SÜMER TABLETLERİ – TANRI
ENKİ’NİN SÖZLERİ 1. TABLET
Tabletler Şanınızı,(varlık)
geçmişinizi, geleceğinizi, ilk yaratmayı, evrenin başlangıcını, insanın
oluşumundaki yaratılış gizemini akledin diye tarihler boyu muhafaza edilip bize
kadar ulaştırıldı. Tabletler gün yüzüne çıktı Kuran ve diğer din kitapları ile
mutabakat kaldığı gözler önüne serildi.
"Kuran ve diğer din kitapları Sümerlerin bilgilerinden kopyalanmış
olabilir mi?.. " Sorusu akılları karıştırmaktadır..
Okuyacağınız bilgiler bir
mitolojimi değilmi, anlatılan olayların gerçeklikle ne kadar ilgisi var buna
siz karar veriniz !..
Tabletler boyunca Anlatım diline ve ayetlerle olan uyuma dikkat ediniz!
GÜNEŞ SİSTEMİNİN YARATILIŞ
HİKAYESİ
(Okuyacaklarınız yaşamdan
önce güneş sisteminin oluşmasının anlatımıdır. Bu kısımdaki Tanrılar diye
adlandırılanlar gezegenlerdir. Güneş sisteminde olan bitenler, onların
birbiriyle olan çarpışmaları ve galaksinin bu günkü düzenin oluşması
gezegenlerin ağzından DOLAYLI anlatım olarak aktarılmıştır)
Fussilet S.11. Sonra
duman halindeki göğe yönelerek ona ve yere, ‘İsteyerek veya istemeyerek
(kaostan çıkıp) gelin,’ dedi. Onlar da, ‘İsteyerek geldik,’ dediler.
Evrenin başlangıcı ve
gezegenlerin nasıl yaratıldıklarının hikayesidir. Başlangıçta,
yükseklerde göksel tanrılar (gezegenler) henüz isimlendirilmemişken ve aşağıda
ki, sağlam zemin henüz çağrılmamışken, Apsu ( Güneş) , onların ilksel
vücuda getiricisi, boşlukta tek başına mevcuttu. Yukarının yükseklerinde göksel
tanrılar henüz yaratılmamışlardı. Aşağının sularında göksel tanrılar henüz
ortaya çıkmamıştı.
Yukarıda ve aşağıda,
tanrıların (gezegenlerin) hiçbiri vücuda gelmemişti; hiçbirinin adı yoktu,
kaderleri belirlenmemişti. Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı.
Yapayalnız hüküm sürüyordu boşlukta Apsu (Güneş).
Derken onun rüzgarlarıyla
ilksel sular birbirine karıştı, Apsu (güneş) sular üstüne ilahi
ve hünerli bir büyü yaptı. Boşluğun derinliğinde derin bir uyku döktü. Hepsinin
anasını Tiamat’ı ( Dünya’nın atası, Dünya’nın parçalanmadan
önceki hali) kendine eş olarak biçimlendirdi. Göksel ana, nasıl da sulak
bir güzeldi o.
Onun yanına Apsu, sonradan
küçük Mummu‘yu (Merkür) oluşturdu, onu kendine haberci atadı; Tiamat’a
hediye olarak sundu. Apsu eşine ışıltısı göz alan bir
hediye verdi: Parıldayan bir metal, ebedi altın,; yalnızca onun olacaktı.
İşte o zaman bu ikisinin suları birbirine karıştı, tam ortalarında ilahi
çocuklar şekillendi. Bu göksel varlıklar erkek ve dişi yaratıldılar; Lahmu (
Mars) ve Lahamu ( Venüs)adlarıyla çağrıldılar. Aşağıda, Apsu ve
Tiamat onlara bir mesken yaptı.
Onlar yaşlanmadan önce tayin
edilmiş bir boyuta göre boyca; yukarının sularında Anşar (Satürn)
ve Kişar (Jüpiter) biçimlendi. Kardeşlerini bastırıyorlardı boyca. Bu
ikisi bir göksel çift olarak biçimlendirilmişti; Uzak göklerdeki bir oğul
olan Anu ( Uranüs) onların varisiydi. Sonra Antu, ona eş olsun,
diye; Anu’nun eşiti olarak vücuda getirildi, yukarı suların sınırı oldu
meskenleri. İşte aşağıda ve yukarıda üç göksel çift, derinliklerde böyle
yaratıldı.
Bu adlarla bilindi Apsu’nun,
(Güneşin) Mummu (Merkür) ve Tiamat (Dünyanın ilk hali) ile birlikte
kurduğu aile.
O sırada Nibiru daha hiç
görünmemişti, Dünya henüz vücuda gelmemişti. Göksel sular birbirine
karışmış haldeydi daha, dövülmüş bilezik ile birbirinden ayrılmamıştı. O
sırada daha tam olarak biçimlenmemişti turlar, tanrıların (gezegenlerin)
kaderleri kesin olarak emredilip ilan edilmemişti. Bu göksel akrabalar
birleşip gruplaştılar; usulleri ortalık karıştırıcıydı. Apsu (Güneş)
onların usullerini tiksindirici gördü.
İleri geri gidip
gelirken Tiamat’ı rahatsız ettiler, ( gezegenler yörünge oluşturmaya
çalışırken oluşan kaos) giderek öfkelendi ve kızdı. Yanı başında yürüyecek bir
kalabalık (uydular) oluşturdu, Apsu’nun oğullarına karşı kükreyen, ileri atılan
bir ordu (uydular) ortaya çıkardı. Ayrıca bu türden on bir tane (on
bir uydusu oldu) doğurdu; ordusunu oluşturanlar arasında, ilk doğan
olan Kingu’yu ( Ay’ın atası) baş yaptı. Göksel tanrıların kulağına
gittiğinde bu, toplandılar aceleyle. Kingu’yu yüceltmiş, ona An komutanlığı
rütbesi vermiş, dediler birbirlerine. Göğsüne bir kader tableti tutturmuş,
kendine has turu olsun demiş.
NİBİRU GEZEGENİ ORTAYA
ÇIKIYOR
Tanrılara karşı savaşmasını
söylemiş evladı Kingu’ya. Kim karşı duracak Tiamat’a, diye sordu tanrılar
birbirlerine. Hiç biri turundan vazgeçip öne çıkmadı, hiç biri böyle bir savaşa
uygun silahla donanmamıştı. Tam o sırada, derinin kalbinde (uzak bir
sistemde) bir tanrı (gezegen) ortaya çıktı. Bir kısmetler odasında,
bir kaderler yerinde doğmuştu. Hünerli bir yaratıcının elinden çıkmıştı; kendi
güneşinin oğluydu o. Doğduğu yer olan derin’den aceleyle fırlayıp ailesinden
ayrıldı bu tanrı (gezegen)
Yanında yaratıcısından bir
armağan olan yaşam tohumunu taşıyordu. Yolunu boşluğa çevirdi; yeni bir kader
arıyordu. Boşlukta gezinen bu göksel varlığı ilk gören, hep izleyen Antu (
Uranüs’ün ikizi, sonradan muhtemelen Nibiru’nun uydularından biri oldu) Ne
cezbediciydi bu, bir ışıltı yaymaktaydı. Gidişi tanrılara layıktı, rotası çok
ama çok genişti. Tüm tanrılar arasında en ulusuydu o, hepsinin turundan büyüktü
turu. Onu ilk gören Antu oldu; memelerini emmemişti hiç bir çocuk (uydusu
yoktu). Gel oğlum ol diye seslendi ona. Anan olayım senin.
Ağını fırlattı ve ona hoş
geldin, diyerek rotasını amaca uygun kıldı. (Antu Nibiru’nun uydusu oluyor)
Onun bu sözleri yeni gelenin kalbini gururla doldurdu; onu emzirecek olan
yüzünden, mağrurdu. Başı boyca iki kat büyüdü; yanı başından dört uzuv
filizlendi. ( dört uydusu oldu) Kabul anlamında kıpırdadı dudakları;
aralarından tanrısal bir alev fışkırdı ileri doğru.(yerçekimi etkisiyle oluşan
elektromanyetik gerilim) Rotasını Antu’ya çevirdi, kısa süre sonra yüzünü
Anu’ya ( uranüs) gösterecekti. Anu onu gördüğünde, oğlum, oğlum diyerek bağırdı
coşkuyla.
