanı kurcaladı, sözleri Nibiru’ya doğru taşınacaktı. Sonra Nibiru’ya şu sözleri söyledi: Büyük Alalu’nun sözleri, Nibiru’daki Anu’ya sesleniyor. Başka bir dünya üstündeyim; kurtuluş altınını buldum; Nibiru’nun kısmeti benim ellerimde, şartlarıma kulak ver ve dinle.
Tablet 3 e geç

03 Mart 2019

SÜMER TABLETLERİ VE KUTSAL KİTABLARDAKİ BENZERLİK



SÜMER TABLETLERİ – TANRI ENKİ’NİN SÖZLERİ 1. TABLET

Tabletler Şanınızı,(varlık) geçmişinizi, geleceğinizi, ilk yaratmayı, evrenin başlangıcını, insanın oluşumundaki yaratılış gizemini akledin diye tarihler boyu muhafaza edilip bize kadar ulaştırıldı. Tabletler gün yüzüne çıktı Kuran ve diğer din kitapları ile mutabakat kaldığı gözler önüne serildi. 


"Kuran ve diğer din kitapları Sümerlerin bilgilerinden kopyalanmış olabilir mi?.. " Sorusu akılları karıştırmaktadır..

Okuyacağınız bilgiler bir mitolojimi değilmi, anlatılan olayların gerçeklikle ne kadar ilgisi var buna siz karar veriniz !..

Tabletler boyunca Anlatım diline ve ayetlerle olan uyuma dikkat ediniz!

GÜNEŞ SİSTEMİNİN YARATILIŞ HİKAYESİ



(Okuyacaklarınız yaşamdan önce güneş sisteminin oluşmasının anlatımıdır. Bu kısımdaki Tanrılar diye adlandırılanlar gezegenlerdir. Güneş sisteminde olan bitenler, onların birbiriyle olan çarpışmaları ve galaksinin bu günkü düzenin oluşması gezegenlerin ağzından DOLAYLI anlatım olarak aktarılmıştır)

Fussilet S.11. Sonra duman halindeki göğe yönelerek ona ve yere, ‘İsteyerek veya istemeyerek (kaostan çıkıp) gelin,’ dedi. Onlar da, ‘İsteyerek geldik,’ dediler.

Evrenin başlangıcı ve gezegenlerin  nasıl yaratıldıklarının hikayesidir. Başlangıçta, yükseklerde göksel tanrılar (gezegenler) henüz isimlendirilmemişken ve aşağıda ki, sağlam zemin henüz çağrılmamışken, Apsu ( Güneş) , onların ilksel vücuda getiricisi, boşlukta tek başına mevcuttu. Yukarının yükseklerinde göksel tanrılar henüz yaratılmamışlardı. Aşağının sularında göksel tanrılar henüz ortaya çıkmamıştı.

Yukarıda ve aşağıda, tanrıların (gezegenlerin) hiçbiri vücuda gelmemişti; hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti. Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı. Yapayalnız hüküm sürüyordu boşlukta Apsu (Güneş).

Derken onun rüzgarlarıyla ilksel sular birbirine karıştı, Apsu (güneş) sular üstüne ilahi ve hünerli bir büyü yaptı. Boşluğun derinliğinde derin bir uyku döktü. Hepsinin anasını Tiamat’ı ( Dünya’nın atası, Dünya’nın parçalanmadan önceki hali) kendine eş olarak biçimlendirdi. Göksel ana, nasıl da sulak bir güzeldi o.

Onun yanına Apsu, sonradan küçük Mummu‘yu (Merkür) oluşturdu, onu kendine haberci atadı; Tiamat’a hediye olarak sundu. Apsu eşine ışıltısı göz alan bir hediye verdi: Parıldayan bir metal, ebedi altın,; yalnızca onun olacaktı. İşte o zaman bu ikisinin suları birbirine karıştı, tam ortalarında ilahi çocuklar şekillendi. Bu göksel varlıklar erkek ve dişi yaratıldılar; Lahmu ( Mars) ve Lahamu ( Venüs)adlarıyla çağrıldılar. Aşağıda, Apsu ve Tiamat onlara bir mesken yaptı.

Onlar yaşlanmadan önce tayin edilmiş bir boyuta göre boyca; yukarının sularında Anşar (Satürn) ve Kişar (Jüpiter) biçimlendi. Kardeşlerini bastırıyorlardı boyca. Bu ikisi bir göksel çift olarak biçimlendirilmişti; Uzak göklerdeki bir oğul olan Anu ( Uranüs) onların varisiydi. Sonra Antu, ona eş olsun, diye; Anu’nun eşiti olarak vücuda getirildi, yukarı suların sınırı oldu meskenleri. İşte aşağıda ve yukarıda üç göksel çift, derinliklerde böyle yaratıldı.

Bu adlarla bilindi Apsu’nun, (Güneşin) Mummu (Merkür)  ve Tiamat (Dünyanın ilk hali) ile birlikte kurduğu aile.

O sırada Nibiru daha hiç görünmemişti, Dünya henüz vücuda gelmemişti. Göksel sular birbirine karışmış haldeydi daha, dövülmüş bilezik ile birbirinden ayrılmamıştı. O sırada daha tam olarak biçimlenmemişti turlar, tanrıların (gezegenlerin) kaderleri kesin olarak emredilip ilan edilmemişti. Bu göksel akrabalar birleşip gruplaştılar; usulleri ortalık karıştırıcıydı. Apsu (Güneş) onların usullerini tiksindirici gördü.

İleri geri gidip gelirken Tiamat’ı rahatsız ettiler, ( gezegenler yörünge oluşturmaya çalışırken oluşan kaos) giderek öfkelendi ve kızdı. Yanı başında yürüyecek bir kalabalık (uydular) oluşturdu, Apsu’nun oğullarına karşı kükreyen, ileri atılan bir ordu (uydular) ortaya çıkardı. Ayrıca bu türden on bir tane (on bir uydusu oldu) doğurdu; ordusunu oluşturanlar arasında, ilk doğan olan Kingu’yu ( Ay’ın atası) baş yaptı. Göksel tanrıların kulağına gittiğinde bu, toplandılar aceleyle. Kingu’yu yüceltmiş, ona An komutanlığı rütbesi vermiş, dediler birbirlerine. Göğsüne bir kader tableti tutturmuş, kendine has turu olsun demiş.

NİBİRU GEZEGENİ ORTAYA ÇIKIYOR

Tanrılara karşı savaşmasını söylemiş evladı Kingu’ya. Kim karşı duracak Tiamat’a, diye sordu tanrılar birbirlerine. Hiç biri turundan vazgeçip öne çıkmadı, hiç biri böyle bir savaşa uygun silahla donanmamıştı. Tam o sırada, derinin kalbinde (uzak bir sistemde) bir tanrı (gezegen) ortaya çıktı. Bir kısmetler odasında, bir kaderler yerinde doğmuştu. Hünerli bir yaratıcının elinden çıkmıştı; kendi güneşinin oğluydu o. Doğduğu yer olan derin’den aceleyle fırlayıp ailesinden ayrıldı bu tanrı (gezegen)

Yanında yaratıcısından bir armağan olan yaşam tohumunu taşıyordu. Yolunu boşluğa çevirdi; yeni bir kader arıyordu. Boşlukta gezinen bu göksel varlığı ilk gören, hep izleyen Antu ( Uranüs’ün ikizi, sonradan muhtemelen Nibiru’nun uydularından biri oldu) Ne cezbediciydi bu, bir ışıltı yaymaktaydı. Gidişi tanrılara layıktı, rotası çok ama çok genişti. Tüm tanrılar arasında en ulusuydu o, hepsinin turundan büyüktü turu. Onu ilk gören Antu oldu; memelerini emmemişti hiç bir çocuk (uydusu yoktu). Gel oğlum ol diye seslendi ona. Anan olayım senin.

Ağını fırlattı ve ona hoş geldin, diyerek rotasını amaca uygun kıldı. (Antu Nibiru’nun uydusu oluyor) Onun bu sözleri yeni gelenin kalbini gururla doldurdu; onu emzirecek olan yüzünden, mağrurdu. Başı boyca iki kat büyüdü; yanı başından dört uzuv filizlendi. ( dört uydusu oldu) Kabul anlamında kıpırdadı dudakları; aralarından tanrısal bir alev fışkırdı ileri doğru.(yerçekimi etkisiyle oluşan elektromanyetik gerilim) Rotasını Antu’ya çevirdi, kısa süre sonra yüzünü Anu’ya ( uranüs) gösterecekti. Anu onu gördüğünde, oğlum, oğlum diyerek bağırdı coşkuyla.

