23 Ocak 2020

Ölüm gelmeden 3 ay önceden haber verirmiş! İşte belirtileri



Ölümden bile korkmuyorum diyenlerin bile kabusta ölmek bile korkutur. Ölüm genelde insanları korkutur. Sevdiklerinizi bırakıp gitmek, yapmak istediklerinizi tamamlayamamak ya da bilinmeyene doğru bir yolculuk yapmak biraz ürkütücü gelebilir. Peki, ölüm hakkında ne biliyorsunuz? Mesela ölümün aslında anlık olmayıp, üç ay önceden başlayabileceğini biliyor muydunuz?

Ölüm, her birey için özel, benzersiz, kişisel bir yolculuktur. Birisi ölüme doğru yaklaşır ve bilinen bir dünyadan bilinmeyen bir dünyaya doğru yolculuğu başlar.

Bu süreçte kişi ölümü kavrar ve kendi ölümüne inanarak, zihinsel yolda bir keşfe başlar. Bazılarının varış noktasına ulaşması aylar sürebilirken bazılarının yolculuğu ise birkaç gün sürer.


YOLCULUK BAŞLIYOR: ÖLÜME 1 - 3 AY KALA

Birisi ölümün yaklaştığını fark etmeye ve onu kabul etmeye başladığı zaman çevresinden çekilmeye başlar. Dünyadan ve dünyanın içindekilerden ayrılma sürecini başlatır. Arkadaşlarının, komşularının ve hatta aile üyelerinin bile ziyaretini geri çevirebilir. Ziyaretleri kabul ettikleri zaman etkileşimde zorlanabilir ve bundan hoşlanmayabilirler.

Ölüm anlık bir şey değildir, 3 ay önceden başlar! Kendi hayatları hakkında düşünüp taşınırlar ve anıları ziyaret edip dururlar. Nasıl bir hayat yaşadıklarını değerlendirebilir ve pişmanlıklarını düşünürler.


Ölmek üzere olan kişilerin iştahı azalır, kilo verirler. Beden yavaşlamaya başlar ve daha önce olduğu gibi yiyeceklerden enerji almaya gereksinim duymaz. Bir zamanlar çok keyif aldığı şeyler ona artık cazip gelmez, tek istediği şey uyumaktır…

Değişen vücut kimyası hafif bir his üretir. Onlar ne aç ne de susuzdur, yemek yemediklerinde acı çekmezler. Ve bu başladıkları yolculuğun beklenen bir parçasıdır.

ÖLÜME 1 - 2 HAFTA KALA

RUHSAL DEĞİŞİKLİKLER: Bu yolculuk sırasında kişiler genelde uyurlar. Kişilerde oryantasyon bozukluğu sık görülür ve algılar değişebilir. Kişi gizli düşman korkusu veya yenilmeme duygusu gibi hezeyanlar yaşayabilir.

Halüsinasyonlar görebilir, bazen orada olmayan insanlarla konuşabilirler. Konuşulan kişi genelde ölmüş insanlar olur. Hayat ile gelecek arasındaki perde kalkmıştır. Kişide ajitasyon görülür, hareketleri amaçsızdır ve diğerleri için hiçbir anlam ifade etmiyor olabilir. Çünkü gittikçe bu dünyadan uzaklaşıyorlardır.

FİZİKSEL DEĞİŞİKLİKLER: Vücut daha zor bir şekilde kendini koruma altına alır. Vücutta bu süre zarfında bazı işaretler görülür:

* Vücut sıcaklığı düşüktür.
* Kan basıncı düşüktür.
* Nabız düzensizdir; yavaştır ya da hızlıdır.
* Terlemede artış görülür.
* Dolaşım nedeniyle deride renk değişiklikleri olur. Soluk ve mavimsi bir renk hakimdir, özellikle dudaklarda ve tırnak yataklarında daha belirgindir.
* Solunum değişiklikleri söz konusudur. Genellikle solunum daha hızlı ve yorucu haldedir. Tıkanıklık meydana gelebilir ve bu da öksürüğe yol açabilir.
* Konuşma azalır ve sonunda tamamen durur.

YOLCULUK ARTIK SONA ERDİ: 

ÖLÜME BİRKAÇ GÜN YA DA BİRKAÇ SAAT KALA

Kişi artık ölüme doğru yaklaşmaktadır. Ölüm yaklaştıkça enerji dalgası ortaya çıkabilir. Yataktan kalkıp, yakınlarla konuşmak, iştahsız geçen günlerden sonra bir şeyler yemek isteyebilirler. Bu enerji dalgalanması kişiye göre değişiklik gösterse de ölen bir kişinin son fiziksel ifadeleri bunlardır.

Eller ve ayaklar morumsu ve lekeli (benekli) olabilir. Bu benekler yavaş yavaş kollara ve bacaklara yayılabilir. Dudaklar ve tırnak yatakları mavimsi ya da mor olabilir. Kişi genellikle yanıt vermemeye başlar ve gözleri açık veya yarı açık olmakla beraber çevreyi göremezler.


Nefes daha düzensiz ve genellikle daha yavaştır. (Cheyne Stokes solunumu) Hızlı hızlı nefes almanın ardından nefes tamamen durabilir.

İnanışa göre bu anlarda ölmek üzere olan kişinin yanına sevdiği kişilerin oturup onunla konuşması tavsiye edilir. Sonunda nefes tamamen sona erer, kalp durur. Ve ölüm artık meydana gelmiştir.


Kaynak: https://www.medyahaber.com/olum-gelmeden-3-ay-onceden-haber-verirmis-iste-belirtileri-p15-aid,453.html#galeri

14 Ocak 2020

Uğur Mumcu – 40’ ların Cadı Kazanı.


SUNUŞ

40’lı yıllar yazısı tarihimizin pek aydınlanmayan bir bölümünü oluşturuyor. Cumhuriyet gazetesinde 1990 yılı Şubat günleri arasında yayınlanan 40’ların Cadı Kazanı başlıklı yazı dizisinde bu döneme damgalarını vuran kişiler ve olaylar incelendi. Yayınlanan belgelerin bir kısmı ilk kez gün ışığına çıkıyordu. Bazı belgeler de tozlu dosyalar arasında unutulmuştu. Adliye mahzenlerindeki dosyalarda kağıt yapılmak üzere Sekaya gönderilmişti. Olaylarla ilgili müfettiş raporları ve soruşturma belgeleri de Milli Eğitim Bakanlığının arşivlerindeydi. Belki bunların bir kısmı da ünlü maarif yangınında kül de olmuştu. Gerek dizide gerek elinizde tuttuğunuz kitapta olaylar belgelerin ışığı altında incelendi.
Belgelerin bir kısmı bir araştırma sırasında rastlantı sonucu elime geçen Hasan Ali Yücel - Kenan Öner Davası dosyasındaydı. Tutanaklar soruşturma dosyaları ve gizli yazışmalar ve sicil özetleri artık elimdeydi.
Bunları tek tek inceledim.
Hasan Ali Yücel - Kenan Öner davası yalnızca bir hakaret davası değildi dava o devrin bütün siyasal koşullarını da yansıtıyordu.
Bu yüzden alanını daha da geniş tutmayı düşündüm.
Sabahattin Ali - Nihal Atsız Davası ile başlayıp 1944 Irkçılık-Turancılık Davası ile süren ve Hasan Ali Yücel - Kenan Öner Davası ile noktalanan davalar bir dönemin sağ-sol kavgasını yansıtıyordu.
Bütün bu dava dosyalarını inceledim. Savunmaları değerlendirdim. Sanıkları o günden bugüne uzanan zaman dilimindeki yaşam öyküleri ile tanıtmaya çalıştım.
40’lı yıllar savaş yıllarıydı. Bu yılların siyasal çerçevesini çizmek için de Nazi Almanyasının Türkiyedeki çalışmalarını inceledim. Bu çalışmalar ile ilgili belgeler Federal Almanya’da yayınlanmıştı. Bu belgelerin bir kısmı da Havass Yayınları tarafından Alman Dışişleri Dairesi Belgeleri -Türkiyedeki Alman Politikası ( ) adlı bir kitapta toplanmıştı. Onur Yayınları arasında yayınlanan Türkiyede Faşist Alman Propagandası adlı kitapta da bu döneme ilişkin belgeler ve değerlendirmeler yer almaktaydı.