Seni önderliğe atayacağım,
yanı başında bir ordu hizmetkarların olacak. Adın Nibiru ola, sonsuza dek
bilinecek bir geçiş. Saygıyla eğildi Nibiru’ya, yüzünü Nibiru’nun geçişine
çevirdi. Ağını yaydı ve Nibiru için dört hizmetkar ortaya çıkardı.( Nibiru
Üranüs’ün dört uydusunu çalıyor) Yanı başında ordu şunlar olacaktı: güney
rüzgarı, kuzey rüzgarı, doğu rüzgarı, batı rüzgarı. Kalbi neşe ile dolan Anu,
atası Anşar’a (Satürn- Uranüs geçmişte muhtemelen Satürn’ün bir uydusuydu)
Nibiru’nun gelişini duyurdu. Haberi işiten Anşar (Satürn) hemen yanı başındaki
Gaga’yı (pluton) haberci olarak ileri yolladı ki;
Anu’ya bilgece sözler
götürsün, Nibiru’ya bir görev versin. Yüreğinden geçenleri söylemesi ve Anu’ya
şöyle demesi için Gaga’yı görevlendirdi. Bizi doğuran Tiamat (Dünyanın devasa
eski hali) şimdi tiksinmekte bizden, savaşçı bir ordu kurdu, kuduruyor
öfkesinden. Tanrılara, çocuklarına karşı duran on bir savaşçı yürüyor yanı
başında, (Dünya’nın atası Tiamat’ın o zamanlar on bir uydusu vardı) Aralarında
Kingu’yu yüceltti; onun göğsüne bir kader tutturdu haksız yere. Onun ağusuna
direnebilecek tanrı yok içimizde, ordusu korku saldı içimize.
NİBİRU GEZEGENİ TİAMAT
GEZEGENİNE DOĞRU GÜNEŞ SİSTEMİNE ÇEKİLİYOR
İntikamcımız olsun Nibiru.
Tiamat’ı yene, yaşamlarımızı kurtara. Ona bir kısmet biç; öne çıkıp kudretli
düşmanımızla yüzleşsin. Gaga Anu’ya doğru yola çıktı; Anu’nun huzurunda eğilip
saygıyla, Anşar’ın sözlerini tekrarladı. Anu da Nibiru’ya atasının sözlerini
tekrarladı; Gaga’nın mesajını ona açıkladı. Nibiru bu sözleri şaşkınlıkla
dinledi; çocuklarını yiyip yutacak olan ananın hikayesine kulak verdi merakla.
Demeye gerek yok, yüreğinde zaten vermişti kararı, Tiamat’a karşı duracaktı.
Ağzını açıp Anu’ya ve
Gaga’ya şöyle dedi: Tiamat’ı yenecek, yaşamlarınızı kurtaracaksam, kaderimi en
üstün kılacak bir mecliste toplansın tanrılar. Mecliste karar alsın tanrılar;
beni önder yapsınlar ve buyruğuma boyun eğsinler. Lahmu (mars) ve Lahamu
(Venüs) bunu duyduklarında elemle haykırdılar: Ne tuhaf bir talep, anlamı
hiç anlaşılmıyor. Böyle dediler. Kısmetleri açıklayan tanrılar birbirlerine
danıştılar; Nibiru’yu intikamcıları yapmaya karar verdiler hep birlikte, ona
yüceltilmiş bir kader emrettiler.
Bugünden itibaren,
buyruklarına meydan okunmaz ola, dediler ona. Aramızdan hiç bir tanrı senin
sınırlarını çiğnemeyecek. Git Nibiru, intikamcımız ol. Tiamat’a doğru yol alması
için ona prenslere yakışır bir tur biçimlendirdiler; Nibiru’ya hayır duaları
ettiler, Nibiru’ya dehşetli silahlar verdiler. Anşar (Satürn), üç rüzgar daha
çıkarttı Nibiru’dan: Kötü rüzgar, kasırga ve dengi olmayan rüzgar. Kişar
(jüpiter) onun bedenini yalazlayan alevle doldurdu; Tiamat’ı sarıp sımsıkı
tutacak bir ağla.
GÖKSEL SAVAŞ BAŞLIYOR
Böylece savaşa hazırlanan
Nibiru yolunu çevirdi doğru Tiamat’a. Şimdi bu, göksel savaşın ve
Dünya’nın nasıl ortaya çıktığının ve Nibiru’nun kaderinin hikayesidir. Efendi
ilerledi, kaderi olan yolunu izledi, Öfkeli Tiamat’a çevirdi yüzünü,
dudaklarıyla bir lanet okudu. Koruyucu örtü olsun, diye nabız ve ışıltıyı
giyindi; başı ürkütücü bir ışıltıyla taçlandı. Sağına bel açan’ı ve soluna
defedici’yi (uyduları) aldı. Yardımcılar ordusunu, o yedi rüzgarı bir kasırga
gibi önden saldı.
Öfkeli Tiamat’a doğru hızla
yol alırken savaş için haykırmaktaydı. Tanrılar onun etrafına üşüştüler ve
sonra yolundan çekildiler. Tiamat’ı ve onun yardımcılarını taramak; onun
ordusunun komutanı Kingu’nun planını anlamak için tek başına ilerliyordu.
Muzaffer Kingu’yu görünce görüşü bulandı; bu canavarları görünce yönü şaştı;
rotası yerinden oynuyordu, işleri karışmıştı. Tiamat’ın çetesi onun
çevresindeydi sımsıkı, dehşetle titriyorlardı. Tiamat’ta köklerine dek
sarsıldı, kudretle kükredi.
SAVAŞI NİBİRU KAZANIYOR
Nibiru’ya bir lanet yolladı;
onu tılsımlarıyla sarıp sarmaladı. Aralarındaki mesele artık kesin, çarpışma
kaçınılmazdı. Tiamat ve Nibiru, birbirlerine doğru ilerlediler, yüzyüze
çarpışmak için bastırdılar, göğüs göğüse savaşmaya hazırlandılar. Efendi onu
yakalamak için ağını yaydı, aklı başından gitmişçesine haykırdı Tiamat. Nibiru
kötü rüzgarı, en arkadakini onun yüzüne doğru fırlattı. Kötü rüzgarı ileri
sürdü ki, Tiamat ağzını açıp onu yutmaya kalkınca kapayamasın dudaklarını.
Derken şiddetli fırtına
rüzgarları göbeğine saldırdı; bedeni ayrıldı, iç kısımları uluyordu, ağzı
kocaman açıldı. Nibiru oraya, bu gediğe bir ok, en ilahi şimşeği fırlattı, bu
ok Tiamat’ın göbeğini yarıp açtı: içini parçaladı, rahmini yardı. (Tiamat
parçalanıyor) Onu böyle alt edip yaşam nefesini işte böyle söndürdü. Nibiru bu
cansız cesedi taradı, Tiamat artık katledilmiş bir leş gibiydi. Cansız yatan
hanımlarının yanı başındaki on bir yardımcısı korkudan titriyorlardı.
Nibiru’nun ağına takıldılar, kapana kısılmışlardı, kaçamadılar. (Nibiru
Tiamat’ın uydularını çalıyor)
Tiamat’ın bu orduya baş
atadığı Kingu (ay) da onların arasındaydı. Efendi onu prangalara vurdu,
cansız hanımına bağladı. Kaderler tabletini haksız yere verilen Kingu’dan çekip
aldı, üstüne kendi mührünü basıp kaderi kendi göğsüne tutturdu. Tiamat’ın
çetesinden kalanları esir aldı, kendi turu içinde düşürdü onları tuzağa.
Ayaklarının altına alıp ezdi, parçalara ayırdı. Hepsini kendi turuna bağladı;
hepsi onun çevresinde, gidişinin tersi yönde dönecekti bundan böyle. Sonra
savaş meydanından ayrıldı Nibiru.
Ona bu görevi veren
tanrılara duyuracaktı zaferi, Apsu (güneş) etrafında bir tur atıp Kişar ve
Anşar’a doğru yol aldı. Gaga onu karşılamaya çıktı, bir müjde taşıyarak
diğerlerine doğru ilerledi. Anu ve Antu’nun ötesine, derinde ki meskene doğru
yola koyuldu Nibiru. Cansız Tiamat’ın ve onun Kingu’sunun kısmeti üzerinde
düşündü. Boyun eğdirdiği Tiamat’a geri döndü efendi Nibiru. Ona doğru ilerleyip
onun cansız bedenini seyretmek için durakladı. Canavarı maharetle ikiye
ayırmayı planlamıştı yüreğinde.
TİAMAT NİBİRU TARAFINDAN
PARÇALANIYOR. Dünya doğuyor..
Sonra bir midye gibi,
göğsünden alt kısımlarına dek onu iki parçaya ayırdı. İç damarlarını parçaladı;
altın damarlarına hayranlıkla baktı. Tiamat’ın arka kısmını ezdi efendi, üst
kısmını tamamen kopardı. Kuzey rüzgarını, yardımcısını çağırdı yanına. Ve kopan
başını bu rüzgar tarafından boşluğa taşınmasını emretti. Nibiru’nun rüzgarı
Tiamat üstünde toplandı, onun açığa akan sularını süpürdü. Nibiru bir yıldırım
fırlattı ve kuzey rüzgarına işaret verdi; Tiamat’ın üst kısmı bir parlaklığın
içinde, bilinmeyen bir bölgeye taşındı.
Onunla birlikte Kingu’da
sürülmüştü; kopartılan parçaya yoldaşlık edecekti. Ardından Nibiru, alt
kısmın kısmetini belirledi: Savaş meydanını belirten kutsal bir yer, göklerde
sürekli bir hatırlatıcı; savaşın ebedi hatırası kılmak istiyordu bunu.
Topuzuyla bu alt parçayı döve döve ayırdı parçalara, dövülmüş bileziği oluştursunlar
diye getirip onları dizdi bir araya, bekçilik etsinler, diye onları yerleştirdi
ki suları sulardan ayıran bir perde oluştursun.