Seni önderliğe atayacağım, yanı başında bir ordu hizmetkarların olacak. Adın Nibiru ola, sonsuza dek bilinecek bir geçiş. Saygıyla eğildi Nibiru’ya, yüzünü Nibiru’nun geçişine çevirdi. Ağını yaydı ve Nibiru için dört hizmetkar ortaya çıkardı.( Nibiru Üranüs’ün dört uydusunu çalıyor) Yanı başında ordu şunlar olacaktı: güney rüzgarı, kuzey rüzgarı, doğu rüzgarı, batı rüzgarı. Kalbi neşe ile dolan Anu, atası Anşar’a (Satürn- Uranüs geçmişte muhtemelen Satürn’ün bir uydusuydu) Nibiru’nun gelişini duyurdu. Haberi işiten Anşar (Satürn) hemen yanı başındaki Gaga’yı (pluton) haberci olarak ileri yolladı ki;

Anu’ya bilgece sözler götürsün, Nibiru’ya bir görev versin. Yüreğinden geçenleri söylemesi ve Anu’ya şöyle demesi için Gaga’yı görevlendirdi. Bizi doğuran Tiamat (Dünyanın devasa eski hali) şimdi tiksinmekte bizden, savaşçı bir ordu kurdu, kuduruyor öfkesinden. Tanrılara, çocuklarına karşı duran on bir savaşçı yürüyor yanı başında, (Dünya’nın atası Tiamat’ın o zamanlar on bir uydusu vardı) Aralarında Kingu’yu yüceltti; onun göğsüne bir kader tutturdu haksız yere. Onun ağusuna direnebilecek tanrı yok içimizde, ordusu korku saldı içimize.

NİBİRU GEZEGENİ TİAMAT GEZEGENİNE DOĞRU GÜNEŞ SİSTEMİNE ÇEKİLİYOR

İntikamcımız olsun Nibiru. Tiamat’ı yene, yaşamlarımızı kurtara. Ona bir kısmet biç; öne çıkıp kudretli düşmanımızla yüzleşsin. Gaga Anu’ya doğru yola çıktı; Anu’nun huzurunda eğilip saygıyla, Anşar’ın sözlerini tekrarladı. Anu da Nibiru’ya atasının sözlerini tekrarladı; Gaga’nın mesajını ona açıkladı. Nibiru bu sözleri şaşkınlıkla dinledi; çocuklarını yiyip yutacak olan ananın hikayesine kulak verdi merakla. Demeye gerek yok, yüreğinde zaten vermişti kararı, Tiamat’a karşı duracaktı.

Ağzını açıp Anu’ya ve Gaga’ya şöyle dedi: Tiamat’ı yenecek, yaşamlarınızı kurtaracaksam, kaderimi en üstün kılacak bir mecliste toplansın tanrılar. Mecliste karar alsın tanrılar; beni önder yapsınlar ve buyruğuma boyun eğsinler. Lahmu (mars) ve Lahamu (Venüs) bunu duyduklarında elemle haykırdılar: Ne tuhaf bir talep, anlamı hiç anlaşılmıyor. Böyle dediler. Kısmetleri açıklayan tanrılar birbirlerine danıştılar; Nibiru’yu intikamcıları yapmaya karar verdiler hep birlikte, ona yüceltilmiş bir kader emrettiler.

Bugünden itibaren, buyruklarına meydan okunmaz ola, dediler ona. Aramızdan hiç bir tanrı senin sınırlarını çiğnemeyecek. Git Nibiru, intikamcımız ol. Tiamat’a doğru yol alması için ona prenslere yakışır bir tur biçimlendirdiler; Nibiru’ya hayır duaları ettiler, Nibiru’ya dehşetli silahlar verdiler. Anşar (Satürn), üç rüzgar daha çıkarttı Nibiru’dan: Kötü rüzgar, kasırga ve dengi olmayan rüzgar. Kişar (jüpiter) onun bedenini yalazlayan alevle doldurdu; Tiamat’ı sarıp sımsıkı tutacak bir ağla.

GÖKSEL SAVAŞ BAŞLIYOR

Böylece savaşa hazırlanan Nibiru yolunu çevirdi doğru Tiamat’a. Şimdi bu, göksel savaşın ve Dünya’nın nasıl ortaya çıktığının ve Nibiru’nun kaderinin hikayesidir. Efendi ilerledi, kaderi olan yolunu izledi, Öfkeli Tiamat’a çevirdi yüzünü, dudaklarıyla bir lanet okudu. Koruyucu örtü olsun, diye nabız ve ışıltıyı giyindi; başı ürkütücü bir ışıltıyla taçlandı. Sağına bel açan’ı ve soluna defedici’yi (uyduları) aldı. Yardımcılar ordusunu, o yedi rüzgarı bir kasırga gibi önden saldı.

Öfkeli Tiamat’a doğru hızla yol alırken savaş için haykırmaktaydı. Tanrılar onun etrafına üşüştüler ve sonra yolundan çekildiler. Tiamat’ı ve onun yardımcılarını taramak; onun ordusunun komutanı Kingu’nun planını anlamak için tek başına ilerliyordu. Muzaffer Kingu’yu görünce görüşü bulandı; bu canavarları görünce yönü şaştı; rotası yerinden oynuyordu, işleri karışmıştı. Tiamat’ın çetesi onun çevresindeydi sımsıkı, dehşetle titriyorlardı. Tiamat’ta köklerine dek sarsıldı, kudretle kükredi.

SAVAŞI NİBİRU KAZANIYOR

Nibiru’ya bir lanet yolladı; onu tılsımlarıyla sarıp sarmaladı. Aralarındaki mesele artık kesin, çarpışma kaçınılmazdı. Tiamat ve Nibiru, birbirlerine doğru ilerlediler, yüzyüze çarpışmak için bastırdılar, göğüs göğüse savaşmaya hazırlandılar. Efendi onu yakalamak için ağını yaydı, aklı başından gitmişçesine haykırdı Tiamat. Nibiru kötü rüzgarı, en arkadakini onun yüzüne doğru fırlattı. Kötü rüzgarı ileri sürdü ki, Tiamat ağzını açıp onu yutmaya kalkınca kapayamasın dudaklarını.

Derken şiddetli fırtına rüzgarları göbeğine saldırdı; bedeni ayrıldı, iç kısımları uluyordu, ağzı kocaman açıldı. Nibiru oraya, bu gediğe bir ok, en ilahi şimşeği fırlattı, bu ok Tiamat’ın göbeğini yarıp açtı: içini parçaladı, rahmini yardı. (Tiamat parçalanıyor) Onu böyle alt edip yaşam nefesini işte böyle söndürdü. Nibiru bu cansız cesedi taradı, Tiamat artık katledilmiş bir leş gibiydi. Cansız yatan hanımlarının yanı başındaki on bir yardımcısı korkudan titriyorlardı. Nibiru’nun ağına takıldılar, kapana kısılmışlardı, kaçamadılar. (Nibiru Tiamat’ın uydularını çalıyor)

Tiamat’ın bu orduya baş atadığı Kingu (ay) da onların arasındaydı. Efendi onu prangalara vurdu, cansız hanımına bağladı. Kaderler tabletini haksız yere verilen Kingu’dan çekip aldı, üstüne kendi mührünü basıp kaderi kendi göğsüne tutturdu. Tiamat’ın çetesinden kalanları esir aldı, kendi turu içinde düşürdü onları tuzağa. Ayaklarının altına alıp ezdi, parçalara ayırdı. Hepsini kendi turuna bağladı; hepsi onun çevresinde, gidişinin tersi yönde dönecekti bundan böyle. Sonra savaş meydanından ayrıldı Nibiru.

Ona bu görevi veren tanrılara duyuracaktı zaferi, Apsu (güneş) etrafında bir tur atıp Kişar ve Anşar’a doğru yol aldı. Gaga onu karşılamaya çıktı, bir müjde taşıyarak diğerlerine doğru ilerledi. Anu ve Antu’nun ötesine, derinde ki meskene doğru yola koyuldu Nibiru. Cansız Tiamat’ın ve onun Kingu’sunun kısmeti üzerinde düşündü. Boyun eğdirdiği Tiamat’a geri döndü efendi Nibiru. Ona doğru ilerleyip onun cansız bedenini seyretmek için durakladı. Canavarı maharetle ikiye ayırmayı planlamıştı yüreğinde.

TİAMAT NİBİRU TARAFINDAN PARÇALANIYOR. Dünya doğuyor..

Sonra bir midye gibi, göğsünden alt kısımlarına dek onu iki parçaya ayırdı. İç damarlarını parçaladı; altın damarlarına hayranlıkla baktı. Tiamat’ın arka kısmını ezdi efendi, üst kısmını tamamen kopardı. Kuzey rüzgarını, yardımcısını çağırdı yanına. Ve kopan başını bu rüzgar tarafından boşluğa taşınmasını emretti. Nibiru’nun rüzgarı Tiamat üstünde toplandı, onun açığa akan sularını süpürdü. Nibiru bir yıldırım fırlattı ve kuzey rüzgarına işaret verdi; Tiamat’ın üst kısmı bir parlaklığın içinde, bilinmeyen bir bölgeye taşındı.