Bu kaynaklarla da yetinmedim ve Alman Dışişleri Bakanlığı belgelerini bularak bunları inceledim. Bu belgeler ünlü Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşanın bir Nazi işbirlikçisi olduğunu hiçbir yorumu gerektirmeyecek biçimde gözler önüne sermekteydi.
Nuri Paşa (Killigil) ile birlikte Azerbaycan seferi ve İslam orduları başkomutanlığı serüvenlerine de kısaca göz attım. Azerbaycan olayı neydi Atatürk niçin Azerbaycanı Sovyetlere bırakmıştı.
1. Dünya Savaşını ve bu savaştaki İrak cephesi ile Azerbaycan seferini Kazım Karabekirin İstiklal Harbimiz kitabı ile General Fahri Belen General Ali İhsan Sabis ve Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Yayınlarından İstiklal Harbi 3. Cilt adlı kitapları incelendi.
İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Selahattin’in Romanı ile Burhan Oğuzun Yüzyıllar Boyunca Alman Gerçeği ve Türkler kitabı ile Şevket Süreyya Ay-demirin Enver Paşa kitapları da yeniden gözden geçirildi. Bu dönemde ilgili bütün anılar da kaynaklarım arasındaydı. O günlere ilişkin gazete ve dergiler de tek tek okundu. Gazeteciler yazı dizilerini yazarlarken ele aldıkları olayların çarpıcı yönlerini ön plana çıkarırlar. Her gün bölüm ve çarpıcı olay ile sunulur. Yazı dizinini kitaplaştırırken de aynı yöntemi izledim. Ancak bazı bölümleri genişlettim yazı dizisinde hiç yer almayan konuları da kitaba yerleştirdim. İleride bu konuları incelemek isteyen araştırmacılar için de bu olaylara ilişkin kaynaklar ve ayrıntılar da dip notlarında verildi. Yazı dizisinde adları geçenlerin kendileri ve yakınlarının yaptıkları açıklamalar da kitaba konuldu. Bu olaylarda yer alan kişilerin kısa yaşam öykülerini de ilgili bölümlerde bulacaksınız.
Şunu da kaydetmeden geçmeyeyim bu yazı dizisi ya da kitap kronolojik ele alan bir tarih incelemesi değildir. Gazetecinin ve tarihçinin işlevleri ayrıdır. Gazeteciler tarih yazmazlar tarihçinin yararlanacakları kaynakları bulmaya ve bu kaynakları sunmaya çalışırlar. Tarihçinin görevi başkadır. Tarihçi tarihi yazarken anılardan ve belgelerden yararlanır. 40’lı yıllar ile ilgili birçok anı yayınlandı. Ben bu küçük araştırmada anılardan çok belgelere dayanmaya özen gösterdim. 40’lı yıllarda yer alan bu olayların hemen hepsi ayrı ayrı incelemeye değer konulardır. Söz gelişi Köy Enstitüleri ya da DTCF’deki olaylar Irkçılık- Turancılık davası başlı başma inceleme konularıdır. Bunun gibi Hasan Ali Yücelin kişiliği yaşam öyküsü ve Türk milli eğitimine yaptığı unutulmaz katkılar ayrı incelemeleri gerektirir. Amacım kuşbakışı ile de olsa 40’lı yılları biraz daha yakından görebilmek ve gösterebilmekti.
40’lı yıllar bugünleri de yönlendiriyor. Cadı kazanları bugün de kaynıyor. Kazanların içinde yananlar ve bu kazanların altlarına odun atanlar bugün başka başka insanlar. Ama sonuç değişiyor mu Hayır.