Semanın üstündeki yukarı
suları, ( asteroid kuşağı gezegen gruplarını birbirinden ayırdı)aşağısında ki
aşağı sulardan ayırdı. Ve Nibiru sanatkarane işlerini böylece tamamladı. Sonra
efendi göğü geçti ve bölgeleri taradı. Apsu’nun (güneş) mekanından başlayıp
Gaga’nın (Plüton) meskenine dek boyutları ölçtü. Sonra derinin kıyısını
inceledi Nibiru; bakışlarını doğduğu yere doğru dikti. Durakladı, tereddüt etti
ama sonra yavaşça, semanın perdesine, savaş meydanına geri döndü. Tekrar
Apsu’nun bölgesinden geçerken, Güneş’in artık kayıp olan eşini düşündü
pişmanlıkla.
Tiamat’ın yaralı yarısına
baktı; dikkatini onun üst kısmına yöneltti; ziynetleri olan yaşam suları hala
yaralarından akmaktaydı. Altın damarlarından Apsu’nun ışınları yansımaktaydı.
Derken Nibiru yaratıcısının mirasını, yaşam tohumunu hatırladı. Tiamat’ın
üstüne yürüdüğünde, onu ikiye parçaladığında ona bu tohumu kesinlikle aktarmış
olmalıydı. Sözleriyle Apsu’ya (güneşe) seslenip şöyle dedi. Isıtan
ışınlarınla onun yaralarına şifa ver. Kırılan parça yeniden hayat bulsun,
ailende kız evladın olsun. İzin verde sular tek yere toplansın, sağlam zemin
belirsin.
KALICI YÖRÜNGELER OLUŞUYOR
Apsu dedi ki; Ona sağlam
zemin diyelim, bundan böyle kitabı mukaddes olarak biline. Dönmesiyle oluşsun
gün ve gece, gündüzleyin ona şifalı ışınlarımdan göndereyim. Kingu’da gece
yaratığı ola, (Ayda Dünyanın parlak uydusu ola) görev vereyim ki geceleri ışık
saçarak Dünya’nın yoldaşı sonsuza dek Ay ola. Nibiru Apsu’nun sözlerini işitti,
memnundu. Göğü geçti ve bölgeleri taradı; onu yücelten tanrılara kalıcı
duraklar bahşetti. ( gezegenlerin kalıcı yörüngeleri oluşuyor)
Nahl S, 12. Geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre
hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için
ayetler vardır.
Fatır S, 13. (Allah)
Geceyi gündüze bağlayıp-katar, gündüzü de geceye bağlayıp-katar; güneşi ve ayı
emre amade kılmıştır, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedir.
İşte bunları (yaratıp düzene koyan) Allah sizin Rabbiniz’dir; mülk O’nundur.
O’ndan başka taptıklarınız ise, ‘bir çekirdeğin incecik zarına’ bile malik
olamazlar.
Turlarını birbirlerinin
yoluna çıkmayacak veya birbirlerinden geri kalmayacak şekilde mukadder kıldı.
Göksel kilitleri sağlamladı; her iki yana kapılar kurdu. Kendisine en dıştaki
evi mesken olarak kurdu; boyutları Gaga’nın ötesindeydi. Kaderi olacak büyük
turu hükmetmesi için yalvardı Apsu’ya. Tüm tanrılar kendi duraklarından
seslendiler: Nibiru’nun hükümranlığı üstün ola. O tanrıların (gezegenlerin) en
parlağıdır, o gerçekten de Güneş’in oğludur. Kendi meskeninden konuşup Apsu
onayladı.
Enbiya S, 30. O inkar
edenler görmüyorlar mı ki (başlangıçta) göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz
onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar
mı?
Gök ve yerin geçişi
Nibiru’nun elindedir, adı geçiş olacak. Tanrılar ne yukarı ne aşağı geçecekler,
Merkezi konumda o olacak, tanrılara çobanlık edecek. Onun turu bir şar ( üç bin
altı yüz yıl) olacak, kaderi ise sonsuz ola.
Fussilet S.11. Sonra
duman halindeki göğe yönelerek ona ve yere, ‘İsteyerek veya istemeyerek
(kaostan çıkıp) gelin,’ dedi. Onlar da, ‘İsteyerek geldik,’ dediler.
Ayetteki
bildiride yere ve göğe derken sadece DÜNYA ve GÖKYÜZÜ olarak düşünmeyin!. Bu
ayet aynı zamanda tüm evrenin yaratılışının bildirisidir. Bunu 7 kez geriye
dönük olarak düşünün. Ayetteki ifade 7 evrenin ilk yaratılması haline kadar
gerisin geriye giden, ardı ve önü açık bir ifadedir.
O, biri diğeriyle ‘tam bir
uyum içinde yedi (7) gök (evren) yaratmış olandır. Rahman ın yaratmasında
hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk göremezsin. İşte gözü (teleskobu her yöne)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun? Sonra gözünü iki kere
daha çevirip-gezdir; o göz umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana
dönecektir. (Mülk Suresi, 3-4)
İşte gözü (teleskobu her
yöne) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık görüyor musun?
Ayetler özellikle de evrenin yaratılışı ile ilgili olan ayetler bir sınırlama
içinde değildir. Şimdiki zamandan ilk zamana kadar gerisin geriye giden bir
ifadeye sahiptir.
Sümerler, kendi
zamanlarından sonraki tüm kuşakların ilgisini çekmiş yüksek bir medeniyet
sahibi toplumdur. Ülkesine göre değişen (eğitim-tarih) hakkında çok az bilgi
verilen bir medeniyettir. Neden okullarda zorunlu bir ayrıcalığı yok?
İnsanların dinsizleş mesinden mi korkuyorlar yada insanların bazı şeyleri
sorgulamasından mı endişe ediyorlar? Bu tabletlerin uygar insana kadar
saklanmasının hiçbir önemi yokmudur? Oysa Tabletlerin günümüz insanına kadar
saklanmasının geçmişte olan olayların açığı çıkmasını zaten tabletleri
yazanlarda istemişler. Sümerlerin tüm dünyada bu kadar öne çıkması ama
haklarında yeterli bilgi verilmemesi sizcede şüpheli bir durum
değilmidir? Onların tabletlerinde güneş sisteminin yaratılışının
bulunması bilim adamları tarafından anlatılmadığı içinmi önemsiz gibi duruyor?
 |
Anunnaki Soy Ağacı |
Nibiru denilen gezegende
yaşayan halkın, iklimin bozulması sonucu, atmosferi düzeltmek için
araştırmalara girmesi, bazı işlemler sonucunda da düzelmeyen atmosferin
onarılması için diğer gezegenlerde çare aranması, asteroid kuşağı ötesinde,
Dünya’nın da içlerinde bulunduğu gezegenlerde, atmosferi düzeltmek için gerekli
olan altının bulunduğunun keşfedilmesi, bu arada da yaşadıkları iktidar
savaşları anlatılmaktadır. Anlatımda savaşlardan yorgun düşen Nibiru halkının
çareyi küresel barışta bulmasıda dikkat çekicidir..
Tabletlerde Anlatıcı
Enkidir. Enki Kral Anu’nun cariyeden doğmuş olan oğludur. Anunun ilk oğlu olan
Enki cariyeden doğduğu için yasal varis değildir. Anunun yasal eşinden daha
önce doğum yapmış Enkinin annesi cariye konumunda olduğu için, kendisinden
sonra yasal bir anneden (Kralın ilk eşinden) doğmuş olan Enlil yasal
veliahttır.
Kral Anunun 3 çocuğu
olduğunu görmekteyiz. Bunlar Enki-Enlil ve birde kızkardeşleri Ninharsag’tır.
Tabletlerde fazlasıyla kafa karışıklığına sebep olan isimlerden bazılarının
akılda kalması için bu ayrıntılara dikkat ediniz.
Marduk Enki’nin oğludur.
Ninharsag Anu’nun kızı ve başka anneden olma Enki ve Enlil’in kız kardeşidir.
Enlil Ninharsag ile evlenir. Tanrılar (Anunakiler) da evlilikler hep bu şekilde
olmaktadır. Kız kardeş, yiğen yada torunları hatta kızları ile
evlenmektedirler. Ninurta, İşkur ve Nannar Enlil’in, Nergal, Gibil, Ningişzidda
ve Marduk Enki’nin oğludur.
Kral Anunun çocukları:
1-Enki 2-Enlil 3-Ninharsag
1-Enkinin çocukları:
Nargal-Gibil-Ningişzidda- Marduk (Melez olarakta Adapa)
2-Enlilin çocukları:
Ninurta-İşkur-Nannar
3-Ninharsagın çocukları:
Enlille olan ilişkisinden NANNAR doğmuştur. Sonradan Enki’ dende olan
ilişkisinde 2 kız çocukları vardır. Bize göre en önemli anneliği Adamu’dur.
Adamu ise bizim için çok önemli bir Evlattır…. (Sonradan birde ADAPA ile
tanışacaksınız. Adapa ise Enlinin ADAMUDAN devam gelen soydan doğan bir kız
çocuğuyla olan ilişkisinden doğandır.