Onunla birlikte Kingu’da sürülmüştü; kopartılan parçaya yoldaşlık edecekti. Ardından Nibiru, alt kısmın kısmetini belirledi: Savaş meydanını belirten kutsal bir yer, göklerde sürekli bir hatırlatıcı; savaşın ebedi hatırası kılmak istiyordu bunu. Topuzuyla bu alt parçayı döve döve ayırdı parçalara, dövülmüş bileziği oluştursunlar diye getirip onları dizdi bir araya, bekçilik etsinler, diye onları yerleştirdi ki suları sulardan ayıran bir perde oluştursun.

Semanın üstündeki yukarı suları, ( asteroid kuşağı gezegen gruplarını birbirinden ayırdı)aşağısında ki aşağı sulardan ayırdı. Ve Nibiru sanatkarane işlerini böylece tamamladı. Sonra efendi göğü geçti ve bölgeleri taradı. Apsu’nun (güneş) mekanından başlayıp Gaga’nın (Plüton) meskenine dek boyutları ölçtü. Sonra derinin kıyısını inceledi Nibiru; bakışlarını doğduğu yere doğru dikti. Durakladı, tereddüt etti ama sonra yavaşça, semanın perdesine, savaş meydanına geri döndü. Tekrar Apsu’nun bölgesinden geçerken, Güneş’in artık kayıp olan eşini düşündü pişmanlıkla.

Tiamat’ın yaralı yarısına baktı; dikkatini onun üst kısmına yöneltti; ziynetleri olan yaşam suları hala yaralarından akmaktaydı. Altın damarlarından Apsu’nun ışınları yansımaktaydı. Derken Nibiru yaratıcısının mirasını, yaşam tohumunu hatırladı. Tiamat’ın üstüne yürüdüğünde, onu ikiye parçaladığında ona bu tohumu kesinlikle aktarmış olmalıydı. Sözleriyle Apsu’ya (güneşe) seslenip şöyle dedi. Isıtan ışınlarınla onun yaralarına şifa ver. Kırılan parça yeniden hayat bulsun, ailende kız evladın olsun. İzin verde sular tek yere toplansın, sağlam zemin belirsin.

KALICI YÖRÜNGELER OLUŞUYOR

Apsu dedi ki; Ona sağlam zemin diyelim, bundan böyle kitabı mukaddes olarak biline. Dönmesiyle oluşsun gün ve gece, gündüzleyin ona şifalı ışınlarımdan göndereyim. Kingu’da gece yaratığı ola, (Ayda Dünyanın parlak uydusu ola) görev vereyim ki geceleri ışık saçarak Dünya’nın yoldaşı sonsuza dek Ay ola. Nibiru Apsu’nun sözlerini işitti, memnundu. Göğü geçti ve bölgeleri taradı; onu yücelten tanrılara kalıcı duraklar bahşetti. ( gezegenlerin kalıcı yörüngeleri oluşuyor)

Nahl S, 12. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.

Fatır S, 13. (Allah) Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir. İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbiniz’dir; mülk O’nundur. O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik olamazlar.

Turlarını birbirlerinin yoluna çıkmayacak veya birbirlerinden geri kalmayacak şekilde mukadder kıldı. Göksel kilitleri sağlamladı; her iki yana kapılar kurdu. Kendisine en dıştaki evi mesken olarak kurdu; boyutları Gaga’nın ötesindeydi. Kaderi olacak büyük turu hükmetmesi için yalvardı Apsu’ya. Tüm tanrılar kendi duraklarından seslendiler: Nibiru’nun hükümranlığı üstün ola. O tanrıların (gezegenlerin) en parlağıdır, o gerçekten de Güneş’in oğludur. Kendi meskeninden konuşup Apsu onayladı.

Enbiya S, 30. O inkar edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

Gök ve yerin geçişi Nibiru’nun elindedir, adı geçiş olacak. Tanrılar ne yukarı ne aşağı geçecekler, Merkezi konumda o olacak, tanrılara çobanlık edecek. Onun turu bir şar ( üç bin altı yüz yıl) olacak, kaderi ise sonsuz ola.

Fussilet S.11. Sonra duman halindeki göğe yönelerek ona ve yere, ‘İsteyerek veya istemeyerek (kaostan çıkıp) gelin,’ dedi. Onlar da, ‘İsteyerek geldik,’ dediler.

Ayetteki bildiride yere ve göğe derken sadece DÜNYA ve GÖKYÜZÜ olarak düşünmeyin!. Bu ayet aynı zamanda tüm evrenin yaratılışının bildirisidir. Bunu 7 kez geriye dönük olarak düşünün. Ayetteki ifade 7 evrenin ilk yaratılması haline kadar gerisin geriye giden, ardı ve önü açık bir ifadedir.

O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum içinde yedi (7) gök (evren) yaratmış olandır. Rahman ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk göremezsin. İşte gözü (teleskobu her yöne) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)

İşte gözü (teleskobu her yöne) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun?

Ayetler özellikle de evrenin yaratılışı ile ilgili olan ayetler bir sınırlama içinde değildir. Şimdiki zamandan ilk zamana kadar gerisin geriye giden bir ifadeye sahiptir.

Sümerler, kendi zamanlarından sonraki tüm kuşakların ilgisini çekmiş yüksek bir medeniyet sahibi toplumdur. Ülkesine göre değişen (eğitim-tarih) hakkında çok az bilgi verilen bir medeniyettir. Neden okullarda zorunlu bir ayrıcalığı yok? İnsanların dinsizleş mesinden mi korkuyorlar yada insanların bazı şeyleri sorgulamasından mı endişe ediyorlar? Bu tabletlerin uygar insana kadar saklanmasının hiçbir önemi yokmudur? Oysa Tabletlerin günümüz insanına kadar saklanmasının geçmişte olan olayların açığı çıkmasını zaten tabletleri yazanlarda istemişler. Sümerlerin tüm dünyada bu kadar öne çıkması ama haklarında yeterli bilgi verilmemesi sizcede şüpheli bir durum değilmidir?  Onların tabletlerinde güneş sisteminin yaratılışının bulunması bilim adamları tarafından anlatılmadığı içinmi önemsiz gibi duruyor?

Anunnaki Soy Ağacı

Nibiru denilen gezegende yaşayan halkın, iklimin bozulması sonucu, atmosferi düzeltmek için araştırmalara girmesi, bazı işlemler sonucunda da düzelmeyen atmosferin onarılması için diğer gezegenlerde çare aranması, asteroid kuşağı ötesinde, Dünya’nın da içlerinde bulunduğu gezegenlerde, atmosferi düzeltmek için gerekli olan altının bulunduğunun keşfedilmesi, bu arada da yaşadıkları iktidar savaşları anlatılmaktadır. Anlatımda savaşlardan yorgun düşen Nibiru halkının çareyi küresel barışta bulmasıda dikkat çekicidir..
Tabletlerde Anlatıcı Enkidir. Enki Kral Anu’nun cariyeden doğmuş olan oğludur. Anunun ilk oğlu olan Enki cariyeden doğduğu için yasal varis değildir. Anunun yasal eşinden daha önce doğum yapmış Enkinin annesi cariye konumunda olduğu için, kendisinden sonra yasal bir anneden (Kralın ilk eşinden) doğmuş olan Enlil yasal veliahttır.

Kral Anunun 3 çocuğu olduğunu görmekteyiz. Bunlar Enki-Enlil ve birde kızkardeşleri Ninharsag’tır. Tabletlerde fazlasıyla kafa karışıklığına sebep olan isimlerden bazılarının akılda kalması için bu ayrıntılara dikkat ediniz.

Marduk Enki’nin oğludur. Ninharsag Anu’nun kızı ve başka anneden olma Enki ve Enlil’in kız kardeşidir. Enlil Ninharsag ile evlenir. Tanrılar (Anunakiler) da evlilikler hep bu şekilde olmaktadır. Kız kardeş, yiğen yada torunları hatta kızları ile evlenmektedirler. Ninurta, İşkur ve Nannar Enlil’in, Nergal, Gibil, Ningişzidda ve Marduk Enki’nin oğludur.

Kral Anunun çocukları: 1-Enki 2-Enlil 3-Ninharsag

1-Enkinin çocukları: Nargal-Gibil-Ningişzidda- Marduk (Melez olarakta Adapa)
2-Enlilin çocukları: Ninurta-İşkur-Nannar
3-Ninharsagın çocukları: Enlille olan ilişkisinden NANNAR doğmuştur. Sonradan Enki’ dende olan ilişkisinde 2 kız çocukları vardır. Bize göre en önemli anneliği Adamu’dur. Adamu ise bizim için çok önemli bir Evlattır…. (Sonradan birde ADAPA ile tanışacaksınız. Adapa ise Enlinin ADAMUDAN devam gelen soydan doğan bir kız çocuğuyla olan ilişkisinden doğandır.