BÎRÎNCİ BÖLÜM
NAZİLERLE KAFKASYA PAZARLIĞI
Uğur Mumcu Nisan 1990 Ankara
Dünya olaylarının bugünkü durumunda Türkiyenin ırkçı ve Turancı olması lazım geldiğini iddia edenler hangi millete faydalı kimlerin maksadına yararlıdırlar Türk milletine yalnız bela ve felaket getirecek olan bu fikirleri yürütmek isteyenlerin Türk milletine hiçbir hizmetleri olmayacağı muhakkaktır. Bu Hareketlerden yalnızca yabancılar faydalanabilirler. Fesatçılar yabancılara bilerek mi hizmet ediyorlar Bunları hüküm olarak kestirmek bugün mümkün değildir. Ama yabancıya hizmet kastı ve yabancının yakın ilgisi hiçbir zaman meydana çıkmasa dahi hareketlerin Türk milletine Türk vatanına zararlı olması ve bunlardan yalnız yabancıların faydalanmış olması söz götürmez bir hakikattir.
İSMET İNÖNÜ (Cumhurbaşkanı) 19 Mayıs 1944 Tarih 22 Ağustos Alman Dışişleri Bakanlığının Türkiye ile ilişkilerinden sorumlu Müsteşar Yardımcısı Dr. Ernst Woerman Bakanlık Müsteşarı Weizsaeckere ivedi kaydıyla bir rapor sunuyordu Hitler Almanyasının Dışişleri Bakanlığı o günlerde Berlinde önemli bir konuğunu ağırlamaya hazırlanmaktaydı Rapor bu önemli konuk ile ilgiliydi.
Önemli konuk pansiyon Victoria Caroline Vick Kur-fürstendamm 2024 Berlin W 15 adresinde kalacaktı. Altında Woerman imzası bulunan Alman 892 sayılı gizli yazı şöyleydi Elçi Von Rintelen telefonla Sayın Reich Dışişleri Bakanlığına Büyükelçimiz Von Papenden bir mektup geldiğini ve bu mektupta Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşanın Leipzig Fuarı nedeniyle Berline geleceğini ve bu arada Dışişleri Bakanlığında da görüşmelerde bulunacağını belirttiğini bildirmiştir. 40lı yılların başında bir Türk paşası Almanyanın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen ile sık sık İstanbulda buluşurdu. Görüşmeler saatlerce sürerdi. Bu görüşmelerde zaman zaman Elçilik Müsteşarı Hilger de bulunurdu. Bu paşanın adı Nuri soyadı da Killigildi. Büyükelçi Papen ile Nuri Paşa arasındaki konuşmaların konusu Alman ordularının Sovyetlere saldırışıydı.
O sıralarda Almanlar Nuri Paşa. aracılığı ile Türkiyedeki ırkçılık-turancılık düşlerini canlandırmaya çalışıyorlardı.
Woermanin gizli yazısı bu görüşmelerin amacını da özetlemekteydi Sayın Büyükelçi Von Papen Nuri Paşanın Pan-Turancılık öncülerinden biri olması nedeniyle kendisini Berline gelişinde karşılamam ve paşaya eşlik ederek yapılacak görüşmeler;
Sayın Dışişleri Bakanımızın kendisi ile bu konu üzerinde özel treninde konuştuğu Müsteşar Hilger Mn bulunmasını sağlamamı istemiştir. Sayın Hilger-in önümüzdeki günlerde Berline geleceği de haber alınmıştır.
Woerman 17 Eylül 1941 günü U St. S. Pol No 83 sayılı gizli raporunda şu değerlendirmeyi yapıyordu;
Enver Paşanın kardeşi ve Pan-Turancılık hareketi öncüsü Nuri Paşa ile 11 Eylül tarihinde bir görüşme yapmıştım. Nuri Paşanın bana açtığı fikirleri Ankara’daki büyükelçiliğimizin gönderdiği raporlarla da genel hatlarıyla bilinmektedir...
Bu görüşler aşağıdaki şekilde özetlenebilir;
1 Pan-Turancılık hareketinin amacı bugünkü Türkiye sınırları dışında kalan Türk halklarına özgür bir devlet yapısı kazandırmaktır. Yani bu bölgeler Türkiye tarafından alınmayacak fakat siyasal olarak Türkiye’ye bağlanacaktır.
2 Nuri Paşaya göre bu halklar ilk planda bugüne kadar ki Sovyetler Birliği sınırları içinde kalan ve Kuzey İran’da (Azerbaycan’da) yaşayan Türk soyundan gelen halklardır. Sovyetler Birliğinde öncelikli olarak Azerbaycan ve Azerbaycanın kuzeyinde yer alan Dağıstan talep edilmekte ayrıca Kırım ve Volga Irmağı ile Urallar arasında kalan yukarıda kuzeye çıkarak Tatar Sovyet Cumhuriyetine kadar uzanan bütün bölgenin tamamı istenmektedir. Bu arada bu bölgelerde yaşayan Türk halklarının da bazı yörelerde çoğunlukta bazı yörelerde de azınlıkta oldukları kabul edilmektedir. Bölgelere ayrıca bütün Türkistan toprakları katılmakta ve doğuya doğru bir sınır çizilmeyip açık bırakılmaktadır.
3 Benim Atatürk’ün siyasetine uygun olarak Türkiye’nin tam bir milli devlet olarak kalacağı ve bugünkü devlet sınırları dışında herhangi bir hedefi olmadığı şeklindeki karşı görüşlerimi Nuri Paşa ( Atatürk’ün düşüncelerinin bir zorunluluk siyaseti olduğu ve gerekçesinin de Sovyetler Birliğinin yarattığı korku olduğu) biçiminde yanıtlamıştır. Almanya ile birlikte ve özellikle de Sovyetler Birliğinin parçalanmak üzere olduğu şimdiki konumumuzda da bu gerekçe kalkmış. Ayrıca daha önce de belirttiğim gibi bu Türk çabaları teritoryal amaçlı değilmiş.
4 Kendisinin bu görüşleri için öncelikle Türk hükümetinin ve Türk halkının kazanılması gerektiği biçimindeki karşı görüşümü de Nuri Paşa (Bütün Türk halkının bu görüşlerden yana kazanılabileceğini ve uygun zamanı gelince bu düşünceleri kendi düşüncesi olarak benimseyecek bir hükümetin iktidarı kesinlikle ele geçireceğini) söylemiştir. Alman diplomat Nuri Paşanın hükümetle ilişkilerini de soruşturur... Nuri Paşa Başbakan ile görüştüğünü de söyler. Raporu okumaya devam edelim... Bir soru üzerine Nuri Paşa kendisinin şu anda Türk hükümetinden gizli hareket etmediğini de vurgulayarak Berlin seyahatine çıkmadan önce Başbakanı ziyaret ettiğini ve Başbakanın da kendisinin planlarından haberdar olduğunu bildirmiştir. Ben de bu arada Nuri Paşanın Türk büyükelçiliği tarafından kusursuz biçimde takdim edildiğini de belirtmek isterim.
4 Nuri Paşa siyasetin içinde de görünmüyordu. İş hayatına atılmış Haliç çevresinde bir fabrika açmıştı. Ama yine de Türkiye’de Turancılığın önderlerinden biri sayılıyordu. Paşa 48 yaşındaydı.
Alman diplomatı Woerman daha sonra raporunda şu değerlendirmeyi yapıyordu;
1 Nuri Paşa Almanya ve Türkiyenin ittifak kurmalar halinde Sovyetler Birliğinin yıkılarak bu planın gerçekleşmesinin kesinlikle mümkün olduğu görüşündedir. Bu konuda gerekli kamuoyu oluşmuştur ve Sovyetler Birliğinde bu yönde gerekli askeri başarıların elde edilmesi durumunda Türkiye Almanya ile ittifak kurmayı kesinlikle kabul edecektir.
2 Bu düşüncelere Türkiye’de hangi çevrelerin katıldığı konusundaki soruya Nuri Paşa (ordunun büyük bir kısmının bu düşüncelerden yana olduğunu söylemiş) ve gerektiğinde bu konuda önemli bir rol oynayacak Kafkasya cephesinde komuta yetkisine sahip akrabası olan bir generalin adını vermiştir.
Alman diplomat raporunu şöyle sürdürüyordu;
Nuri Paşa Almanya’nın bu konuda hazırlık olarak yapabileceği yardım konusunda şunları söylemiştir
a) Türk halklarının yaşadığı bölgelerde yönetim yerleri Müslüman halka verilmelidir. Bu konuda şu andaki koşullarda ilk akla gelen Kırımdır.
b) Türk soyundan gelen savaş tutsakları ayrılmalı ve 1. Dünya Savaşında olduğu gibi özel bir kampta toplanmalıdır. Bu konudaki en basit ölçü ilk aşamada Müslüman savaş tutsaklarının bu yolla bir araya toplanmasıdır. Daha sonra bu tutsaklar arasından Pan-Turancılık hareketi için özel bir birlik oluşturulacaktır.
Alman diplomat Woerman Nuri Paşa ile neler konuşulduğunu da bakanlığına şöyle bildiriyor.