Şimdi Tabletleri okumaya
başlayalım..
TANRILARIN KENDİ İÇ SAVAŞI
UĞRUNA DÜNYA DA NÜKLEER VE KİMYASAL SİLAH KULLANMASI, ANCAK RÜZGARIN
HESAPLANAMAMASI
Nibiru ( 12. gezegen
olduğu varsayılan gezegen) da hüküm süren Anu’nun ilk oğlu, efendi
Enki’nin sözleri.
İçim sıkkın, ağıtlar
yakıyorum; kalbimi acıyla dolduran ağıtlar bunlar. Diyara nasıl da indi darbe;
halkı Kötülük Rüzgarına teslim edildi, ahırları terkedildi, ağılları boşaldı.
Şehirler nasıl da şamar yedi; Kötülük Rüzgarı’yla vurulmuş sakinleri ölü bedenler
gibi üst üste yığıldı. Tarlalar nasıl da darmadağın; Kötülük Rüzgarı’nın
dokunduğu bitkiler kupkuru kaldı. Nehirler nasıl da bela gördü; artık içlerinde
hiç bir şey yüzmüyor, ışıldayan duru suları ağulandı.
Siyah saçlı halkı Şumer’i
boşalttı; tüm yaşayanlar gitti; davarları ve koyunları Şumer’i boşalttı;
foşurdayarak boşalan sütun tınısı sessiz. O muhteşem şehirlerinde şimdi
yalnızca rüzgar uğulduyor; tek koku ölüm. Başı göğe yükselen tapınak Tanrıları
tarafınan boşaltıldı. Efendilik ve krallık komutasından eser yok artık; asa ve
taç gitti. Bir zamanlar yemyeşil ve yaşam verici olan iki büyük nehrin
kıyılarında ( Dicle ve Fırat ) yaban otları bitti. Ana yollara çıkan yok, yol
iz sorup arayan yok; yıldızı parlayan Şumer terk edilmiş bir çöl oldu.
Diyara, Tanrıların ve insanların yuvasına nasıl da darbe indi.
O ülkenin üstüne,
insanoğlunca bilinmemiş bir afet çöktü. İnsanoğlunun daha önce hiç görmediği,
görse zaten canlı kalamayacağı bir bela geldi. Batıdan doğuya tüm topraklara,
dehşetin darmadağın eden yetkisi yerleşti. Şehirlerindeki Tanrılar (Anunakiler) insanlar
kadar çaresizdi. Uzaktaki bir ovada bir fırtına, bir Kötülük Rüzgarı doğdu;
yolu üstüne Büyük Afet’i yerleştirdi. Batıda doğan ve ölüm saçan bir rüzgar
yolunu doğuya çevirdi, rotasını kısmet belirledi. Tufan gibi yutucu, suyla
değil ama rüzgarla yıkan; gel git dalgasıyla değil ama zehirli havayla boğan
bir fırtına.
Duhan Süresi: 10,11. Artık
sen, göğün, insanları bürüyecek apaçık bir duman çıkaracağı günü bekle! Bu,
elem verici bir azaptır.
Kader değil kısmet
tarafından oluşturuldu; meclisteki büyük Tanrılar (Yetkili Anunakilier) Büyük
Afet’e sebep oldular. Enlil ( Anu’nun 2. oğlu) ve Ninharsag (
Enlil’in ilk eşi, ilk ana ve aynı babanın çocuklarıdır) izin verdi buna;
dursun, diye yalvaran bir tek bendim. Göğün emrettiğini kabul etmeleri için
gece gündüz delil gösterdim ama nafile! Enlil’in savaşçı oğlu Ninurta ve
öz oğlum Nergal büyük ovadaki silahları (nükleer silahlar) önce
zehirleyip sonra da serbest bıraktılar. Parlaklığın (patlamanın) ardından
Kötülük Rüzgarı’nın geleceğini bilemedi diye şimdi acıyla ağlaşıyorlar.
Ölüm saçan fırtınanın batıda doğup yolunu doğuya çevireceğini kim
öngörebilirdi ki diye inliyorlar şimdi Tanrılar. (Demekki Tanrı değil
çaresiz birer kullar. Kendilerini Tanrı olarak tanımlamaları sahip oldukları
uzun hayat yaşamanın getirdiği bir üstünlük. Ayrıca ileride göreceksiniz ki
bilimsel olarak ve teknolojik olarak çok üstün bir ayrıcalıkları var..) Kutsal
şehirlerindeki Tanrılar, Kötülük Rüzgarı yolunu Şumer’e çevirince inanmaz
gözlerle kalakaldılar. Tanrılar birbiri ardınca şehirlerinden kaçtılar,
tapınaklarını rüzgara terk ettiler. Zehirli bulutlar yaklaşırken, şehrim Eridu‘da
bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdım. Halka, açık steplere kaçın
talimatını verdim; eşim Ninki ile ben de şehri terk ettim.
Şehri Nippur’da, Gök-Yer
Bağı’nın yerinde Enlil bunu durdurabilecek hiç bir şey yapamazdı. Kötülük
Rüzgarı Nippur‘a saldırmaktaydı; Enlil ve eşi göksel sandalına binip
aceleyle uzaklaştılar. Ur‘da Şumer’in krallık kentinde, Nannar yardım
etsin, diye babası Enlil’e seslenmekteydi. Göğe doğru yedi basamakla yükselen
tapınağın yerinde, Nannar kısmetin yetkisine kulak asmayı reddetti. Sebebim
olan babam, Ur’a krallık bahşeden büyük Tanrı, Kötülük Rüzgarını geri çevir,
diye yakardı Nannar.
Kısmetleri emreden Büyük
Tanrı, Ur’a ve halkına kıyma ki seni övmeye devam etsinler, diye yalvardı
Nannar. Enlil oğlu Nannar’ı yanıtladı: Asil oğul, senin o muhteşem şehrine
krallık sunulmuştu; sonsuz bir saltanat sunulmamıştı. Eşin Ningal‘i tutup
kolundan kaçın şehirden! Kısmetleri emreden (Komutan olan) ben bile, şehrin
kaderini eğip bükemem. Kardeşim Enlil işte böyle konuştu; heyhat, heyhat, bu
bir kader değildi. Tanrıların ve Dünyalıların başına çöken tufandan
beridir en büyük afetti; heyhat, bu bir kader değildi! (Tufan
olayından sonra en önemli afet !! )
NÜKLEER VE KİMYASAL
SALDIRI ASLINDA MARDUK’A KARŞI YAPILIYOR, MECLİS BU YÖNDE KARAR ALIYOR
Büyük Tufan mukadderdi
ama ölüm saçan bulutla gelen Büyük Afet mukadder değildi. Bozulan bir yemin ve
mecliste alınan bir karardı sebebi; Dehşet Silahları tarafından
yaratıldı. Kader sebebiyle değil, bir karar sonucunda salınmıştı zehirlenmiş
silahlar; bilerek atıldı zarlar. O iki oğul yıkımı, ilk oğlum Marduk‘a
karşı yönelttiler; kalpleri intikam duygusuyla doluydu. Hükümranlığa yükselmek
Marduk’un hakkı değil, diye bağırdı Enlil’in ilk oğlu; silahlarla O’na karşı
koyacağım, dedi Ninurta.
İnsanlardan bir ordu
kurdu, Babili (Babil) Dünyanın göbeği, diye ilan etti! diyerek
bağırdı Marduk’un kardeşi Nergal. Büyük Tanrıların meclisinde ağızdan ağıza
zehir zemberek sözler yayıldı. Gece gündüz karşı çıkan sesimi yükselttim,
esenlik tembihledim, telaşa taraf olmadım. İnsanlar ikinci kez onun göksel
imgesini yükselttiler, bu karşı çıkış niçin sürmekte, diye yalvardım. Tüm aygıtlar
kontrol edildi mi? Göklerde Marduk’un (Enkinin oğullarından biri) çağı gelip
erişmedi mi, diye bir kez daha sordum.
Öz oğlum Ningişzidda göğün
işaretlerini başka yorumladı; Marduk’un ona yaptığı haksızlığı, kalbinde asla
affetmediğini biliyordum. Enlil’in Dünya’da doğan oğlu Nannar da
merhamet etmedi. Kuzey şehrindeki tapınağımı Marduk kendine mesken edindi,
dedi. Enlil’in en küçük oğlu İşkur cezalandırma talep etti;
topraklarımdaki halkı kendi peşinden gelmeye zorladı, dedi. Nannar’ın
oğlu Utu‘nun gazabı Marduk’un oğlu Nabu‘ya yönelmişti: Göksel
Arabalar yerini ele geçirmeyi denedi. (Hava araçlarının üssü)
Utu’nun ikizi İnanna hepsinden
çok öfkeliydi; sevdiceği Dumuzi‘yi (Temmuz) öldürdüğü için hala Marduk’un
cezalandırılmasını talep ediyordu. Tanrıların ve insanların anası Ninharsag (Kral
Anu’nun kızı) bakışını çevirdi: Marduk niçin burada değil, dedi sadece. Öz
oğlum Gibil karamsarlıkla yanıtladı: Marduk tüm ricaları bir kenara
koydu; göklerin işaretlerine (Yıldızların dönüşümü) göre üstünlüğünü iddia etti!