Şimdi Tabletleri okumaya başlayalım..

TANRILARIN KENDİ İÇ SAVAŞI UĞRUNA DÜNYA DA NÜKLEER VE KİMYASAL SİLAH KULLANMASI, ANCAK RÜZGARIN HESAPLANAMAMASI

Nibiru ( 12. gezegen olduğu varsayılan gezegen) da hüküm süren Anu’nun ilk oğlu, efendi Enki’nin sözleri.

İçim sıkkın, ağıtlar yakıyorum; kalbimi acıyla dolduran ağıtlar bunlar. Diyara nasıl da indi darbe; halkı Kötülük Rüzgarına teslim edildi, ahırları terkedildi, ağılları boşaldı. Şehirler nasıl da şamar yedi; Kötülük Rüzgarı’yla vurulmuş sakinleri ölü bedenler gibi üst üste yığıldı. Tarlalar nasıl da darmadağın; Kötülük Rüzgarı’nın dokunduğu bitkiler kupkuru kaldı. Nehirler nasıl da bela gördü; artık içlerinde hiç bir şey yüzmüyor, ışıldayan duru suları ağulandı.

Siyah saçlı halkı Şumer’i boşalttı; tüm yaşayanlar gitti; davarları ve koyunları Şumer’i boşalttı; foşurdayarak boşalan sütun tınısı sessiz. O muhteşem şehirlerinde şimdi yalnızca rüzgar uğulduyor; tek koku ölüm. Başı göğe yükselen tapınak Tanrıları tarafınan boşaltıldı. Efendilik ve krallık komutasından eser yok artık; asa ve taç gitti. Bir zamanlar yemyeşil ve yaşam verici olan iki büyük nehrin kıyılarında ( Dicle ve Fırat ) yaban otları bitti. Ana yollara çıkan yok, yol iz sorup arayan yok; yıldızı parlayan Şumer terk edilmiş bir çöl oldu. Diyara, Tanrıların ve insanların yuvasına nasıl da darbe indi.

O ülkenin üstüne, insanoğlunca bilinmemiş bir afet çöktü. İnsanoğlunun daha önce hiç görmediği, görse zaten canlı kalamayacağı bir bela geldi. Batıdan doğuya tüm topraklara, dehşetin darmadağın eden yetkisi yerleşti. Şehirlerindeki Tanrılar (Anunakiler) insanlar kadar çaresizdi. Uzaktaki bir ovada bir fırtına, bir Kötülük Rüzgarı doğdu; yolu üstüne Büyük Afet’i yerleştirdi. Batıda doğan ve ölüm saçan bir rüzgar yolunu doğuya çevirdi, rotasını kısmet belirledi. Tufan gibi yutucu, suyla değil ama rüzgarla yıkan; gel git dalgasıyla değil ama zehirli havayla boğan bir fırtına.

Duhan Süresi: 10,11. Artık sen, göğün, insanları bürüyecek apaçık bir duman çıkaracağı günü bekle! Bu, elem verici bir azaptır.

Kader değil kısmet tarafından oluşturuldu; meclisteki büyük Tanrılar (Yetkili Anunakilier) Büyük Afet’e sebep oldular. Enlil ( Anu’nun 2. oğlu) ve Ninharsag ( Enlil’in ilk eşi, ilk ana ve aynı babanın çocuklarıdır) izin verdi buna; dursun, diye yalvaran bir tek bendim. Göğün emrettiğini kabul etmeleri için gece gündüz delil gösterdim ama nafile! Enlil’in savaşçı oğlu Ninurta ve öz oğlum Nergal büyük ovadaki silahları (nükleer silahlar) önce zehirleyip sonra da serbest bıraktılar. Parlaklığın (patlamanın) ardından Kötülük Rüzgarı’nın geleceğini bilemedi diye şimdi acıyla ağlaşıyorlar.

Ölüm saçan fırtınanın batıda doğup yolunu doğuya çevireceğini kim öngörebilirdi ki diye inliyorlar şimdi Tanrılar. (Demekki Tanrı değil çaresiz birer kullar. Kendilerini Tanrı olarak tanımlamaları sahip oldukları uzun hayat yaşamanın getirdiği bir üstünlük. Ayrıca ileride göreceksiniz ki bilimsel olarak ve teknolojik olarak çok üstün bir ayrıcalıkları var..) Kutsal şehirlerindeki Tanrılar, Kötülük Rüzgarı yolunu Şumer’e çevirince inanmaz gözlerle kalakaldılar. Tanrılar birbiri ardınca şehirlerinden kaçtılar, tapınaklarını rüzgara terk ettiler. Zehirli bulutlar yaklaşırken, şehrim Eridu‘da bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdım. Halka, açık steplere kaçın talimatını verdim; eşim Ninki ile ben de şehri terk ettim.

Şehri Nippur’da, Gök-Yer Bağı’nın yerinde Enlil bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdı. Kötülük Rüzgarı Nippur‘a saldırmaktaydı; Enlil ve eşi göksel sandalına binip aceleyle uzaklaştılar. Ur‘da Şumer’in krallık kentinde, Nannar yardım etsin, diye babası Enlil’e seslenmekteydi. Göğe doğru yedi basamakla yükselen tapınağın yerinde, Nannar kısmetin yetkisine kulak asmayı reddetti. Sebebim olan babam, Ur’a krallık bahşeden büyük Tanrı, Kötülük Rüzgarını geri çevir, diye yakardı Nannar.

Kısmetleri emreden Büyük Tanrı, Ur’a ve halkına kıyma ki seni övmeye devam etsinler, diye yalvardı Nannar. Enlil oğlu Nannar’ı yanıtladı: Asil oğul, senin o muhteşem şehrine krallık sunulmuştu; sonsuz bir saltanat sunulmamıştı. Eşin Ningal‘i tutup kolundan kaçın şehirden! Kısmetleri emreden (Komutan olan) ben bile, şehrin kaderini eğip bükemem. Kardeşim Enlil işte böyle konuştu; heyhat, heyhat, bu bir kader değildi. Tanrıların ve Dünyalıların başına çöken tufandan beridir en büyük afetti; heyhat, bu bir kader değildi! (Tufan olayından sonra en önemli afet !! )

NÜKLEER VE KİMYASAL SALDIRI ASLINDA MARDUK’A KARŞI YAPILIYOR, MECLİS BU YÖNDE KARAR ALIYOR

Büyük Tufan mukadderdi ama ölüm saçan bulutla gelen Büyük Afet mukadder değildi. Bozulan bir yemin ve mecliste alınan bir karardı sebebi; Dehşet Silahları tarafından yaratıldı. Kader sebebiyle değil, bir karar sonucunda salınmıştı zehirlenmiş silahlar; bilerek atıldı zarlar. O iki oğul yıkımı, ilk oğlum Marduk‘a karşı yönelttiler; kalpleri intikam duygusuyla doluydu. Hükümranlığa yükselmek Marduk’un hakkı değil, diye bağırdı Enlil’in ilk oğlu; silahlarla O’na karşı koyacağım, dedi Ninurta.

İnsanlardan bir ordu kurdu, Babili (Babil) Dünyanın göbeği, diye ilan etti! diyerek bağırdı Marduk’un kardeşi Nergal. Büyük Tanrıların meclisinde ağızdan ağıza zehir zemberek sözler yayıldı. Gece gündüz karşı çıkan sesimi yükselttim, esenlik tembihledim, telaşa taraf olmadım. İnsanlar ikinci kez onun göksel imgesini yükselttiler, bu karşı çıkış niçin sürmekte, diye yalvardım. Tüm aygıtlar kontrol edildi mi? Göklerde Marduk’un (Enkinin oğullarından biri) çağı gelip erişmedi mi, diye bir kez daha sordum.

Öz oğlum Ningişzidda göğün işaretlerini başka yorumladı; Marduk’un ona yaptığı haksızlığı, kalbinde asla affetmediğini biliyordum. Enlil’in Dünya’da doğan oğlu Nannar da merhamet etmedi. Kuzey şehrindeki tapınağımı Marduk kendine mesken edindi, dedi. Enlil’in en küçük oğlu İşkur cezalandırma talep etti; topraklarımdaki halkı kendi peşinden gelmeye zorladı, dedi. Nannar’ın oğlu Utu‘nun gazabı Marduk’un oğlu Nabu‘ya yönelmişti: Göksel Arabalar yerini ele geçirmeyi denedi. (Hava araçlarının üssü)

Utu’nun ikizi İnanna hepsinden çok öfkeliydi; sevdiceği Dumuzi‘yi (Temmuz) öldürdüğü için hala Marduk’un cezalandırılmasını talep ediyordu. Tanrıların ve insanların anası Ninharsag (Kral Anu’nun kızı) bakışını çevirdi: Marduk niçin burada değil, dedi sadece. Öz oğlum Gibil karamsarlıkla yanıtladı: Marduk tüm ricaları bir kenara koydu; göklerin işaretlerine (Yıldızların dönüşümü) göre üstünlüğünü iddia etti! Ancak silahlarla durdurulabilecek bu Marduk, diye bağırdı Enlil’in ilk oğlu Ninurta. Gök arabalarının yerinin korunmasıyla ilgiliydi Utu; Marduk’un eline düşmemeli, dedi.