Nuri Paşa her ne kadar içtenlikti ve dostça da olsa 1. Dünya Savaşında bazı Almanların takındıkları tutumları eleştirmiştir. Yüzbinlerce Türk’e mezar olan Gelibolu zaferini Almanların kendilerine mal etmelerini Türklerin hiç de hoş karşılamayacaklarını dile getirmiştir. Yeni kurulacak Türk-Alman işbirliğinde bu tür hatalardan sakınılmalıdır. Nuri Paşa Arap politikası konusunda Türkiye’nin yalnızca Suriye sınırında bazı düzeltmeler yapmayı arzuladığı ve özellikle de Irak sınırına kadar bütün Bağdat demiryolunun Türk sınırları içinde kalması gerektiğini söylemiştir. Nuri Paşa ayrıca Arapların devlet kurma yeteneklerini pek yeterli görmemektedir. Fakat buna rağmen bir Arap ülkeleri birliği kurulmasına çalışılmalıdır. Ama bu birliğe Suudi Arabistan ve Yemenin katılmaları gereksizdir. Bu şekilde Mısır da farklı bir çerçevede ele alınmalıdır. Kendisine göre böyle bir Arap birliğinin oluşturulması harikulade bir düşeş olacaktır. Bu arada Yahudilere yakın Suriye’yi görmezlikten gelmiştir. Ne olursa olsun kurulacak böyle bir Arap ülkeleri birliğinin sırtını Türkiye’ye dayaması ve Türkiye aracılığıyla Almanya’ya müttefik olması gereklidir.
Woerman 17 Eylül 1941 tarihli raporundan sonra 27 Eylül günü ikinci raporunu da yazıp Dışişleri Bakanlığına gönderiyor. Rapor şöyle başlıyor;
25 Eylül tarihlerinde Pan-Turancılık hareketi öncüsü Nuri Paşa ile görüşmelerde bulunmuştum. Bu görüşmelerin ikincisi Büyükelçi Von Papen ve Elçilik Müsteşarı Hiiger ile birlikte yediğimiz öğle yemeğinde gerçekleşmiştir.
Raporda Nuri Paşa ile ilgili şu bilgiler veriliyor;
Nuri’nin kimliği hakkında öncelikle gençliğini ağabeyi Enver Paşanın etkisi altında geçirdiğini söylemek gerekir. Enver Paşanın kendisi de Pan-Turancılık hareketinin ilk öncülerinden biridir. Enver Paşa Türklerin çöküşünden sonra geçici olarak Moskova’nın hizmetine girmiş ve 1921 yılında Türkistanda Bolşeviklere karşı savaşta vurulmuştur. Nuri Paşa subay olarak Trablusgarp’ta İtalyanlara ve Birinci Dünya Savaşında da Kafkasya’da Ruslara karşı savaşmıştır. Şu anda elli yaşlarındadır ve görüldüğü kadarı ile Türkiye’de hali vakti yerindedir. Nuri Paşa bir fabrika sahibidir. Kendisinin Turancı fikirleri romantik biçimde Enver Paşayı anımsatmaktadır.
Pan-Turancılık akımı Alman gizli belgelerinde şöyle değerlendiriliyor. Woermanm değerlendirmelerini de okuyalım;
Pan-Turancılık düşüncesinin teşvik edilmesinin Alman çıkarlarına uygun düşüp düşmediği konusundaki sorunuzun değerlendirilmesinde bence daha çok şu andaki taktik çıkarla gerçek pratik uygulamadaki çıkar arasında bir ayrım yapılmalıdır.
Şu andaki çıkar konusuna gelince Türkiye’nin Pan-Turancı düşüncelerini sadece Almanya ile federatif bir ilişkide gerçekleştirebileceği açıktır. Bu nedenle Pan-Turancı bir Türkiye zorunlu olarak Almanya taraftarı bir Türkiye olmalıdır. Bu Pan-Turancılık düşünceleri aynı zamanda da Sovyetlerin sırtından Türk emperyalizmi anlamına da gelmektedir. Bütün bunlardan yola çıkarak Pan-Turancı düşünceler değişik bir tutum gösteren bugünkü Türk hükümeti de göz önüne alınarak en azından şimdilik dikkatle incelenmelidir. Türkiye’ye bağlı Türk yeni devletlerinin kurulması hususunda değişik açılardan bakılmalıdır. Bu arada Pan-Turancılık düşüncesinde yer alan örneğin petrol bölgesi Musul Batum ve Baku ile Trans-Kafkasya bölgesinin alınması gibi Türkiye topraklarının gerçekten genişletilmesi gibi planları bir yana bırakıyorum. Gerçi Türklerin Musul bölgesini yeniden kazanmaları bizim petrol çıkarlarımız nedeniyle elbette desteklenemez fakat belki katlanılabilir. Ama Batum ve Baku bölgelerinin Türklere bırakılması kesinlikle söz konusu olamaz. Ayrıca bana göre Türk halklarının karışık olduğu Kafkasya ve Ural-Volga arasındaki bölgeyle Hazar Denizi doğusunda yer alan Türkistan bölgesi arasında büyük bir fark vardır. Sovyetlerin yıkılmasından sonra eski imparatorluğun geniş toprakları yabancıların değil Almanların etkisine girmelidir. Eğer Trans- Kafkasya ve Ural-Volga arasında politikalarını Türkiye’ye göre yönlendirecek ve böylece değişen politikalardaki tutumlarda halen bütün güçlerin talip olduğu Türkiye’ye bağlı olacak devletlerin kurulması bizim çıkarlarımıza uygun değildir. Fakat Türkistan için durum farklıdır. Eğer Sovyetler Birliği yeterince zayıflatılır ve İngiltere Hindistan’dan çıkartılmazsa elbette ki İngiliz emperyalizmi ekonomik yönden büyük gelecek vaat eden ve Türk-Sib Demiryolu ile ancak ulaşılabilen bölgeleri de ele geçirmek isteyecektir. Bu ülkeler coğrafi konumlarından dolayı gelecekte de Alman hakimiyeti bölgesine girmektedir. Bu nedenle buralarda Türkiye taraftarı Türk devletlerinin kurulması desteklenebilir...
Nuri Paşa Rus savaş tutsaklarından Müslüman olanlarının ayrı kamplarda toplanmalarını ve bunların Pan-Turancı hareket içi savaş birliği olarak kullanılmalarını önermişti.
Alman Turancılık Masası Alman Dışişleri Bakanlığının Türkiye ile ilişkilerinden sorumlu Müsteşar Yardımcısı Dr. Ernst Woerman 28 Ekim 1941 günkü raporunda şu değerlendirmeyi yapıyor;
İrtibat subayı olarak cephede bulunan Elçi Hentig Nuri Paşa ve Pan-Turancılık ile ilgili konuları yürütmek üzere Dışişleri Bakanlığında bir göreve atanmıştır. Kendisi tahminen 29 Ekimde burada olacaktır. Geldiğinde bu konular için bir komite kurulması düşünülmektedir. Ordu Komutanlığından Türk ve Müslüman savaş tutsaklarının aynlması için hazırlık yapması istenmiştir. Talimata uygun olarak Büyükelçi Von Papene Türk hükümetinin savaş tutsaklarının ayrılması konusunda nasıl bir yaklaşım gösterebileceği sorulmuştur.
Elçi Papen bu konuda şunları söylemiştir;
Nuri Paşanın Pan-Turancılık hareketi içinde oynadığı role ilişkin olarak kendisi tarafından yapılan savaş tutsaklarının organizasyonu ve eğitiminde kendisinin büyük ölçüde yer alması önerisini uygun buluyorum. Bu konuya Türk hükümetinin karşı çıkmayacağından eminim. Çünkü ben Sayın Saraçoğluna daha önce Türk soyundan gelen savaş tutsaklarını özel kamplara yerleştirmeyi planladığımızı söyledim. Elçi Von Papene ayrıca Berlinde Nuri Paşanın yönetiminde bir Pan-Turancılık propaganda merkezinin kurulması konusunda Türk hükümetinin tavrının ne olabileceği konusunda fikri sorulmuştur. Bu konuda henüz bir yanıt gelmemiş olup kendisi uyarılmıştır. Sayın Elçi Von Papenin bildirdiğine göre şu anda cephe gezisine katılan General Hüsnü Emir Erkilet Pan-Turancıhk hareketinin önde gelen adlarından biridir. Sayın Erkilet cephe gezisinden sonra Elçi Papen aracılığı ile beni ziyaret edecektir. Hentig gelir gelmez konu ile ilgili yeni girişimlerde bulunulacaktır. Woerman raporunu dışişleri bakanına sunuyor. Turancılık için hemen Alman Masası kuruluyor.
Woerman bu öneriyi şöyle değerlendiriyor OKW (Ordu Başkomutanlığı) Savaş Tutsakları Bölümü başkanının bildirdiğine göre;
Reich Rosenberg OKW ye bu konudaki talebini iletmiş bulunmaktadır. OKW böyle bir ayrımı şu anda yapacak durumda değildir. Fakat ilerde Rus tutsaklarının ırk ve milliyetlerine göre ayrımına başlamayı planlamaktadır. Ayrıca Dışişleri Bakanlığının Rus tutsakları arasındaki Türk uyruklu ve Müslüman tutsakların ayrılması konusundaki talebi de uygun karşılayacaktır. Bu konuda OKW ile resmi olarak görüşebilmek için yetki rica edilmektedir. Bu konunun gerçekleşmesine kadar hiç şüphe yok aylar geçecektir. Nuri Paşa Türk halklarının yaşadığı bölgelerin yönetiminin yerli Türk ve Müslüman halka verilmesini arzu etmektedir. Bu koşullarda günümüz konumunda akla ilk gelebilecek Kırım bölgesidir. Bu isteğin OKWye askeri olarak ele geçirilen bölgelerin yönetimine yerli halkın katılmasında Türk soyundan gelen ve Müslüman olan halkın doğal olarak dikkate alınacağı şeklinde iletilmesi önerilir ve bu hususta VLR Grosskopf aracılığı ile Reich Bakanı Rosenberg ile temasa geçilip geçilmemesi konusunda karar verilmesi rica olunur...