Ancak silahlarla durdurulabilecek bu Marduk, diye bağırdı Enlil’in ilk oğlu
Ninurta. Gök arabalarının yerinin korunmasıyla ilgiliydi Utu; Marduk’un eline
düşmemeli, dedi.
Aşağı Bölgenin efendisi
Nergal vahşice talep etmekteydi: İzin verin de yok etmek için şu eski Dehşet
silahları (onlar dehşet yada korku silahı derken, biz nükleer silah diyoruz)
kullanılsın. İnanılmaz gözlerle öz oğluma baktım: Kardeşin kardeşe karşı dehşet
silahlarını kullanmayacağına yalan yere mi yemin etmişti? Rıza yerine sessizlik
vardı. Sessizliğin içinde Enlil ağzını açtı: Cezalandırılmalı; kötülük yapanlar
kanatsız kuşlara döndürülmeli. Marduk ve Nabu bizi mirasımızdan yoksun ediyor;
izin verin de onlarda Gök Arabalar yerinden yoksun kalsınlar!
O yeri kavurup yok edelim,
diye bağırdı Ninurta; Kavuran ben olayım! Heyecanlanan Nergal ayağa kalkıp
bağırdı: Kötülerin şehirleri de altüst edilmeli. Günahkar şehirleri, izin
verinde ben yok edeyim; bırakın adım bundan böyle Yok Edici olsun. Tarafımızdan
oluşturulan Dünyalılara zarar gelmemeli; günahkarların yanında doğrular da
yanma malı, diye gürledim. Dünyalıların Yaratılmasındaki yardımcım Ninharsag da
onayladı; mesele yalnızca Tanrılar arasında çözülmeli, insanlara zarar
gelmemeli.
ANU SON KARARI VERİYOR:
DEHŞET SİLAHLARI KULLANILSIN
Göksel meskenindeki Anu bu
tartışmaları dikkatle dinliyordu. Kısmetleri belirleyen Anu sesini Göksel
Mekanından işittirdi: İzin verin de Dehşet Silahları bu defalık
kullanılsın, roket gemiler yeri yok edilsin, insanlara kıyılmasın. Enlil kararı
böyle duyurdu: Ninurta, Kavurucu ve Nergal de Yok Edici olsun. Onlara
Tanrıların sırrını açıklayacağım; onlara dehşet silahlarının saklandığı yeri göstereceğim.
Biri benim biri onun olan iki oğul, Enlil’in iç odasına çağırıldı. Nergal
yanımdan geçerken gözünü kaçırdı.
Heyhat diyerek sessizce
haykırdım; kardeş kardeşi vuracak! Önceki zamanların tekrarlanması mı vardı
kaderde? (Niburudaki savaş halinin tekerrürü-bu tekerrür yasasını tabletlerde
ara sıra göreceksiniz) Enlil onlara eski zamanlara ait bir sırrı açıklıyordu;
Dehşet Silahları’nı onların ellerine teslim ediyordu. Dehşetle kaplı bir
parlaklığı serbest bıraktılar; dokundukları her şey toz yığınına döndü. (Moleküler
parçalama) Dünya da kardeş kardeşe karşı durmayacak, hiç bir bölgeye zarar
verilmeyecek, diye yalan yere yemin etmişlerdi. Yemin bozulmuştu işte, kırılmış
kavanoz gibi işe yaramaz parçalara bölünmüştü. Coşkulu bir neşeyle dolan iki
oğul hızlı adımlarla Enlil’in odasından çıktılar, silahlar için yola
koyuldular. Diğer Tanrılar şehirlerine geri döndüler; hiç birinin kendi afetine
dair bir önsezisi yoktu.
ANUNAKİLERİN GEZEGENİ: NİBİRU
Önceki zamanların ve Dehşet
Silahları’nın hikayesidir.
Önceki Zamanlardan önce
başlangıç; Eski zamanlarda tanrılar Dünya’ya geldiler ve Dünyalıları (insanları)
oluşturdular. Ondan önceki zamanlarda tanrıların hiçbiri Dünya’da değildi,
Dünyalılarda henüz biçimlendirilmemişti.
Önceki Zamanlarda tanrıların
evi kendi gezegenlerindeydi; adı Nibiru‘dur. Büyük bir gezegen,
ışıltısı kırmızımsı olan Nibiru, Güneş etrafında uzun bir tur atar.
Bir süre için Nibiru soğukla
örtülür; turunun diğer yarısında Güneş onu güçlüce ısıtır. Nibiru’yu
kalın, volkanik patlamalarla sürekli beslenen bir atmosfer sarar. Bu atmosfer
her türden yaşamı destekler; onsuz ancak ölüm olacaktı! Soğuk döneminde,
Nibiru’nun iç ısısını, sürekli yenilenen sıcak bir palto gibi gezegenin
çevresinde tutar. Sıcak döneminde, Nibiru’yu Güneş’in kavurucu ışınlarından
kalkan gibi korur. Yağmurları tam ortasında tutar ve bırakır; gölleri ve
dereleri kabartır. Atmosferimiz yemyeşil bitkileri besler ve korur;
sularında ve topraklarında her türden yaşamın fışkırmasına neden olur.
ANNUNAKİLER’İN KENDİ
GEZEGENLERİNDEKİ TARİHLERİ
Çok ama çok uzun çağlar
sonrasında bizim türümüz filizlendi; (bu benzetme tıpkı dünyadaki doğal
yaşamın başlangıcı gibidir. Demekki bir çok yerde doğal yaratılma süreci
vardır. Bu ise birilerinin bazı üstün özelliği olduğu için Tanrı anlamında
olmadıklarının net ifadesidir. ) kendi özümüz tarafından üreyecek olan
ebedi bir tohum. Sayımız çoğaldıkça atalarımız Nibiru’nun pek çok bölgesine
yayıldı. Bazıları toprağı sürdü, bazıları dört ayaklı yaratıklara çobanlık
etti. Bazıları dağlarda yaşadı, bazıları evini vadilere kurdu. Rekabetler
oluştu; sınırlara fazla yaklaşanlar oldu, çarpışmalar yaşandı, sopalar silah
oldu. Kabileler halinde toplandı boylar ve sonra iki büyük ulus karşı
karşıya geldi. Kuzey ulusu güney ulusuna karşı silaha sarıldı.
NİBİRU’DA SAVAŞ VE
SONRASINDA BARIŞIN SAĞLANMASI
Elde tutulan şeyler fırlatılan
füzelere dönüştü; gürleyen ve parlayan silahlar dehşeti artırdı. Uzun ve
şiddetli bir savaş tüm gezegeni sardı; kardeş kardeşe karşı yığılıp birikti. Hem
kuzeyde hem güneyde ölüm ve yıkım vardı. Pek çok tur boyunca diyarda yıkım
hüküm sürdü; tüm yaşam sönmüştü. Sonra bir ateşkes ilan edildi; sonra
barış görüşmeleri başladı. Milletler birleşsin, dedi elçiler birbirine. Nibiru’nun
tahtında bir kişi olsun, herkese hükmedecek bir kral. Kuzeyden ve güneyden
olsun ve kurayla belirlensin, en üstün olacak bir kral.
NİBİRU’DA KRALLIK KURULUYOR
Kuzeyden olursa eğer, yanı
başında eşiti olacak kraliçesini güneyden eş olarak alsın. Güneyden seçildiyse
eğer, kurayla, eşi kuzeyden bir kadın ola. Karı koca olsunlar ve tek beden
oluştursunlar. İlk doğan oğulları tahtın varisi olsun; böylece birleşmiş bir
hanedan kurulup Nibiru üstünde sonsuza dek birlik kurula. Yıkıntıların tam
ortasında başladı barış. Kuzey ve güney evlilik bağıyla birleşti. Kraliyet
tahtı bir bedende birleşti, kesintisiz bir krallık silsilesi kuruldu. Ali
İmran S.103(Hepiniz topluca sımsıkı Allah’ın ipine sarılın, parçalanıp
ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani siz birbirinize düşman
idiniz. Allah gönüllerinizi birleştirmiş ve O’nun nimeti sayesinde kardeşler
olmuştunuz. Siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O
kurtarmıştı. İşte Allah, doğru yolu bulasınız diye size âyetlerini böyle
açıklıyor.)
Barışın sağlanmasından
sonraki ilk kral, kuzeyin bir savaşçısı, yiğit bir komutandı. Dürüst ve
adil kurayla seçildi; birlik ilanı kabul edildi. Meskeni için muhteşem bir
şehir kurdu; adı Agage’ydi., birlik anlamına. Saltanatı için ona
bir kraliyet ünvanı bahşedildi; An‘dı bu, Göksel Olan anlamına.
Zor kullanarak tüm topraklarda düzeni tekrar sağladı; yasalar ve kurallar ilan
etti. Her bir ülke için valiler atadı; onların ilk işi yeniden inşa ve tarıma
elverişli hale getirmekti.