Aşağı Bölgenin efendisi Nergal vahşice talep etmekteydi: İzin verin de yok etmek için şu eski Dehşet silahları (onlar dehşet yada korku silahı derken, biz nükleer silah diyoruz) kullanılsın. İnanılmaz gözlerle öz oğluma baktım: Kardeşin kardeşe karşı dehşet silahlarını kullanmayacağına yalan yere mi yemin etmişti? Rıza yerine sessizlik vardı. Sessizliğin içinde Enlil ağzını açtı: Cezalandırılmalı; kötülük yapanlar kanatsız kuşlara döndürülmeli. Marduk ve Nabu bizi mirasımızdan yoksun ediyor; izin verin de onlarda Gök Arabalar yerinden yoksun kalsınlar!

O yeri kavurup yok edelim, diye bağırdı Ninurta; Kavuran ben olayım! Heyecanlanan Nergal ayağa kalkıp bağırdı: Kötülerin şehirleri de altüst edilmeli. Günahkar şehirleri, izin verinde ben yok edeyim; bırakın adım bundan böyle Yok Edici olsun. Tarafımızdan oluşturulan Dünyalılara zarar gelmemeli; günahkarların yanında doğrular da yanma malı, diye gürledim. Dünyalıların Yaratılmasındaki yardımcım Ninharsag da onayladı; mesele yalnızca Tanrılar arasında çözülmeli, insanlara zarar gelmemeli.

ANU SON KARARI VERİYOR: DEHŞET SİLAHLARI KULLANILSIN


Göksel meskenindeki Anu bu tartışmaları dikkatle dinliyordu. Kısmetleri belirleyen Anu sesini Göksel Mekanından işittirdi: İzin verin de Dehşet Silahları bu defalık kullanılsın, roket gemiler yeri yok edilsin, insanlara kıyılmasın. Enlil kararı böyle duyurdu: Ninurta, Kavurucu ve Nergal de Yok Edici olsun. Onlara Tanrıların sırrını açıklayacağım; onlara dehşet silahlarının saklandığı yeri göstereceğim. Biri benim biri onun olan iki oğul, Enlil’in iç odasına çağırıldı. Nergal yanımdan geçerken gözünü kaçırdı.

Heyhat diyerek sessizce haykırdım; kardeş kardeşi vuracak! Önceki zamanların tekrarlanması mı vardı kaderde? (Niburudaki savaş halinin tekerrürü-bu tekerrür yasasını tabletlerde ara sıra göreceksiniz) Enlil onlara eski zamanlara ait bir sırrı açıklıyordu; Dehşet Silahları’nı onların ellerine teslim ediyordu. Dehşetle kaplı bir parlaklığı serbest bıraktılar; dokundukları her şey toz yığınına döndü. (Moleküler parçalama) Dünya da kardeş kardeşe karşı durmayacak, hiç bir bölgeye zarar verilmeyecek, diye yalan yere yemin etmişlerdi. Yemin bozulmuştu işte, kırılmış kavanoz gibi işe yaramaz parçalara bölünmüştü. Coşkulu bir neşeyle dolan iki oğul hızlı adımlarla Enlil’in odasından çıktılar, silahlar için yola koyuldular. Diğer Tanrılar şehirlerine geri döndüler; hiç birinin kendi afetine dair bir önsezisi yoktu.

ANUNAKİLERİN GEZEGENİ: NİBİRU

Önceki zamanların ve Dehşet Silahları’nın hikayesidir.

Önceki Zamanlardan önce başlangıç; Eski zamanlarda tanrılar Dünya’ya geldiler ve Dünyalıları (insanları) oluşturdular. Ondan önceki zamanlarda tanrıların hiçbiri Dünya’da değildi, Dünyalılarda henüz biçimlendirilmemişti.

Önceki Zamanlarda tanrıların evi kendi gezegenlerindeydi; adı Nibiru‘dur. Büyük bir gezegen, ışıltısı kırmızımsı olan Nibiru, Güneş etrafında uzun bir tur atar.

Bir süre için Nibiru soğukla örtülür; turunun diğer yarısında Güneş onu güçlüce ısıtır. Nibiru’yu kalın, volkanik patlamalarla sürekli beslenen bir atmosfer sarar. Bu atmosfer her türden yaşamı destekler; onsuz ancak ölüm olacaktı! Soğuk döneminde, Nibiru’nun iç ısısını, sürekli yenilenen sıcak bir palto gibi gezegenin çevresinde tutar. Sıcak döneminde, Nibiru’yu Güneş’in kavurucu ışınlarından kalkan gibi korur. Yağmurları tam ortasında tutar ve bırakır; gölleri ve dereleri kabartır. Atmosferimiz yemyeşil bitkileri besler ve korur; sularında ve topraklarında her türden yaşamın fışkırmasına neden olur.

ANNUNAKİLER’İN KENDİ GEZEGENLERİNDEKİ TARİHLERİ

Çok ama çok uzun çağlar sonrasında bizim türümüz filizlendi; (bu benzetme tıpkı dünyadaki doğal yaşamın başlangıcı gibidir. Demekki bir çok yerde doğal yaratılma süreci vardır. Bu ise birilerinin bazı üstün özelliği olduğu için Tanrı anlamında olmadıklarının net ifadesidir. ) kendi özümüz tarafından üreyecek olan ebedi bir tohum. Sayımız çoğaldıkça atalarımız Nibiru’nun pek çok bölgesine yayıldı. Bazıları toprağı sürdü, bazıları dört ayaklı yaratıklara çobanlık etti. Bazıları dağlarda yaşadı, bazıları evini vadilere kurdu. Rekabetler oluştu; sınırlara fazla yaklaşanlar oldu, çarpışmalar yaşandı, sopalar silah oldu. Kabileler halinde toplandı boylar ve sonra iki büyük ulus karşı karşıya geldi. Kuzey ulusu güney ulusuna karşı silaha sarıldı.

NİBİRU’DA SAVAŞ VE SONRASINDA BARIŞIN SAĞLANMASI

Elde tutulan şeyler fırlatılan füzelere dönüştü; gürleyen ve parlayan silahlar dehşeti artırdı. Uzun ve şiddetli bir savaş tüm gezegeni sardı; kardeş kardeşe karşı yığılıp birikti. Hem kuzeyde hem güneyde ölüm ve yıkım vardı. Pek çok tur boyunca diyarda yıkım hüküm sürdü; tüm yaşam sönmüştü. Sonra bir ateşkes ilan edildi; sonra barış görüşmeleri başladı. Milletler birleşsin, dedi elçiler birbirine. Nibiru’nun tahtında bir kişi olsun, herkese hükmedecek bir kral. Kuzeyden ve güneyden olsun ve kurayla belirlensin, en üstün olacak bir kral.

NİBİRU’DA KRALLIK KURULUYOR

Kuzeyden olursa eğer, yanı başında eşiti olacak kraliçesini güneyden eş olarak alsın. Güneyden seçildiyse eğer, kurayla, eşi kuzeyden bir kadın ola. Karı koca olsunlar ve tek beden oluştursunlar. İlk doğan oğulları tahtın varisi olsun; böylece birleşmiş bir hanedan kurulup Nibiru üstünde sonsuza dek birlik kurula. Yıkıntıların tam ortasında başladı barış. Kuzey ve güney evlilik bağıyla birleşti. Kraliyet tahtı bir bedende birleşti, kesintisiz bir krallık silsilesi kuruldu. Ali İmran S.103(Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle açıklıyor.)

Barışın sağlanmasından sonraki ilk kral, kuzeyin bir savaşçısı, yiğit bir komutandı. Dürüst ve adil kurayla seçildi; birlik ilanı kabul edildi. Meskeni için muhteşem bir şehir kurdu; adı Agage’ydi., birlik anlamına. Saltanatı için ona bir kraliyet ünvanı bahşedildi; An‘dı bu, Göksel Olan anlamına. Zor kullanarak tüm topraklarda düzeni tekrar sağladı; yasalar ve kurallar ilan etti. Her bir ülke için valiler atadı; onların ilk işi yeniden inşa ve tarıma elverişli hale getirmekti.