Alman diplomat bu önerileri değerlendirdikten sonra şu görüşünü de bildirir;
Bu önerilere olumlu yanıt verilmesi halinde Nuri Paşanın Pan-Turancılık düşünceleri açısından taahhüt altına girmiş olunmaz. Ayrıca Müslüman savaş tutsaklarının ayrılması ve ele geçirilen doğu bölgesinde Müslüman halkın yönetime katılması bizim İslam ve Doğu politikalarımız açısından da özellikle salık verilir.
Nuri Paşanın Berlinde bir Pan-Turancılık propaganda merkezi kurulması yolundaki isteğini de Alman diplomat şöyle değerlendiriyor;
Pan-Turancılık hareketinde Nuri Paşa bizzat kendisinin faal bir rol oynamasını istemektedir. Bunun yanında Türk soyundan gelen Müslüman esir kamplarının kurulmasından sonra bu insanlardan oluşan malzemenin organizasyonunda herhangi bir şekilde yer almayı düşünüyor. Bunu Türk hükümetinin üstü kapalı izniyle yapacağını da düşünmektedir. OKW ile bu konuda da ilk planda bağlayıcı olmayan fikir alışverişinde bulunabilmek için yetki verilmesi rica olunur. Ayrıca Nuri Paşa Berlinde kendisinin ve arkadaşlarının katılacağı bir Pan- Turancılık propaganda merkezinin kurulmasım düşünmektedir. Bu konu şimdilik bir kenara bırakılmalıdır. Woerman önerilerinin hemen benimsenmesini bekleyen Nuri Paşanın biraz düş kırıklığına uğradığını da raporuna ekliyor.
Hitlerin Ankara Büyükelçiliği Nuri Paşadan umutludur. Alman diplomat ilişkilerin sürdürülmesini ister. Yine Woerman imzalı 27 Eylül 1941 gün ve 905 sayılı rapora da kısaca göz atalım;
Sizden Nuri Paşa Berlinden ayrılmadan önce (Ust S. Pol. Nr 887 nolu ve 26 Eylül tarihli notuma bakınız) kendisi ile tekrar ilişki kurmanızı ve o ana kadar Sayın Dışişleri Bekanı herhangi bir talimatta bulunmamışsa kendisine şahsen Berlin seyahatinin çok yararlı olduğunu ve bizi çok memnun ettiğini söyleyerek selamlarımı iletmenizi rica ederim. Ayrıca bizimle olan temasını büyükelçimiz Von Papen aracılığı ile sürdürmesini rica ettiğimi de belirtiniz. Müslüman ve Türk soyundan gelen savaş tutsakları konusunda herhangi bir karar verilirse kendisine Ankara Büyükelçiliğimiz aracılığı ile hemen bilgi verilecektir. Kendisine de söylediğim gibi konu uygun görülmektedir. Sizden diğer bir ricam da son görüşmemizde bana hayal kırıklığına uğramış görünen Nuri Paşayla bize güvenini koruyacak fakat kendisine karşı herhangi bir taahhüt altına girmeyecek şekilde ilişkileri yürütmemizdir.
Alman gizli belgeleri arasında 29 Eylül 1941 tarihli bir not göze çarpıyor. Alman Dışişleri Bakanlığından Von Grote şu notu yazıyor;
Nuri Paşa bugün beni ziyaret etti. Kendisine hemen Müsteşar Woermanin veda selamlarını ilettim ve kendisiyle Sayın Woermanin arzu ettiği şekilde görüştüm. Nuri Paşa haberi ilettiğim için teşekkür etti ve Sayın Müsteşarın kendisini veda ziyareti nedeniyle kabul edebilmesi halinde memnuniyetle kabul edebileceğini iletmemi rica etti. Nuri Paşa bundan sonra Türkiye ve Almanya’nın politik ve ekonomik alanlarda yoğun bir işbirliği yapmasının gerektiği konusunda genel olarak görüşlerini aktardı. Düşüncesine göre eğer İngiltere’ye kesin bir darbenin vurulması isteniyorsa Hindistan’a saldırmak gereklidir. Hindistan’a giden yol dağlık Afganistan’a nazaran uzaklığın fazla olmasına rağmen Doğu Türkistan üzerinden buradaki Türk halkının da desteği ile çok kolaydır. Nuri Paşa aynca bizimle de temasını sürdüreceğine söz vermiştir.
10 Ekim 1941 tarih ve DG Pol. Nr 16 sayılı not Turancılık hareketi için Almanların kollarını sıvadıklarını kanıtlıyor, notu okuyalım;
Birkaç gün önce telefonla Sayın Elçi Rintelene Sayın Dışişleri Bakanının talimatı üzerine Nuri Paşa ve Pan-Turancılık hareketi için Dışişleri Bakanlığında bir irtibat personelinin atanması konusunu Sayın Müsteşar Woermanin geri dönüşüne kadar bekletilmesini salık verdim. L.R. Melchersın görüşüne göre bu konuda en uygun kişi Elçi Von Hentigdir. Elçi Rintelenin bugün bana bildirdiğine göre kendisine Sayın Dışişleri Bakanının konu ile ilgili yeniden soru yöneltmesi üzerine bu öneriyi sunmuştur. Sayın Dışişleri Bakanı bu göreve Sayın Von Hentigin atanmasını uygun görmektedir. Bunun üzerine ben Sayın Rintelene Von Hentingin Saucken Başkonsolosluğunda irtibat subayı olarak halen savaş alanında bulunduğunu fakat Nuri Paşa bir iki gün içinde Berlinden ayrılacağı ve en azından birkaç hafta geçmeden de geri dönmeyeceği için bunun sorun olmadığını bildirdim. Ayrıca Büyükelçi Von Papenden de Nuri Paşanın Türkiye’de bulunduğu sürece de kendisiyle ilgilenmesi rica edilmiştir.
Notun altında da şu talimat yer alıyor;
Sayın Elçi Papen’den Türkiye’ye geri dönmesi artık kesinleşen Nuri Paşaya konu ile ilgili olarak Elçi Hen-tigin atanacağının bildirilmesi rica edilecektir. Hitler Almanyası Türkiyede Pan-Turancılık hareketini destekleme kararı almıştır. Hareketin lideri Nuri Paşa olacaktır. O tarihlerde Hitler Almanyasının Dışişleri Bakanı Jo-ashim Von Ribbentrop Bakanlık Müsteşarı da eski bir deniz subayı olan Baron Ernst Von Weizsaeckerdi. Müsteşar Weiszaeckerin Bakan Ribbentropa yazdığı 1 Ekim 1941 tarihli yazıda da Nuri Paşa ile temasın sürdürülmesi önerisinde bulunuyor. Nuri Paşa bugün bana Allahaısmarladık demeye geldi. Kendisi ile son görüşmemizden bu yana Pan-Turancılık hareketinin kendi vatanında da ilgi kazandığı konusundaki izlenimimi aktardım. Fakat Türk devlet adamları baklayı ağızlarından çıkarıncaya kadar biraz daha beklemek istiyorlarmış gibi geliyor. Açıkça Alman birlikleri doğuda daha da ilerlemediği sürece Rusyanın Pan-Turancılık sorununun boyutlarının farkına varması halinde buradaki Türk halklarının Bolşevik zulmüne maruz kalmaları ihtimalini önlemek istemektedirler. Nuri Paşaya kendisini tekrar Berlinde görmeyi ümit ettiğimi söyledim. Bilgilerinin doğu seferimizin devamı açısından bize oldukça yararlı olabileceği kanısındayım.
Almanlar öyle anlaşılıyor ki Nuri Paşayı bu işe pek uygun görmediler. Görmeyince Pan-Türkist akımlar için yeni bir aday arandı ve bulundu Prens Abdülkadir. Abdülkadir 2. Abdülhamidin oğluydu. Prens Abdülkadir o sıralarda eşi ve iki çocuğu ile birlikte Macaristan’da yaşıyordu ve gırtlağına kadar da borçluydu. Naziler Macaristanda sosyetik yaşam sürdüren Prens Abdülkadiri Berlinde konuk ettiler ve borçlarını da hemen ödediler. Prens Abdülkadirin Türk kişiliği olarak kullanılması önerisi Hitlerin aklına hiç yatmamıştı. Ama yine de Prens Abdülkadir yedekte bekletiliyordu. Prens Abdülkadir pek uygun bir seçim miydi Hitlerin Abdülkadir ile ilgili olarak yaslı Türkler ve fanatik Kürtler arasında sorun yaratacağı yolundaki FBI 22 Mart 1943 tarihli raporunda Prens Abdülkadir hakkında bilgi veriyordu. FBI Başkanı John Edgar Hoover State Department-da Adolf A. Berleye gönderdiği raporda;
Türkiye’nin Almanlara karşı savaşa girmesi halinde Prens Abdülkadire Türk kişiliği olarak umut bağlandığı bildirilmişti. Bir İttihatçı Paşa ve bu İttihatçıların devirdikleri padişahın oğlu Nazi işbirlikçiliği için uygun görülüyorlardı. İster yazgı deyin ister rastlantı.. Durum buydu.