Kraliyet yıllıklarında ondan
şöyle söz edilmişti: Ülkeleri birleştiren, Nibiru’da barış sağlayan An. (Bu
Kuran’da Zülkarneyn tarifidir. Tabletler byunca dikkat ediniz! Bir sonraki
tarihi bir olayın kendinden bir önce bir benzeri vardır. Buda şu demektir, TÜM
ZAMAN BİR SÜREYE KADAR (2280) AYNI TEKERRÜR İÇİNDE DÖNGÜDEDİR.)
An.Yeni bir şehir inşa etti;
kanalları onardı; halka gıda sağladı, topraklarda bereket vardı. Eş olarak
kendine güneyden bir kız seçti; hem sevgisi hem de savaşçılığıyla ünlenmişti
kız. (Bu Kadın tarifide savaşçı Türk kadının tarifidir) An.Tu idi
kraliyet ünvanı; An’ın eşi olan önder. Bu ad ona pek akıllıca verilmişti.
An’a üç oğul ve bir kız doğurdu. İlk oğluna An.Ki adını verdi. An
sayesinde Sağlam Bir Temel anlamında.
Oğul tahtta yalnız otura
kaldı; eş seçimi iki kez ertelendi. Onun hükümdarlığında saraya cariyeler
getirildi; bir oğul sahibi olamadı.
Böyle başlayan
hanedan, An.Ki’nin ölümüyle kesintiye uğradı; kurala göre tahta
çıkacak bir evladı yoktu. İlk oğul olmasa da ortanca oğul yasal varis ilan
edildi. Üç erkek kardeşten biriydi, gençliğinden beri annesi ona sevgiyle,
ortada olan anlamına İb derdi. Kraliyet yıllıklarına göre ona An.İb dendi; Krallıkta
göksel, nesillerde ise An’ın oğlu olan anlamına.
Babası An’ın ve abisi An-ki
nin ardından Nibiru tahtına çıktı; sayarsak, tahta çıkan üçüncü kraldı. Küçük
kardeşinin kızını (yeğen) kendine eş seçti. Ona Nin.İb denildi, İb’in
hanımı. An.İb’in, Nin.İb’ten bir oğlu oldu; tahtın varisi oydu, sayarsak
kralların dördüncüsü. Kraliyet ünvanının An.Şar. Gal adıyla
bilinmesini istedi; An’ın prensi prenslerin en büyüğüdür anlamına. Üvey kız
kardeşi olan eşi Ki.Şar.Gal ise eşit biçimde adlandırılmıştı. Bilgi ve anlayış
kralın başlıca hırsıydı. Göğün usullerini büyük bir gayretle inceledi. (Astronomi-Uzay
bilim)
KRALLIKTA ARDILLIK
KURALLARINDA KAFALAR KARIŞIYOR. BİR YANDAN DA NİBİRU TEKNOLOJİK GELİŞİM
GÖSTERİYOR.
Nibiru’nun büyük turunu
araştırdı; uzunluğunun bir şar olduğunu sabitledi ( 3600 yıl).
Nibiru’nun bir yılıydı bu ölçü; kraliyet saltanatları bununla sayılıp
kaydedilecekti. Şar’ı on kısma ayırdı, bundan böyle kutlanacak iki bayram ilan
etti. Güneşin çevresine en yakın olunduğunda sıcaklık bayramı kutlanacaktı.
(hıdrellez-bahar bayramı) Nibiru en uzaktaki köşesine vardığında, soğukluk
bayramı (Yanılmıyorsam ismi Nargutan olan eskiden ber kutlanan Türk kültüründe
soğukluk ‘kış’ bayramı, onun bir eşide Noel denebilir) duyurulacaktı.
Kabilelerin ve ulusların tüm eski bayramlarının yerine, halkı birleştiren iki
bayram tesis edildi. Karı kocanın, oğullar ve kızların kanunlarını belirledi.
Savaşlardan dolayı
erkeklerin sayısı azalmış, kadınlar çoğunlukta kalmıştı. Bir erkeğin bilmek
için birden fazla kadın alabileceğini ilan etti. (Aynı şey dünyada savaşlardan
sebep dul kalmış kadınlarla nüfuz artışı için evlenilmesi gibi) Kanuna göre,
resmi eş olarak tek bir eş seçilecek ve ilk hanım olarak anılacaktı. Kanuna
göre, ilk doğan erkek evlat babasının ardılıydı. Bu kanunlara göre, kısa süre
sonra akıllar karıştı; eğer ilk oğul ilk hanımdan doğmadıysa, ama sonrasında
ilk hanım bir oğul, kanuna göre yasal varis olacak bir erkek doğurduysa, tahta
kim çıkacaktı?
Şar sayısına göre ilk doğan
erkek evlat mı? İlk hanımdan doğan erkek evlat mı? İlk oğul mu? Yasal varis mi?
Mirası kim alacaktı? Ardılı kim olacaktı? An.Şar.Gal’ın saltanatı
sırasında, Ki.Şar.Gal ilk hanım olarak ilan edildi. Kralın üvey kız
kardeşlerinden biriydi. An.Şar. Gal’ın saltanatı sırasında, cariyeler saraya tekrar
getirildi. Cariyeler de oğullar ve kızlar doğurdular krala. Birinden doğan oğul
ilk doğandı; ilk oğul bir cariyeden doğmuştu. Ardından Ki.Şar.Gal bir
oğlan doğurdu.
Kanuna göre yasal varis o
değildi; ilk oğul değildi. Sarayda Ki.Şar.Gal’in öfkeyle bağıran sesi
yükseldi: Kurallar gereği ilk hanımdan doğmuş olan oğlum ardıllıktan
menedilecekse, çifte tohum ihmal edilmeye! Farklı annelerden doğmuş olsak ta
kral ve ben aynı babanın çocuklarıyız. Bu nedenle (ortanca)oğlum İb babamız
An’ın (ilk seçilen Kral’ın) çifte (hem anne hemde baba tarından) tohumunu
taşımaktadır.
Tohumun Kanunu bundan böyle
Eşlik Kanunundan üstün gele!
Bundan böyle, bir üvey kız
kardeşten bir oğul ne zaman doğarsa doğsun, diğer tüm oğullardan üstün tutulsun
ardıllıkta! An.Şar.Gal derinden düşünüp, tohumun kanununa iltimas geçip,
benimsedi: Bununla eşler ve cariyelerden, evlenmeler ve boşanmalardan
doğanlarda akıl karışıklığından kaçınılacaktı. Mecliste kraliyet danışmanları
ardıllık için Tohumun Kanununu benimsediler. Kralın emriyle, yazıcılar bu emri
kayda geçirdiler. Böylece Tohumun Kanununa göre tahta çıkacak bir sonraki kral
ilan edilmiş oldu. Ona kraliyet ünvanı olarak An.Şar denildi. Tahta çıkan
beşinci kraldı. Şimdi bu, An.Şar’ın saltanatının ve onu izleyen kralların
hikayesidir.
NİBURU’NUN İKLİMİ DEĞİŞİYOR,
ATMOSFER ZARAR GÖRÜYOR. BAZI ONARMA GİRİŞİMLERİNDEN SONUÇ ALINAMAYINCA KURTULUŞ
ÇARESİ DİĞER GEZEGENLERDE ARANIYOR.
Kanun değişince, diğer
prensler rıza gösterdiler. Söylendiler ama başkaldırmadılar. An.Şar eş olarak
kendine üvey kız kardeşini aldı. Onu İlk Hanım yaptı; Ki.Şar adıyla anılacaktı.
Böylece hanedan bu kanunla devam etti.
An. Şar’ın saltanatında
tarlaların ürünleri zayıfladı, meyveler ve tahılların bereketi azaldı. Turdan
tura Güneş’e yaklaştıkça sıcaklık arttı; uzaktaki meskende serinlik daha çok
keskindi. Tahtın kenti Agade’de kral, anlayışı büyük olanları bir araya
topladı.
Bilgisi büyük olan eğitimli
alimlere sorgulamaları emredildi. Ülkeyi ve toprağı incelediler, gölleri ve
dereleri sınadılar. Daha öncede olmuş, diyerek yanıtladı bazısı: Geçmişte de
Nibiru ya daha soğumuş ya daha da ısınmıştı. Nibiru’nun turunda bir kader yer
etmişti. Turu gözlemleyen diğer bilgililer, Nibiru’nun kaderini suçlamayı
düşünmediler. Bulduklarına göre, atmosferde bir bozulma meydana gelmişti.
Atmosferin ceddi olan yanardağlar daha az duman püskürtüyordu. Nibiru’nun
havası incelmişti; koruyucu kalkan güçten düşüp zayıflamıştı.
An.Şar ve Ki.Şar’ın
saltanatında, tarlalara hastalık musallat oldu, ne kadar uğraştılarsa da
boşuna. Onların oğlu En.Şar geçti tahta sonra; hanedanın altıncı kralıydı. Adı
geliyordu Şar’ın Azametli Efendisi anlamına. Büyük anlayışla doğmuştu, çokça
öğrenip çokça bilgiler edinmişti. Belalara çare bulmanın yollarını aradı;
Nibiru’nun göksel turunu epey inceledi. Çizdiği ilmek içinde, Güneş ailesinin
beş üyesini, göz kamaştırıcı güzellikteki o gezegenleri kucaklıyordu.