Kraliyet yıllıklarında ondan şöyle söz edilmişti: Ülkeleri birleştiren, Nibiru’da barış sağlayan An. (Bu Kuran’da Zülkarneyn tarifidir. Tabletler byunca dikkat ediniz! Bir sonraki tarihi bir olayın kendinden bir önce bir benzeri vardır. Buda şu demektir, TÜM ZAMAN BİR SÜREYE KADAR (2280) AYNI TEKERRÜR İÇİNDE DÖNGÜDEDİR.)

An.Yeni bir şehir inşa etti; kanalları onardı; halka gıda sağladı, topraklarda bereket vardı. Eş olarak kendine güneyden bir kız seçti; hem sevgisi hem de savaşçılığıyla ünlenmişti kız. (Bu Kadın tarifide savaşçı Türk kadının tarifidir) An.Tu idi kraliyet ünvanı; An’ın eşi olan önder. Bu ad ona pek akıllıca verilmişti. An’a üç oğul ve bir kız doğurdu. İlk oğluna An.Ki adını verdi. An sayesinde Sağlam Bir Temel anlamında.

Oğul tahtta yalnız otura kaldı; eş seçimi iki kez ertelendi. Onun hükümdarlığında saraya cariyeler getirildi; bir oğul sahibi olamadı.

Böyle başlayan hanedan, An.Ki’nin ölümüyle kesintiye uğradı; kurala göre tahta çıkacak bir evladı yoktu. İlk oğul olmasa da ortanca oğul yasal varis ilan edildi. Üç erkek kardeşten biriydi, gençliğinden beri annesi ona sevgiyle, ortada olan anlamına İb derdi. Kraliyet yıllıklarına göre ona An.İb dendi; Krallıkta göksel, nesillerde ise An’ın oğlu olan anlamına.

Babası An’ın ve abisi An-ki nin ardından Nibiru tahtına çıktı; sayarsak, tahta çıkan üçüncü kraldı. Küçük kardeşinin kızını (yeğen) kendine eş seçti. Ona Nin.İb denildi, İb’in hanımı. An.İb’in, Nin.İb’ten bir oğlu oldu; tahtın varisi oydu, sayarsak kralların dördüncüsü. Kraliyet ünvanının An.Şar. Gal adıyla bilinmesini istedi; An’ın prensi prenslerin en büyüğüdür anlamına. Üvey kız kardeşi olan eşi Ki.Şar.Gal ise eşit biçimde adlandırılmıştı. Bilgi ve anlayış kralın başlıca hırsıydı. Göğün usullerini büyük bir gayretle inceledi. (Astronomi-Uzay bilim)

KRALLIKTA ARDILLIK KURALLARINDA KAFALAR KARIŞIYOR. BİR YANDAN DA NİBİRU TEKNOLOJİK GELİŞİM GÖSTERİYOR.

Nibiru’nun büyük turunu araştırdı; uzunluğunun bir şar olduğunu sabitledi ( 3600 yıl). Nibiru’nun bir yılıydı bu ölçü; kraliyet saltanatları bununla sayılıp kaydedilecekti. Şar’ı on kısma ayırdı, bundan böyle kutlanacak iki bayram ilan etti. Güneşin çevresine en yakın olunduğunda sıcaklık bayramı kutlanacaktı. (hıdrellez-bahar bayramı) Nibiru en uzaktaki köşesine vardığında, soğukluk bayramı (Yanılmıyorsam ismi Nargutan olan eskiden ber kutlanan Türk kültüründe soğukluk ‘kış’ bayramı, onun bir eşide Noel denebilir) duyurulacaktı. Kabilelerin ve ulusların tüm eski bayramlarının yerine, halkı birleştiren iki bayram tesis edildi. Karı kocanın, oğullar ve kızların kanunlarını belirledi.

Savaşlardan dolayı erkeklerin sayısı azalmış, kadınlar çoğunlukta kalmıştı. Bir erkeğin bilmek için birden fazla kadın alabileceğini ilan etti. (Aynı şey dünyada savaşlardan sebep dul kalmış kadınlarla nüfuz artışı için evlenilmesi gibi) Kanuna göre, resmi eş olarak tek bir eş seçilecek ve ilk hanım olarak anılacaktı. Kanuna göre, ilk doğan erkek evlat babasının ardılıydı. Bu kanunlara göre, kısa süre sonra akıllar karıştı; eğer ilk oğul ilk hanımdan doğmadıysa, ama sonrasında ilk hanım bir oğul, kanuna göre yasal varis olacak bir erkek doğurduysa, tahta kim çıkacaktı?

Şar sayısına göre ilk doğan erkek evlat mı? İlk hanımdan doğan erkek evlat mı? İlk oğul mu? Yasal varis mi? Mirası kim alacaktı? Ardılı kim olacaktı? An.Şar.Gal’ın saltanatı sırasında, Ki.Şar.Gal ilk hanım olarak ilan edildi. Kralın üvey kız kardeşlerinden biriydi. An.Şar. Gal’ın saltanatı sırasında, cariyeler saraya tekrar getirildi. Cariyeler de oğullar ve kızlar doğurdular krala. Birinden doğan oğul ilk doğandı; ilk oğul bir cariyeden doğmuştu. Ardından Ki.Şar.Gal bir oğlan doğurdu.

Kanuna göre yasal varis o değildi; ilk oğul değildi. Sarayda Ki.Şar.Gal’in öfkeyle bağıran sesi yükseldi: Kurallar gereği ilk hanımdan doğmuş olan oğlum ardıllıktan menedilecekse, çifte tohum ihmal edilmeye! Farklı annelerden doğmuş olsak ta kral ve ben aynı babanın çocuklarıyız. Bu nedenle (ortanca)oğlum İb babamız An’ın (ilk seçilen Kral’ın) çifte (hem anne hemde baba tarından) tohumunu taşımaktadır.

Tohumun Kanunu bundan böyle Eşlik Kanunundan üstün gele!

Bundan böyle, bir üvey kız kardeşten bir oğul ne zaman doğarsa doğsun, diğer tüm oğullardan üstün tutulsun ardıllıkta! An.Şar.Gal derinden düşünüp, tohumun kanununa iltimas geçip, benimsedi: Bununla eşler ve cariyelerden, evlenmeler ve boşanmalardan doğanlarda akıl karışıklığından kaçınılacaktı. Mecliste kraliyet danışmanları ardıllık için Tohumun Kanununu benimsediler. Kralın emriyle, yazıcılar bu emri kayda geçirdiler. Böylece Tohumun Kanununa göre tahta çıkacak bir sonraki kral ilan edilmiş oldu. Ona kraliyet ünvanı olarak An.Şar denildi. Tahta çıkan beşinci kraldı. Şimdi bu, An.Şar’ın saltanatının ve onu izleyen kralların hikayesidir.

NİBURU’NUN İKLİMİ DEĞİŞİYOR, ATMOSFER ZARAR GÖRÜYOR. BAZI ONARMA GİRİŞİMLERİNDEN SONUÇ ALINAMAYINCA KURTULUŞ ÇARESİ DİĞER GEZEGENLERDE ARANIYOR.

Kanun değişince, diğer prensler rıza gösterdiler. Söylendiler ama başkaldırmadılar. An.Şar eş olarak kendine üvey kız kardeşini aldı. Onu İlk Hanım yaptı; Ki.Şar adıyla anılacaktı. Böylece hanedan bu kanunla devam etti. An. Şar’ın saltanatında tarlaların ürünleri zayıfladı, meyveler ve tahılların bereketi azaldı. Turdan tura Güneş’e yaklaştıkça sıcaklık arttı; uzaktaki meskende serinlik daha çok keskindi. Tahtın kenti Agade’de kral, anlayışı büyük olanları bir araya topladı.

Bilgisi büyük olan eğitimli alimlere sorgulamaları emredildi. Ülkeyi ve toprağı incelediler, gölleri ve dereleri sınadılar. Daha öncede olmuş, diyerek yanıtladı bazısı: Geçmişte de Nibiru ya daha soğumuş ya daha da ısınmıştı. Nibiru’nun turunda bir kader yer etmişti. Turu gözlemleyen diğer bilgililer, Nibiru’nun kaderini suçlamayı düşünmediler. Bulduklarına göre, atmosferde bir bozulma meydana gelmişti. Atmosferin ceddi olan yanardağlar daha az duman püskürtüyordu. Nibiru’nun havası incelmişti; koruyucu kalkan güçten düşüp zayıflamıştı.

An.Şar ve Ki.Şar’ın saltanatında, tarlalara hastalık musallat oldu, ne kadar uğraştılarsa da boşuna. Onların oğlu En.Şar geçti tahta sonra; hanedanın altıncı kralıydı. Adı geliyordu Şar’ın Azametli Efendisi anlamına. Büyük anlayışla doğmuştu, çokça öğrenip çokça bilgiler edinmişti. Belalara çare bulmanın yollarını aradı; Nibiru’nun göksel turunu epey inceledi. Çizdiği ilmek içinde, Güneş ailesinin beş üyesini, göz kamaştırıcı güzellikteki o gezegenleri kucaklıyordu.