Sütlücedeki Patlama

Nuri Paşa uzun yıllar Almanya’da yaşamıştı. Paşanın Almanya’da birçok arkadaşı ve dostu bulunmaktaydı. Ağabeyi Enver Paşanın İstanbul’dan kaçıp önce Almanya ve sonra da Rusya’ya gitmesi üzerine Enver Paşa ailesini Berlin’e yerleşmişti.
Bugün Türk Tarih Kurumunda bulunan mektuplardan Enver Paşanın kardeşlerine para gönderdiğini ve Enver Paşa ailesi için Berlin’de onaltı odalık bir köşk tutulduğunu kanıtlıyor. Kafkas İslam ordusu komutanı Nuri Paşa Türkiye’ye döndükten sonra iş hayatına atılmıştı. İşi silah ticaretiydi. Paşa 1938 yılında kok kömürü üreten bir şirketi satın alarak bu şirketi madeni eşya fabrikasına dönüştürür. Fabrikada matara demir çubuk ve gaz maskesi ve mermi yapılacaktır. Paşa bu amaçla belediyeden ruhsat alır. Nuri Killigil 1941 yılında fabrikaya yeni motor tezgahları yerleştirerek üretime geçer. Fabrika Zeytinburnu’ndadır. Paşa 1945 yılında fabrikayı Zeytinburnu’ndan Sütlüceye taşır. Brand havanları havan topları mermi ve tabanca üretimi hızla yürür. Fabrika Millî Savunma Bakanlığına silah araç ve gereç satar. Milli Savunma Bakanlığı ile Killigil Paşanın araları çok iyidir. Killigil Paşa kısa sürede iş dünyasının bütün girdi ve çıktılarını kavrar. Yürürlükteki iş yasası silah fabrikalarında çalışan işçiler için işverenlerin öteki iş yerlerine oranla daha çok prim ödemelerini öngörmektedir. Paşa 1947 yılında İşçi Sigortaları Kurumuna başvurarak harp imalatı ile iştigal etmeyeceğini bildirir Sigorta müfettişleri de Paşanın silah işi yapmadığını işyerinde düzenledikleri bir tutanakla saptarlar..
19 Temmuz 1947 tarihli tutanağın son bölümünü okuyalım;
Fabrikanın gidilip görüldüğü gibi fabrika dairelerinin birbirinden ayrı planlı binalarda bulunduğu ve fabrikanın mevaddı infilakiye imal etmediği gibi bu namda hiçbir şey mevcut olmadığını ilaveten söylemesi üzerine bu sözleri aynen tutanağa geçirmiş ve böylece hazırlanan bu zabıt varakası yerinde tanzim edilmiş ve işverene okutulup imza edilmiştir. İş Müfettişi İhsan İlhan işveren Nuri Killigil..
İslam Orduları Komutanı devleti aldatıyor ve bu işyerinde gizlice silah üretimine devam ediyordu. Ya da devleti kandırmıyor, devlet ile birlikte bu yalanın arkasına gizlenip hem Milli Savunma Bakanlığına hem de yurt dışına silah satıyordu. Nuri Paşa gizli silah üretimine devam etti. Ne zamana kadar 2 Mart 1949 gününe kadar. 2 Mart günü saat 16.30 da Killigil Paşanın Sütlücedeki silah fabrikası büyük bir gürültüyle havaya uçmuş patlamada aralarında Nuri Paşanın da bulunduğu 27 kişi parçalanarak ölmüştü. Bu bir suikastmıydı, sabotajmıydı, yoksa bir kazamı bu konu hiçbir zaman anlaşılmayacaktı.
Patlama olduğu günlerde Killigil Mısır krallığına 50 bin tabanca yapmak üzereydi. Patlama sırasında 600 el bombası ve iki bin havan mermisi patlamadan ele geçmişti.
“Almanlarla dost olduk. Almanlar memleketimize ordumuza ve hükümetimize kadar girdiler. Fakat Almanlardan bazıları bağımsızlığımıza ve onurumuza karşı tavır almaya başladıkları dakikada hemen ruhen ve fiilen isyan ettim. Bu isyanım yüzündendir ki savaş içinde bir yıla yakın zaman bu hareketime taraftar olmayanlara karşı tutum takındım. (ATATÜRK 24 Nisan 1921)”
Nuri Paşanın Almanlarla niçin işbirliği yaptığını anlayabilmek için Paşanın geçmişini aile kökenini ve ilişkilerini incelemek gerekir. Bunun için gözlerimizi 40lı yıllara yeniden dönmek üzere 1920 öncesine çeviriyoruz.
Hitler orduları ile anlaşıp Turan düşleri kuran Nuri Paşa İttihat Terakkinin üç ünlü paşasından Enver Paşanın kardeşiydi. Enver Paşa altı kardeşin en büyüğüydü.
Enver Paşa, Nuri Paşa, Ertuğrul, Kamil. Bunlar Hacı Ahmet Paşanın oğullarıdır. Ertuğrul yılında ölmüştür. Kamil de 1964’te. Enver Paşanın iki tane de kız kardeşi vardır. Birinin adı Mediha öbürünün Hesane. Kamil Enver Paşanın 1922 yılında ölümünden sonra Paşanın eşi Naciye Sultan ile evlenmiş 1964 yılında ölmüştür. Enver Paşanın kardeşi Nuri Paşa uzun süre Almanyada yaşadıktan sonra Türkiyeye dönmüş ve Haliç kıyısında bir fabrika açmıştır. Nuri Paşanın Sait Faikin öykülerinde adı geçen fabrikası 1949’un Mart ayı başında bilinmeyen nedenlerle bir patlama sonucu yanmış, Nuri Paşa da bu olayda ölmüştür.
Killigil soyadını alan Nuri Paşa öldüğünde zengin bir işadamıydı. Genç yaşta ağabeyi Başkomutan vekili Enver Paşa tarafından paşalığa yükseltilen Yarbay Nuri Kafkasya İslam Ordusu Komutanı olarak amcası Halil Paşa ile birlikte Azerbaycana girmiş Gence ve Baküde Turan imparatorluğu düşleri kurmuştu. Enver ve Nuri Paşaların kız kardeşi Mediha Kazım Orbay ile evlenmişti. Orbay 1944 yılında Mareşal Çakmak’ın emekliliğinden sonra Genelkurmay Başkanlığına getirilecek oğlu Haşmet Orbayın adının karıştığı Neşet Naci cinayeti sonucunda 29 Temmuz 1946 tarihinde görevinden ayrılacak 6 Temmuz 1950’de de emekli olacaktı. Kazım Orbay 27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra oluşturulan Kurucu Meclisin de başkanlığını yapacaktı. Kurucu Meclis Başkanlığı yaptığı günlerde Sayın sözcüğünü siyasal dile yerleştiren Orbay 1964 yılında ölmüştü. Enver Paşanın amcası Halil Paşa Atatürk’ün sınıf arkadaşıydı. Enver 1881 doğumludur, amcası Halil Paşa Enver’den bir yaş küçüktür.  
Meşrutiyetinden sonra yeğeni Enver Paşanın çevresindeki silahşörlerden biri olan Halil Paşa Trablusgarp’ta Kafkas ve Irak cephelerinde savaşmış 1916 yılında Alman Goltz Paşanın ölümü üzerine Iraktaki Altıncı Ordu Komutanlığına atanmış bu görevdeyken İngilizlerin elinden Kutulamareyi almıştı. Halil Paşa Kutulamareden esinlenerek cumhuriyet döneminde Kut soyadını seçmiştir. Halil Kutun üç çocuğu olmuştu Cengiz, Aydın ve Şükriye.
Halil Paşa Turan imparatorluğu düşleri kurduğu günler iki yaşında olan oğlu Cengizi Türkistan tahtına oturtacağını söylerdi Halil Paşa Kutulmareyi İngilizlerden aldıktan sonra yeğeni Başkomutan Vekili Enver Paşanın emriyle Kırmı-şah ve Hamedanı işgal ile görevlendirildi. Halil Paşa bu yeni görevleri üstlenemeyeceğini yeğeni Enver Paşaya bildirdi. Enver Paşanın astığı astık kestiği kestikti. Halil Paşa ister istemez yeğeninden gelen bu emirlere uydu. İngilizler de yeniden saldırdılar. Osmanlı ordusu İngilizler karşısında yenilgiye uğradı. Halil Paşa ile Kazım Paşa (Karabekir) arasında sert tartışmalar yaşandı. Irak cephesinde komutan. Alman Mareşali Von Der Goltzdaydı. Karabekir Goltz Paşanın kurmay başkanlığına getirildi. Halil Paşa. Goltz Paşanın yerine komutanlığa getirilince kurmay başkanlığına da bir Alman subayı atandı Miralay Von Gleich Gleich bir süre sonra kendi isteği ile görevinden ayrıldı. Gleichten sonra aynı göreve Miralay Krecmer atandı.