Belalara çare bulmak için
En.Şar bunların atmosferlerini inceletti. Her birine birer ad verip atalarını
onurlandırdı; onları göksel çiftler gibi düşünmüştü. Karşılaşılan ilk ikisine,
ikizleri andıran gezegenlere An ve Antu dedi. Nibiru’nun turunun ötesinde
boyutları en büyük olan Anşar (Satürn) ve Kişar ( Jüpiter) vardı. Diğerlerinin
arasında bir haberci gibi dolaşana Gaga (Plüton) dendi; bazen karşılaşıyordu
Nibiru ilk bununla. Güneşin etrafında dolanıp ta Nibiru’yu selamlayanların
hepsi beş taneydi.
Bunların ötesinde, sanki bir
sınırmışçasına, Dövülmüş Bilezik ( Dünya ve Jüpiter arasındaki asteroid kuşağı
) dönmekteydi Güneşin etrafında. Göğün felaketle dolu yasak bölgesinin
muhafızıymış gibi onu korumaktaydı. Güneş’in diğer çocuklarının sayısı dörttü
ve bilezik onların davetsiz misafirlere karşı kalkanıydı. En.Şar karşılamaya
çıkan beşlinin atmosferlerini incelemeye koyuldu. Tekrarlayan turlarda,
Nibiru’nun beş ilmeği boyunca bunlar dikkatle tarandı. (Bu gün Nasa’nın yaptığı
aynı şeydir)
DÜNYA KEŞFEDİLİYOR.
NİBİRU’NUN ATMOSFERİ İSE HER GEÇEN GÜN KÖTÜLEŞİYOR
Ne tür atmosfere sahip
oldukları gözlemlenip, gök arabalarıyla yoğun biçimde incelendi. Bulgular
akıllara durgunluk verdi, keşifler akılları karıştırdı. Turdan tura Nibiru’nun
atmosferindeki bozulma daha çok kötüledi. Bilginlerin meclislerinde çareler
arzuyla tartışıldı, yarayı sarmanın yolları aceleyle gözden geçirildi. Gezegeni
kucaklayacak yeni bir kalkana girişildi; yukarı fırlatılanların hepsi aşağıya,
yere indi. Bilgililerin meclislerinde, püsküren yanardağlar incelendi.
Atmosfer püsküren yanardağlarla
oluşmuştu; yarası ise onların püskürmesinin zayıflamasıyla ortaya çıkmıştı.
Yeni püskürmeleri teşvik edecek şeyler icat edelim, volkanların tekrar
kusmasını sağlayalım, diyordu bir grup alim. Bu işin nasıl yapılacağına,
püskürmenin hangi araçla sağlanacağına dair, hiç biri krala bilgi veremedi.
En.Şar’ın saltanatı sırasında göklerdeki gedik daha da büyüdü. Yağmurlar durdu;
rüzgar daha sert esti, pınarlardan derinlerden çıkıp yükselemediler.
Topraklarda bir lanet vardı;
anaların memeleri kurumuştu. Sarayda huzursuzluk vardı; lanet orada da
tutunmuştu. En.Şar ilk hanım olarak kendine, Tohumun Kanununun emrettiği gibi
bir üvey kız kardeş seçti. Nin.Şar dendi ona, Şarların Hanımı. Bir oğul
doğuramadı. Bir cariyeden doğdu En.Şar’ın oğlu; ilk oğul oydu. İlk hanımı ve
üvey kız kardeşi Nin.Şar’dan bir oğlu olamadı. Ardıllık kanununa göre,
cariyenin oğlu tahta çıktı, saltanatın yedinci kralıydı. Kraliyet
ünvanı Du.Uru idi; Konutta biçimlenmiş olan anlamına.
Gerçekten sarayda değil de
Cariyeler konutunda düşmüştü rahme. Du.Uru eş olarak kendine
gençliğinden beri sevdiği bir kızı aldı; İlk Hanım tohumundan dolayı değil,
aşktan dolayı seçilmişti. Kraliyet ünvanı Da.Uru oldu; Yanımda Olan
Kadın’dı anlamı. Sarayda akıllar çok karıştı. Oğullar varis, eşler üvey kız
kardeş değillerdi. Ülkede ızdırap artıyordu. Tarlalar bereketi unuttu, halk
arasında doğurganlık azaldı. Sarayda bereket yoktu, ne oğullar ne kızlar
doğuyordu. An’ın tohumundan olan yedi hükümdar gelip geçmiş ama sonra onun
tahttaki tohumu kurumuştu.
ATMOSFERİN ONARILMASINDA
ALTIN TOZU DİKKAT ÇEKİYOR
Da.Uru sarayın
girişinde bir çocuk buldu; onu oğlu olarak kucakladı.
Sonunda Du.Uru da onu oğul benimsedi, onu Yasal Varis ilan etti ve
ona Lahma denildi, kuruluk anlamına. Sarayda prensler homurdanmakta; Danışmanlar
Meclisi şikayet etmektedir. Sonunda Lahma tahta çıktı, An’ın tohumundan değildi
ama sekizinci kral oldu. Eğitimlilerin meclislerinde, gediği iyileştirmek için
iki öneride bulunulmaktaydı. Biri adı altın olan bir maden kullanmaktı. Nibiru
üstünde bu metal çok azdı; Dövülmüş Bileziğin (Dünyadan sonraki bölümdeki
asteroid kuşağı ) iç kısmında ise çok bol.
En ince toz haline gelene
dek dövülebilen tek maddeydi bu; göğün yükseklerine ulaştırılınca havada asılı
kalabilecekti. Böylece gedik tekrar tekrar doldurmalar ile kapanacak, daha iyi
koruyacaktı. Gök sandalları inşa edile, göksel bir filo altını Nibiru’ya
getire! Diğerleri ise Dehşet Silahları oluşturalım, diyorlardı; yeri sarsıp
gevşetecek, dağları ayırıp parçalayacak silahlar. Füzelerle yanardağlara
saldıralım, ataletlerini harekete geçirelim ki püskürmeleri arta, atmosfer
yenilene, gedik ortadan kaybola!
Lahma karar veremeyecek
kadar güçsüzdü; hangisini seçeceğini bilemiyordu. Nibiru bir tur tamamladı,
Nibiru iki şar saymaya devam etti. Tarlalardaki bela azalmadı. Yanardağların
püskürmesi atmosferi onarmadı. Üçüncü şar geçti, dördüncü sayılıyordu. Altın
elde edilmemişti. Ülkede çekişme çoğaldı; yiyecek ve su azalmıştı. Ülkede
birlik bozuldu; suçlamalar giderek arttı. Saraya alimler gidip geliyorlardı;
danışmanlar durmaksızın içeri girip dışarı çıkmaktaydı. Kral onların sözlerine
kulak asmadı; adı Lahama olan karısını dinliyordu sadece.
LAHMA İŞİ KADERE BIRAKIYOR,
TEPKİLER ARTIYOR, İSYAN BAŞLIYOR
Kader buysa, demişti kadın,
Her Şeyin Büyük Yaratıcısına yalvarıp yakaralım. Tek umut yalvarıp yakarmakta,
eyleme geçmekte değil! Sarayda prensler huzursuzlanıyor, suçlamalarını krala
yöneltiyorlardı. Çare yerine daha büyük felaketleri çağırıyor akılsızca,
mantıksızca! Eski depolardan çıkartıldı silahlar; en çok konuşulan şeydi isyan.
Silaha ilk sarılan kişi saraydaki bir prensti. Vaatlerde bulunup diğer
prensleri de kışkırttı; adı Alalu’ydu. Lahma kral olmasın artık, diye bağırdı.
Kararsızlığın yerine geçsin karar!
Gelin kralın güvenini
sarsalım mekanında; tahtı bırakmasını sağlayalım! Prensler onun sözlerine kulak
verip sarayın kapısına koşturdular; taht odasına, onun yasaklanmış girişine
üşüşen sular gibi saldırdılar. Kral sarayın kulesine kaçtı; Alalu onun peşine
düştü. Kulede bir çarpışma yaşandı ve Lahma kuleden düşüp öldü. Lahma yok
artık, diye bağırdı Alalu. Coşku ve neşeyle ilan etti; kral öldü! Taht odasına
koşturan Alalu tahta kendisi kuruldu. Hakkı yada meclis kararı olmaksızın,
kendini kral ilan etti. Ülkede birlik kaybolmuştu; bazıları Lahma’nın ölümüne
sevindi, bazıları Alalu’nun ettiğine üzüldü.
KRALLIK SAVAŞI DEVAM EDİYOR,
ALALU KRAL OLUYOR
Şimdi bu Alalu’nun
krallığının ve Dünya’ya gidişin hikayesidir. Ülkede birlik kaybolmuştu, krallık
konusunda pek çok kişi zarar görmüştü. Sarayda prensler çalkalanmakta, mecliste
danışmanlar üzgündü. An’dan başlayarak tahta çıkmıştı ardıllar, babadan oğula
sürmüştü bu; sekizinci olan Lahma bile evlat edinilmiş bir oğul ilan edilmişti.