Belalara çare bulmak için En.Şar bunların atmosferlerini inceletti. Her birine birer ad verip atalarını onurlandırdı; onları göksel çiftler gibi düşünmüştü. Karşılaşılan ilk ikisine, ikizleri andıran gezegenlere An ve Antu dedi. Nibiru’nun turunun ötesinde boyutları en büyük olan Anşar (Satürn) ve Kişar ( Jüpiter) vardı. Diğerlerinin arasında bir haberci gibi dolaşana Gaga (Plüton) dendi; bazen karşılaşıyordu Nibiru ilk bununla. Güneşin etrafında dolanıp ta Nibiru’yu selamlayanların hepsi beş taneydi.

Bunların ötesinde, sanki bir sınırmışçasına, Dövülmüş Bilezik ( Dünya ve Jüpiter arasındaki asteroid kuşağı ) dönmekteydi Güneşin etrafında. Göğün felaketle dolu yasak bölgesinin muhafızıymış gibi onu korumaktaydı. Güneş’in diğer çocuklarının sayısı dörttü ve bilezik onların davetsiz misafirlere karşı kalkanıydı. En.Şar karşılamaya çıkan beşlinin atmosferlerini incelemeye koyuldu. Tekrarlayan turlarda, Nibiru’nun beş ilmeği boyunca bunlar dikkatle tarandı. (Bu gün Nasa’nın yaptığı aynı şeydir)

DÜNYA KEŞFEDİLİYOR.
NİBİRU’NUN ATMOSFERİ İSE HER GEÇEN GÜN KÖTÜLEŞİYOR

Ne tür atmosfere sahip oldukları gözlemlenip, gök arabalarıyla yoğun biçimde incelendi. Bulgular akıllara durgunluk verdi, keşifler akılları karıştırdı. Turdan tura Nibiru’nun atmosferindeki bozulma daha çok kötüledi. Bilginlerin meclislerinde çareler arzuyla tartışıldı, yarayı sarmanın yolları aceleyle gözden geçirildi. Gezegeni kucaklayacak yeni bir kalkana girişildi; yukarı fırlatılanların hepsi aşağıya, yere indi. Bilgililerin meclislerinde, püsküren yanardağlar incelendi.

Atmosfer püsküren yanardağlarla oluşmuştu; yarası ise onların püskürmesinin zayıflamasıyla ortaya çıkmıştı. Yeni püskürmeleri teşvik edecek şeyler icat edelim, volkanların tekrar kusmasını sağlayalım, diyordu bir grup alim. Bu işin nasıl yapılacağına, püskürmenin hangi araçla sağlanacağına dair, hiç biri krala bilgi veremedi. En.Şar’ın saltanatı sırasında göklerdeki gedik daha da büyüdü. Yağmurlar durdu; rüzgar daha sert esti, pınarlardan derinlerden çıkıp yükselemediler.

Topraklarda bir lanet vardı; anaların memeleri kurumuştu. Sarayda huzursuzluk vardı; lanet orada da tutunmuştu. En.Şar ilk hanım olarak kendine, Tohumun Kanununun emrettiği gibi bir üvey kız kardeş seçti. Nin.Şar dendi ona, Şarların Hanımı. Bir oğul doğuramadı. Bir cariyeden doğdu En.Şar’ın oğlu; ilk oğul oydu. İlk hanımı ve üvey kız kardeşi Nin.Şar’dan bir oğlu olamadı. Ardıllık kanununa göre, cariyenin oğlu tahta çıktı, saltanatın yedinci kralıydı. Kraliyet ünvanı Du.Uru idi; Konutta biçimlenmiş olan anlamına.

Gerçekten sarayda değil de Cariyeler konutunda düşmüştü rahme. Du.Uru eş olarak kendine gençliğinden beri sevdiği bir kızı aldı; İlk Hanım tohumundan dolayı değil, aşktan dolayı seçilmişti. Kraliyet ünvanı Da.Uru oldu; Yanımda Olan Kadın’dı anlamı. Sarayda akıllar çok karıştı. Oğullar varis, eşler üvey kız kardeş değillerdi. Ülkede ızdırap artıyordu. Tarlalar bereketi unuttu, halk arasında doğurganlık azaldı. Sarayda bereket yoktu, ne oğullar ne kızlar doğuyordu. An’ın tohumundan olan yedi hükümdar gelip geçmiş ama sonra onun tahttaki tohumu kurumuştu.

ATMOSFERİN ONARILMASINDA ALTIN TOZU DİKKAT ÇEKİYOR

Da.Uru sarayın girişinde bir çocuk buldu; onu oğlu olarak kucakladı. Sonunda Du.Uru da onu oğul benimsedi, onu Yasal Varis ilan etti ve ona Lahma denildi, kuruluk anlamına. Sarayda prensler homurdanmakta; Danışmanlar Meclisi şikayet etmektedir. Sonunda Lahma tahta çıktı, An’ın tohumundan değildi ama sekizinci kral oldu. Eğitimlilerin meclislerinde, gediği iyileştirmek için iki öneride bulunulmaktaydı. Biri adı altın olan bir maden kullanmaktı. Nibiru üstünde bu metal çok azdı; Dövülmüş Bileziğin (Dünyadan sonraki bölümdeki asteroid kuşağı ) iç kısmında ise çok bol.

En ince toz haline gelene dek dövülebilen tek maddeydi bu; göğün yükseklerine ulaştırılınca havada asılı kalabilecekti. Böylece gedik tekrar tekrar doldurmalar ile kapanacak, daha iyi koruyacaktı. Gök sandalları inşa edile, göksel bir filo altını Nibiru’ya getire! Diğerleri ise Dehşet Silahları oluşturalım, diyorlardı; yeri sarsıp gevşetecek, dağları ayırıp parçalayacak silahlar. Füzelerle yanardağlara saldıralım, ataletlerini harekete geçirelim ki püskürmeleri arta, atmosfer yenilene, gedik ortadan kaybola!

Lahma karar veremeyecek kadar güçsüzdü; hangisini seçeceğini bilemiyordu. Nibiru bir tur tamamladı, Nibiru iki şar saymaya devam etti. Tarlalardaki bela azalmadı. Yanardağların püskürmesi atmosferi onarmadı. Üçüncü şar geçti, dördüncü sayılıyordu. Altın elde edilmemişti. Ülkede çekişme çoğaldı; yiyecek ve su azalmıştı. Ülkede birlik bozuldu; suçlamalar giderek arttı. Saraya alimler gidip geliyorlardı; danışmanlar durmaksızın içeri girip dışarı çıkmaktaydı. Kral onların sözlerine kulak asmadı; adı Lahama olan karısını dinliyordu sadece.

LAHMA İŞİ KADERE BIRAKIYOR, TEPKİLER ARTIYOR, İSYAN BAŞLIYOR

Kader buysa, demişti kadın, Her Şeyin Büyük Yaratıcısına yalvarıp yakaralım. Tek umut yalvarıp yakarmakta, eyleme geçmekte değil! Sarayda prensler huzursuzlanıyor, suçlamalarını krala yöneltiyorlardı. Çare yerine daha büyük felaketleri çağırıyor akılsızca, mantıksızca! Eski depolardan çıkartıldı silahlar; en çok konuşulan şeydi isyan. Silaha ilk sarılan kişi saraydaki bir prensti. Vaatlerde bulunup diğer prensleri de kışkırttı; adı Alalu’ydu. Lahma kral olmasın artık, diye bağırdı. Kararsızlığın yerine geçsin karar!

Gelin kralın güvenini sarsalım mekanında; tahtı bırakmasını sağlayalım! Prensler onun sözlerine kulak verip sarayın kapısına koşturdular; taht odasına, onun yasaklanmış girişine üşüşen sular gibi saldırdılar. Kral sarayın kulesine kaçtı; Alalu onun peşine düştü. Kulede bir çarpışma yaşandı ve Lahma kuleden düşüp öldü. Lahma yok artık, diye bağırdı Alalu. Coşku ve neşeyle ilan etti; kral öldü! Taht odasına koşturan Alalu tahta kendisi kuruldu. Hakkı yada meclis kararı olmaksızın, kendini kral ilan etti. Ülkede birlik kaybolmuştu; bazıları Lahma’nın ölümüne sevindi, bazıları Alalu’nun ettiğine üzüldü.

KRALLIK SAVAŞI DEVAM EDİYOR, ALALU KRAL OLUYOR

Şimdi bu Alalu’nun krallığının ve Dünya’ya gidişin hikayesidir. Ülkede birlik kaybolmuştu, krallık konusunda pek çok kişi zarar görmüştü. Sarayda prensler çalkalanmakta, mecliste danışmanlar üzgündü. An’dan başlayarak tahta çıkmıştı ardıllar, babadan oğula sürmüştü bu; sekizinci olan Lahma bile evlat edinilmiş bir oğul ilan edilmişti. Alalu da kimdi? Yasal varis miydi, İlk Oğul muydu? Hangi hakla el koymuştu, kral katili değil miydi o? Yargılayan yedilerin huzuruna çağırıldı Alalu; kısmeti orada ele alınacaktı.