6. Ordu İngilizlere karşı koyamadı 11 Mart 1917’de Bağdat İngilizlerin eline geçti. İngiliz Kuvvetleri Komutanı General Mod Hicaz Kralı Hüseyinden bir kutlama telgrafı aldı. Kral Hüseyin telgrafında İngiliz ordularının başarıları için dua ettiğini bildiriyordu. Bağdatın İngilizlerin eline geçmesi, Alman ve Osmanlı orduları için onur kırıcı bir yenilgiydi. Alman Genelkurmay karargahı Enver Paşayı yönlendirmiş Enver Paşa amcası Halil Paşanın muhalefetine rağmen 6. Orduyu İran seferine çıkartmıştı. Bağdatı İngilizlerden geri alma hareketi General Falkenheine verilmişti. Falkenheine İstanbul’da Türk Mareşali unvanı verildi yılında ırkçılık-turancılık davası nedeniyle tutuklanacak olan Hüseyin Hüsnü Erkilet de Alman generalinin kurmay başkan yardımcısı olarak görev yapıyordu. Falkenhein Paşa Halepte Enver Paşa ile bir araya gelerek askeri harekat üzerinde konuştu. Toplantıya Halil Paşa Cemal Paşa ve Mustafa Kemal Paşa da çağrıldılar. Diyarbakırdaki 2. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 7. Ordu Komutanlığına atandı. İsmet Paşa da bu orduda görevliydi. İngiliz ve Türk orduları kıyasıya savaşa tutuşmuşlardı. Arap-İngiliz işbirliği İngilizlere savaşta üstünlük sağlıyordu. Şerif Hüseyin komutasındaki Araplar İngiliz donanmasının desteği ile Hicaz kıyılarını ele geçirmişti. Akabede de bir Arap birliği bölgede denetimi ele geçirmişti. Alman Generali Falkenhein Enver Paşadan 7. Ordunun Filistine yönelmesini istedi. Enver Paşa ordunun Irakta kalmasından yanaydı. Cemal Paşa komutasındaki birlikler de Gazzede başarı göstermişlerdi. İngiliz Generali Mod Türk ordusunu General Bara-tof komutasındaki Rus ordusu ile kendi komutasındaki İngiliz ordusu arasında sıkıştırmayı planlıyordu. Bu İngiliz planı General Ali İhsan (Sabis) komutasındaki birliklerce boşa çıkarıldı. Aradan yıllar geçecek General Ali İhsan Sabis ve Alman Mareşali Falkenheinın kurmay başkan yardımcısı General Hüseyin Erkilet 1944 yılında ırkçılık- Turancılık davası sanıkları olarak Sansaryan Hanındaki tabutluk hücrelerinde gözaltına alınacaklardı. İngilizler karşısında direnen 13. Kolordu Komutanı ili İhsan Paşa İngilizlerin saldırılar sırasında kaçan Alman Tümen Komutanı Sirdenbahı görevinden alarak yerine Nazmiyi (Solok) getirdi. İngilizler bastırıyordu. Amaçları Filistini ele geçirmekti. İngiliz ordusu 250 bin kişilikti. Türk ordusu da 50 bin kişiden oluşmaktaydı. Cemal Paşa Gazzede İngilizlere karşı zafer elde etmişti. Gazzede Alman Von Kress komutasındaki Türk birlikleri. İngilizlere karşı direnmişlerdi. Gazze direnişi Türk Genelkurmayının moralini yükseltmişti. Enver Paşa Bağdatın geri alınmasını istemekteydi. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa Enverin bu planlarına karşıydı. Mustafa Kemal Enver Paşaya yazdığı mektupta Osmanlı askerlerinin bir Alman komutanın emrine verilmesine de karşı çıkıyordu. Bu tartışmalar sonunda Mustafa Kemal Paşa 9 Ekim 1917 günü görevinden istifa ettiğini bildiriyordu. Zarlar atılmıştı. Kudüs düşmek üzereydi. Enver. Paşa Filistin Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığını Alman Generali Falkenheine Suriye ve Batı Arabistan ordularının komutanlığını da arkadaşı Cemal Paşaya verdi. Alman - Osmanlı işbirliği sonuç vermemiş İngilizler zafer üzerine zafer elde etmişlerdi. 9 Aralık 1917 günü İngiliz kuvvetleri General Allanby komutasında Kudüse girmeyi başarıyorlardı.
İngilizler Araplarla İşbirliği yaparak Alman generalleri yönetimindeki Osmanlı ordusunu Arap Yarımadasından çıkarmaya çalışıyorlardı. General Allanby. Asım Paşa (Gündüz) Mersinli Ce-Jnai Paşa ve Ali Fuat Beyin (Orgeneral Ali Fuat Erden) komutasındaki Türk birlikleri ile çatışmaya tutuştular. Türk askerleri Şeria yakınlarında İngilizleri püskürtmüştü. İngilizler Kerküke doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Tam bu sırada 6. Ordu Komutanı Halil Paşa. yeğeni Başkomutan Vekili Enver Paşadan şu telgrafı alıyordu.” Şark Orduları Komutanlığına atanmış bulunuyorsunuz.” Halil Paşa hemen yeni görevine başladı. Enver Paşa Azerbaycan ve Kuzey Kafkasyadaydı. Enver Paşa kardeşi Nuri Paşanın rütbesini yarbaylıktan bir çırpıda paşalığa yükselterek Nuri Paşayı İslam Orduları Komutanı yaptı. Nuri Paşa amcası Halil Paşanın emrinde çalışacaktı. Doğu seferi Enver Paşa ve Enver Paşanın amcası ve kardeşi tarafından yönetilecekti.
Enver Paşanın kafasında Turan imparatorluğu yatmaktaydı. Yeğeni Nuri Paşa da İslam Ordusu adı verilen altı bin kişilik bir askeri birlikle Bakuyu sarmıştı. Nuri Paşanın ilk saldırısı başarılı olmadı. Baküye ikinci saldırı Halil Paşa tarafından başlatıldı. İngiliz askerlerinin elindeki Baku 1918 yılı eylülünde Halil ve Nuri paşalar yönetimindeki İslam Ordusunca ele geçirildi. Halil Paşa Baküye Kurmay Başkanı Alman Miralayı Parakuin ile beraber girmişti. Alman Miralay Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışmalardan tedirgin olmuştu. Bu yüzden istifasını verdi ve Halil Paşadan ayrıldı. Aynı günlerde Tebriz de Kazım Karabekir tarafından alınıyordu.
Enver Paşa, İslam Ordusu Komutanı olan kardeşi Nuri Paşaya yeni bir emir vermişti “Şarki Kafkas hükümeti kurdur”. Kurulacak hükümet bir İslam hükümetiydi. Nuri ve Halil Paşalar bu iş için hemen kolları sıvadılar. Ancak pek başarılı olamadılar. Mezhep ayrılıkları Kafkasyada bir İslam devleti kurulmasını engelliyordu. 1917de patlak veren Sovyet devrimi Çarlık Rusyasında o günlerde henüz tümüyle egemen olmuş değildi.
Enver Paşa İranı Almanlarla paylaşmak istiyordu. Azerbaycanda da bir hükümet kurmak arzusundaydı. Bu hükümetin başına da ya kendisi geçecekti ya amcası Halil Paşa belki de kardeşi Nuri Paşa.
İngilizler yeniden Baküye göz dikmişler, İrandan devşirdikleri paralı askerlerle Baku çevresine kadar ilerlemişlerdi. Bolşevik kuvvetleri de Kafkasyaya giriyorlardı. Almanlar Bakunun Türkler tarafından ele geçirilmesinden hiç de hoşnut değillerdi. Enver Paşa Kafkasyaya Çerkeş asıllı Yusuf İzet Paşayi göndererek Kuzey Kafkas hükümeti kurdurmayı başarmıştı. Başarmıştı ama artık Enver Paşanın da yazgısı belli olmuştu. Enver bu kaçınılmaz yazgıya karşı umutsuzca direnir. Kardeşi Nuri Paşaya bir telgraf çekerek Azerbaycana geçmek istediğini bildirir. Kardeşinden bu konuda ne düşündüğünü sorar. Yanıt amcası Halil Paşadan gelir. “Burada kimseye güvenilmez”.
Daha sonra olaylar birbirini izleyecekti Talat Paşa hükümeti istifa ediyor Talat Cemal ve Enver paşalar U-67 Alman denizaltısı ile 7 Kasım 1918 günü yurtdışına kaçıyorlardı. Alman denizaltısı İttihatçı paşaları Karadenize Evpot-raya bırakmıştı. Enver Paşa Berline gitmek üzere bilinen trenden ayrılıyor. Moskovaya doğru tek başına yola koyuluyordu. Ruslara karşı verilen savaşın başkomutanı şimdi Rus topraklarındaydı. Bindiği tekne rüzgara kapılır. Paşa üç gün üç gece dalgalarla boğuştuktan sonra Kırımda yeniden karaya çıkar. Rusyada kendisini nasıl bir yazgı beklemekteydi 1907 yılı haziranında Abdülhamid yönetimine karşı Selanikte dağa çıkan Enver şimdi yeniden tek başınadır.
Enver Paşanın kaçınılmaz yazgısı Rusya’da sonuçlanacaktı. Üç İttihatçı paşanın yazgısı da ortaktı Talat Paşa Berlin’de Cemal Paşa da Tiflis’te Ermenilerce öldürülecek, Enver Paşa da giriştiği serüvenden sonra bir Bolşevik birliği ile Pamir Dağı eteklerinde tutuştuğu çatışma sonucunda can verecekti.