Alalu da kimdi? Yasal varis miydi, İlk Oğul muydu? Hangi hakla el koymuştu,
kral katili değil miydi o? Yargılayan yedilerin huzuruna çağırıldı Alalu;
kısmeti orada ele alınacaktı.
Anşargal’e dayanır soyum,
diye iddia etti yargıçların huzurunda. Atam onun bir cariyeden doğan oğluydu,
adı Alam’dı. Şarlar hesabında Alam ilk oğul idi; taht ona aitti. Gebe kalan
kraliçe onun haklarını bir kenara attı. Tohumun kanununu çıkarıverdi hiç
yoktan, kendi oğluna krallık sağladı. Alam’ı krallıktan etti; onun yerine bunu
oğluna bağışladı.
Alam’ın süregelen soyundanım
ben; Anşargal’ın tohumu benim içimde. Yargılayan yediler, Alalu’nun sözlerini
dikkatle dinlediler. Meseleyi danışmanlar meclisine aktardılar ki, hakikat mi
uydurma mı kesinleşsin. Kayıtlar evinden çıkartılan kraliyet yıllıkları
getirilip büyük bir dikkatle okundu. İlk kraliyet çifti An ve Antu idi; üç
oğulları vardı, hiç kızları olmamıştı. İlk oğul Anki idi; tahtta iken ölmüş ve
çocuğu olmamıştı. Onun yerine ortanca oğul tahta çıkmıştı; Anib’di adı.
Anşargal onun ilk oğluydu;
tahta çıkmıştı. Onun ardından ilk oğulun tahta çıkması kuralı sürmedi; ardıllık
kanununun yerini tohumun kanunu aldı. Bir cariyenin oğluydu ilk oğul; tohumun
kanununa göre krallıktan mahrum edilmişti. Krallık Kişargal’in oğluna
bahşedildi; kralın üvey kız kardeşiydi, işte buydu sebebi. Cariyenin oğlundan,
ilk oğuldan söz etmiyordu yıllıklar. Onun soyundanım ben, diye haykırdı Alalu
danışmanlara. Ardıllık kanununa göre krallık ona aitti; ardıllık kanununa göre
krallık şimdi benim hakkım.
Kuşkulu danışmanlar
Alalu’dan bir hakikat yemini etmesini istediler. Alalu ölüsü dirisi üstüne
yemin etti; meclis artık onu kral görmekteydi. Yaşlıları çağırdılar, prensleri
topladılar; onların huzurunda kararı açıkladılar. Prensler arasında genç bir
prens öne çıktı; krallık hakkında bir kaç şey söylemek istiyordu. Ardıllık
yeniden gözden geçirilmeli, dedi toplananlara. Ne ilk oğul ne de bir kraliçeden
doğan oğul olsamda saf bir tohumdan geliyorum. An’ın özü içimde korundu, hiç
bir cariye onu sulandırmadı.
Danışmanlar onun sözlerini
hayretler içinde dinliyorlardı; genç prens toplananlara biraz daha yaklaştı.
Ona adını sordular. Anu’dur; büyükbabam An’ın adı verilmiştir bana. Onun
seceresini soruşturdular ve o da onlara An’ın üç oğlu olduğunu hatırlattı. Anki
ilk oğuldu; oğlu veya kızı olamadan öldü. Anib, ortanca oğuldu; Anki’nin yerine
tahta çıktı. Anib, küçük kardeşinin kızını eş almıştı; onlardan beridir süren
soy yıllıklara kaydedilmişti. An ve Antu’dan, en saf tohumlardan birinden doğan
bu en küçük oğul kimdi?
Danışmanlar merakla
birbirlerine baktılar. Enuru idi adı, diye bildirdi Anu onlara; o benim atamdı.
Eşi Ninuru onun üvey kız kardeşiydi, oğlu ise ilk oğul; adını Enema koydular.
Onun eşi de üvey kız kardeşiydi; tohum ve ardıllık kanunlarına göre Enema’ya
bir oğul doğurdu. Nesiller işte bu saf soydan, kanuna ve tohuma göre kusursuz
olan soydan geldiler. Ana babam bana atamız An’ın adını onurlandırarak Anu
ismini verdiler; tahttan azledildik ama An’ın saf tohumundan azledilmedik!
Pek çok danışman, kral Anu
ola, diye bağrıştı. Alalu azledile! Diğerleri ise ihtiyatlı olalım dediler.
Çekişmeyi önleyelim, birliği bozmayalım. Alalu’yu huzura çağırıp keşfedilenleri
anlattılar. Alalu, prens Anu’ya kucaklayan kolunu uzattı ve Anu’ya şöyle dedi.
Farklı evlatlardan gelse de soylarımız, tek bir atadan geliyoruz. Birlikte
esenlik içinde yaşayalım ki bolluk bereket Nibiru’ya dönsün. Ben tahtta
kalayım, sen de ardılım ol. Sonra meclise seslendi. Anu veliaht olsun, izin
verinde ardılım olsun.
ALALU DA BAŞARISIZ OLUR, ANU
TAHTA GEÇER
Oğlu kızımı eş alsın,
ardıllık birleşsin. Anu meclisin önünde saygıyla eğilip toplananlara şunu
açıkladı. Alalu’nun sakisi olacağım, bekleyen ardılı olacağım; oğullarımdan
biri onun kızlarından birini gelin seçecek. Meclisin kararı buydu; kraliyet
yıllıklarına böyle yazıldı. Alalu işte bu şekilde tahtta kaldı. Bilgeleri,
alimleri ve komutanları toplayıp onlara danıştı; karar vermek için çok bilgi
derledi. Gök sandalları inşa edile, diye karar verdi; dövülmüş bilezik (
dünyada sonra gelen bölümdeki asteroid kuşağı) içinde altın aranacaktı.
Sandallar parçalanıp ezildi
dövülmüş bilezik içinde; hiçbiri geri dönmedi. Dehşet silahları Nibiru’nun
derinliklerini kesip aça, yanardağlar tekrar patlaya, diye emretti gene. Göğe
çıkan arabalar dehşet silahlarıyla donatıldı; göklerden atılan dehşet füzeleri
yanardağlara çarptı. Büyük parıltılar gök gürültüleriyle patladıklarında dağlar
sallandı, vadiler titredi. Ülkede pek çoktu sevinenler; bolluk bereket
beklentisi vardı. Sarayda Anu, Alalu’nun sakisiydi.
Alalu’nun ayaklarına
kapanmakta, içki kadehini Alalu’nun eline vermekteydi. Alalu kraldı; Anu’ya bir
hizmetkar gibi davranıyordu. Ülkede azaldı sevinenler, yağmurlar hala gelmemiş,
rüzgar sertleşir olmuştu. Yanardağların püskürmeleri çoğalmadı, atmosferdeki
gedik kapanmadı. Göklerde Nibiru turlayarak rotasında devam etti; turdan tura
sıcaklık ve soğukluk giderek dayanılmaz oldu. Nibiru halkı krallarına hürmet
etmez oldular, rahatlama sağlayacağına sefil etmişti onları.
Alalu tahtında kaldı.
Prensler arasında önde geleni, güçlü ve bilge Anu onun huzurunda duruyordu.
Alalu’nun ayaklarına kapanıyor, içki kadehini Alalu’nun eline veriyordu. Dokuz
sayılan dönem boyunca Alalu, Nibiru’da kral oldu. Dokuzuncu şar da Anu, Alalu’ya
savaş açtı. Çıplak, silahsız, yumruk yumruğa meydan okudu Alalu’ya. Kazanan
kral olsun, dedi Anu. Meydanın ortasında birbirleriyle boğuştular; kapıların
söveleri ve duvarlar sallandı. Alalu diz büktü; yüz üstü yere kapaklandı.
Alalu bu dövüşten yenik çıktı;
Anu alkışlanarak kral ilan edildi. Anu konvoy eşliğinde saraya götürülürken;
Alalu saraya dönmedi. Kalabalıkların arasından gizlice uzaklaştı; (Kendisinin
sebep ölümüne sebep olduğu) Lahma gibi ölmekten korkuyordu. Hiç kimsenin haberi
olmaksızın, gök arabalarının yerine seğirtti hızla. Füze fırlatan bir arabaya
tırmandı Alalu ve kapağını ardından kapadı. Ön kısımdaki odaya girdi ve
komutanın yerine yerleşti. Yolu göstereni aydınlattı; odaya mavimsi bir pırıltı
dolarken ateş taşlarını karıştırdı; uğultuları bir müzik gibi büyüleyiciydi.
Arabanın büyük fişeğini
canlandırdı; kırmızımsı bir parlaklık yaymaktaydı. Hiç kimsenin haberi
olmaksızın, Alalu gök geminin içinde Nibiru’dan kaçtı. Alalu rotasını kar
renkli Dünya’ya çevirdi, başlangıca ait bir sır sebebiyle seçmişti bu hedefi.