Anşargal’e dayanır soyum, diye iddia etti yargıçların huzurunda. Atam onun bir cariyeden doğan oğluydu, adı Alam’dı. Şarlar hesabında Alam ilk oğul idi; taht ona aitti. Gebe kalan kraliçe onun haklarını bir kenara attı. Tohumun kanununu çıkarıverdi hiç yoktan, kendi oğluna krallık sağladı. Alam’ı krallıktan etti; onun yerine bunu oğluna bağışladı.

Alam’ın süregelen soyundanım ben; Anşargal’ın tohumu benim içimde. Yargılayan yediler, Alalu’nun sözlerini dikkatle dinlediler. Meseleyi danışmanlar meclisine aktardılar ki, hakikat mi uydurma mı kesinleşsin. Kayıtlar evinden çıkartılan kraliyet yıllıkları getirilip büyük bir dikkatle okundu. İlk kraliyet çifti An ve Antu idi; üç oğulları vardı, hiç kızları olmamıştı. İlk oğul Anki idi; tahtta iken ölmüş ve çocuğu olmamıştı. Onun yerine ortanca oğul tahta çıkmıştı; Anib’di adı.

Anşargal onun ilk oğluydu; tahta çıkmıştı. Onun ardından ilk oğulun tahta çıkması kuralı sürmedi; ardıllık kanununun yerini tohumun kanunu aldı. Bir cariyenin oğluydu ilk oğul; tohumun kanununa göre krallıktan mahrum edilmişti. Krallık Kişargal’in oğluna bahşedildi; kralın üvey kız kardeşiydi, işte buydu sebebi. Cariyenin oğlundan, ilk oğuldan söz etmiyordu yıllıklar. Onun soyundanım ben, diye haykırdı Alalu danışmanlara. Ardıllık kanununa göre krallık ona aitti; ardıllık kanununa göre krallık şimdi benim hakkım.

Kuşkulu danışmanlar Alalu’dan bir hakikat yemini etmesini istediler. Alalu ölüsü dirisi üstüne yemin etti; meclis artık onu kral görmekteydi. Yaşlıları çağırdılar, prensleri topladılar; onların huzurunda kararı açıkladılar. Prensler arasında genç bir prens öne çıktı; krallık hakkında bir kaç şey söylemek istiyordu. Ardıllık yeniden gözden geçirilmeli, dedi toplananlara. Ne ilk oğul ne de bir kraliçeden doğan oğul olsamda saf bir tohumdan geliyorum. An’ın özü içimde korundu, hiç bir cariye onu sulandırmadı.

Danışmanlar onun sözlerini hayretler içinde dinliyorlardı; genç prens toplananlara biraz daha yaklaştı. Ona adını sordular. Anu’dur; büyükbabam An’ın adı verilmiştir bana. Onun seceresini soruşturdular ve o da onlara An’ın üç oğlu olduğunu hatırlattı. Anki ilk oğuldu; oğlu veya kızı olamadan öldü. Anib, ortanca oğuldu; Anki’nin yerine tahta çıktı. Anib, küçük kardeşinin kızını eş almıştı; onlardan beridir süren soy yıllıklara kaydedilmişti. An ve Antu’dan, en saf tohumlardan birinden doğan bu en küçük oğul kimdi?

Danışmanlar merakla birbirlerine baktılar. Enuru idi adı, diye bildirdi Anu onlara; o benim atamdı. Eşi Ninuru onun üvey kız kardeşiydi, oğlu ise ilk oğul; adını Enema koydular. Onun eşi de üvey kız kardeşiydi; tohum ve ardıllık kanunlarına göre Enema’ya bir oğul doğurdu. Nesiller işte bu saf soydan, kanuna ve tohuma göre kusursuz olan soydan geldiler. Ana babam bana atamız An’ın adını onurlandırarak Anu ismini verdiler; tahttan azledildik ama An’ın saf tohumundan azledilmedik!

Pek çok danışman, kral Anu ola, diye bağrıştı. Alalu azledile! Diğerleri ise ihtiyatlı olalım dediler. Çekişmeyi önleyelim, birliği bozmayalım. Alalu’yu huzura çağırıp keşfedilenleri anlattılar. Alalu, prens Anu’ya kucaklayan kolunu uzattı ve Anu’ya şöyle dedi. Farklı evlatlardan gelse de soylarımız, tek bir atadan geliyoruz. Birlikte esenlik içinde yaşayalım ki bolluk bereket Nibiru’ya dönsün. Ben tahtta kalayım, sen de ardılım ol. Sonra meclise seslendi. Anu veliaht olsun, izin verinde ardılım olsun.

ALALU DA BAŞARISIZ OLUR, ANU TAHTA GEÇER

Oğlu kızımı eş alsın, ardıllık birleşsin. Anu meclisin önünde saygıyla eğilip toplananlara şunu açıkladı. Alalu’nun sakisi olacağım, bekleyen ardılı olacağım; oğullarımdan biri onun kızlarından birini gelin seçecek. Meclisin kararı buydu; kraliyet yıllıklarına böyle yazıldı. Alalu işte bu şekilde tahtta kaldı. Bilgeleri, alimleri ve komutanları toplayıp onlara danıştı; karar vermek için çok bilgi derledi. Gök sandalları inşa edile, diye karar verdi; dövülmüş bilezik ( dünyada sonra gelen bölümdeki asteroid kuşağı) içinde altın aranacaktı.

Sandallar parçalanıp ezildi dövülmüş bilezik içinde; hiçbiri geri dönmedi. Dehşet silahları Nibiru’nun derinliklerini kesip aça, yanardağlar tekrar patlaya, diye emretti gene. Göğe çıkan arabalar dehşet silahlarıyla donatıldı; göklerden atılan dehşet füzeleri yanardağlara çarptı. Büyük parıltılar gök gürültüleriyle patladıklarında dağlar sallandı, vadiler titredi. Ülkede pek çoktu sevinenler; bolluk bereket beklentisi vardı. Sarayda Anu, Alalu’nun sakisiydi.

Alalu’nun ayaklarına kapanmakta, içki kadehini Alalu’nun eline vermekteydi. Alalu kraldı; Anu’ya bir hizmetkar gibi davranıyordu. Ülkede azaldı sevinenler, yağmurlar hala gelmemiş, rüzgar sertleşir olmuştu. Yanardağların püskürmeleri çoğalmadı, atmosferdeki gedik kapanmadı. Göklerde Nibiru turlayarak rotasında devam etti; turdan tura sıcaklık ve soğukluk giderek dayanılmaz oldu. Nibiru halkı krallarına hürmet etmez oldular, rahatlama sağlayacağına sefil etmişti onları.

Alalu tahtında kaldı. Prensler arasında önde geleni, güçlü ve bilge Anu onun huzurunda duruyordu. Alalu’nun ayaklarına kapanıyor, içki kadehini Alalu’nun eline veriyordu. Dokuz sayılan dönem boyunca Alalu, Nibiru’da kral oldu. Dokuzuncu şar da Anu, Alalu’ya savaş açtı. Çıplak, silahsız, yumruk yumruğa meydan okudu Alalu’ya. Kazanan kral olsun, dedi Anu. Meydanın ortasında birbirleriyle boğuştular; kapıların söveleri ve duvarlar sallandı. Alalu diz büktü; yüz üstü yere kapaklandı.

Alalu bu dövüşten yenik çıktı; Anu alkışlanarak kral ilan edildi. Anu konvoy eşliğinde saraya götürülürken; Alalu saraya dönmedi. Kalabalıkların arasından gizlice uzaklaştı; (Kendisinin sebep ölümüne sebep olduğu) Lahma gibi ölmekten korkuyordu. Hiç kimsenin haberi olmaksızın, gök arabalarının yerine seğirtti hızla. Füze fırlatan bir arabaya tırmandı Alalu ve kapağını ardından kapadı. Ön kısımdaki odaya girdi ve komutanın yerine yerleşti. Yolu göstereni aydınlattı; odaya mavimsi bir pırıltı dolarken ateş taşlarını karıştırdı; uğultuları bir müzik gibi büyüleyiciydi.

Arabanın büyük fişeğini canlandırdı; kırmızımsı bir parlaklık yaymaktaydı. Hiç kimsenin haberi olmaksızın, Alalu gök geminin içinde Nibiru’dan kaçtı. Alalu rotasını kar renkli Dünya’ya çevirdi, başlangıca ait bir sır sebebiyle seçmişti bu hedefi.


UYARI

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.