Talat Paşanın yerine sadrazam olan Ahmet İzzet Paşa İslam ve Kuzey Kafkas İslam ordularının kaldırıldığını bildiriyor ve böylece Enver Nuri ve Halil paşaların Turan ülküleri suya düşüyordu. 30 Ekim 1918 günü imzalanan Mondros Mütarekesi gereğince Baku İngilizlere geri verilmiş Enver Paşanın emriyle girişilen Azerbaycan seferi büyük bir dram ile sonuçlanmıştı.
Enver Paşa yurtdışına kaçmış, kardeşi Nuri Paşa Erzurum’da tutuklanmıştı.  Amcası Halil Paşa da İstanbulu işgal eden İngilizlerce Bekirağa bölüğüne kapatılmıştı.
Halil Paşa bir kolayını bularak İngilizlerin elinden kaçar ve Doğu Anadoluya geçer. Halil Paşa sınıf arkadaşı olan Mustafa Kemal Paşaya güvenmektedir. Mustafa Kemal, Halil Paşa ile Sivas’a gider ve Halil Paşaya burada önemli bir görev verir, “Sovyetlerden askeri yardım sağlamak”.
Halil Paşa Moskovaya gider. Enver Paşa da Kırımda hasta yattıktan sonra trenle Berline gider. Berlinde kendisini Talat ve Cemal Paşalar karşılarlar. ittihatçılar Çin Türkistanında Afganistanda İranda ve Kuzey Kafkasyada ihtilaller yapmayı planlarlar. Enver ve öteki İttihatçılar İngilizler ve Fransızlar ile işbirliği yapmak isterler. Çalınan kapılardan yanıt alamazlar. Fransızlardan olumlu yanıt alırsa Enver Paşa hemen Kafkasya ve Türkistana geçecektir. Cemal Paşa Fransa Başbakanı Poincare ile görüşür. O sırada karşılarına bir Rus Marksisti çıkar Kari Radek... Radek gazetecidir. Enver Paşa Berlinde Sovyet devrimcisi Kari Radek ile karşılaşır. Hem Talat Paşa hem Enver Paşa bu ateşli Rus ihtilalcisi ile hemen kaynaşırlar. Leninin yakın arkadaşı olan Radek bütün uluslararası kongrelere katılır ve Sovyet ihtilalinin yayılmasına çalışırdı. Radek iyi bir örgütçüydü. İttihatçılar da öyle. Radek ile Enver Paşa hemen anlaştılar. İlk hedef Moskovadır. Enver Paşa Radekin sağladığı uçakla yanında İttihatçılardan Dr. Bahattin Şakır ile birlikte Moskovaya doğru yola koyulur. Uçak Moskova yerine yanlışlıkla Letonyaya iner. Enver Paşa tutuklanır. Bahattin Şakir Kızılay doktoru. Enver de sıhhiye eri kimlikleri taşırlar. Enver Paşa gizlice Almanlara haber gönderir. Almanlar cezaevi yakınlarına bir uçak indirirler. Enver ve Dr. Bahattin Şakir görevliler ile boğuşarak uçağa binmeyi başarırlar. Uçak Enver Paşa ve Dr. Bahattin Şakiri Berline geri getirir. Enver Paşa ikinci kez uçakla Moskovaya gitmeye çalışır. Uçak yolda düşer Paşa yine kurtulmuştur. Enver Paşa yeniden Berline döner. Üçüncü kez yine Moskovaya uçakla gitmeye çalışır. Bindiği uçak yine düşer, tutuklanır. Estonyada Riga Cezaevinde kalır ve yeniden Berline döner.
Enver Paşa Moskovaya ulaşmak orada Sovyet devrimcileri ile çalışmak ister. İttihatçılardan Cemal Paşaya 1919 yılında yazdığı mektupta yeni siyasal düşüncelerini ve taktiklerini şöyle açıklar;
1 İslam milletlerinin kurtarılması.
2 Ortak hedefimiz Avrupa’nın emperyalizmi ve kapitalizmidir. Trenle Moskovaya gidecektir.
3 Kurtarılan memleketlerin iç siyasetinde din esaslarına dokunmamak koşulu ile sosyalizmi kabul.
Enver tutuklu bulunan Marksist Radek’in cezaevinden kurtarılması için çalışır. İttihatçı ve Bolşevik örgütçülüğü Radekin cezaevinden kaçırılmasında yeniden kanıtlanır. Enver Paşa Radekin kaçırılmasından sonra Berlinden trene biner ve Moskovaya adımını atar. Paşa yepyeni bir serüvene doğru dört nala koşmaktadır. Rus Marksisti Radek İttihatçılara Moskova yolunu açmıştır. Alman askeri istihbarat servisi de bütün gücüyle ittihatçılara yardım eder. Bu yardım Alman Generali Zekt tarafından sağlanır. General Kostring Enver Paşanın tutuklu bulunduğu cezaevinden kaçırılma işini örgütler.
Enver Paşa Moskovada Rus Marksistleri ile temasa geçer. Enver Paşanın amcası Halil Paşa da aynı günlerde Moskovadadır. Enver Paşa Ali kod adını kullanır, amcası da Yoldaş Halil.
Yoldaş Halil Mustafa Kemal tarafından Moskovaya gönderilmiştir. Halil Paşa Sovyet Dışişleri Bakanı Ciçerin ile görüşüp Ankara hükümeti adına Sovylerden silah ve para yardımı ister. Sovyetler Anadoluya külçe altın ve silah gönderirler. Halil Paşa külçe altınları akrabası Doğu Cephesi Komutanlığı Kurmay Başkanı Kazım (Orbay) Paşaya teslim eder.
Lenin o günlerde Doğu Halkları Kurultayını toplamaya çalışmaktadır. Lento kongre kararını, Komünist Enternasyonal Yürütme Kuruluna aldırtır. Doğu Halkları Kongresi 1 Eyfül 1920 günü Baküde 1831 kişinin katılımı ile toplanır. Kongre başkanlığını Zinoviev yapar.
Baku Kongresine 235 Türk katılır. Enver Paşa Dr. Bahattin Şakir Dr. Nazım gibi İttihatçılar yanında Türkiye Komünist Partisinden Mustafa Suphi de kongreye katılanlar arasındadır.
Anadolu hükümeti de kongreye temsilci göndermiştir. Dr. Tevfik Rüştü (Araş) Fuat (Carım) ve Dr. İbrahim Taü (Öngören) Baku Kongresine katılmak üzere Moskovadadırlar. Sonradan general olan Seyfi Bey (Düzgören) ve Saffet Bey (Arıkan) de Moskovadaydılar. Halil Paşa Moskova Büyükelçisi Ali Fuat (Cebesoy) ile o günlerde de görüşmektedir. Enver Paşanın kongreye katılmasına itirazlar gelir. Kongre Başkanı Zinoviev Enver Paşayı şöyle savunur;
“Emperyalist savaş sırasında Osmanlı ordusunun eski başkomutanı kongreye katılmıştır. O kendisinin Üçüncü Enternasyonalin samimi bir tarafları olduğunu söylemiştir.”
Kongreye Kuzey Afrika Müslümanları adına katılan Enver Paşanın hazırladığı konuşma okunur. Konuşma “yoldaşlar” diye başlar. Turancı Enver Paşa Baku Kurultayında Komünist Enternasyonalin ilkelerine bağlı olduğunu açıklar ve şu güvenceyi de verir.
“Şimdiki savaşı öncekine benzetmeyin Türk ordusu kati imanla yürüyor. Doğu dünyasının Üçüncü Enternasyonal ile müttefik olduğunu ve kendi haklı davalarına bütün mazlum ve sefillerin yardım edeceğini biliyor.”
Enver Paşa daha önce amcası Halil Paşaya yazdığı mektupta bir öneride bulunmuştur.
“Azerbaycan - Dağıstan - Başkırgızistan - Kazakistan - Türkmenistan ve Türkistandan süvari ordusu oluştursunlar, başına ben geçeyim ve bu orduyla Anadoluda Yunanlılar ile savaşayım”.
Halil Paşa yeğeninin bu isteklerini Sovyetlere iletir. Gelen yanıt iç açıcı değildir. Sovyetler Enver Paşa yerine Ankara hükümetini desteklemeyi uygun görmektedirler. Enver Paşa Batumda 1030 sayılı vagonda yanıt bekler. Yanıt umutsuzluğunu daha da arttırır. Mustafa Kemal Halil Paşanın Enver Paşa adına yaptığı arabuluculuğu öğrenmiş ve hemen önlem almıştır.
Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir’den Enver Paşa yanlısı olarak tanıdığı Halil (Karsıalan) ve Kazımın (Orbay) görevlerinden alınmalarını ister.
Yoldaş Halil Trabzona dönüşünde Ankara hükümetinin hakkındaki kararını öğrenir. Halil Paşanın İttihatçıların örgütlendikleri Trabzonda kalması uygun görülmemiştir. Mustafa Kemal Sakarya Savaşını kaybetse Lenin Enver Paşayı Müslümanlardan oluşan bir ordu ile Anadoluya yollayacaktır. Enver bu beklenti ile planlarını yapar. Sakarya Savaşı kazanılır. Enver Paşa ve arkadaşları Marksist ilkelere dayanan Halk Şûraları Fırkasını kurarlar. Sakarya Savaşının kazanılması ile Anadolu düşleri suya düşmüştür.
Enver ve Cemal paşalar, Rusyada İngilizlere karşı Hindistanda İranda ve Afganistanda ihtilaller çıkarmayı düşünür ve bu işleri planlarlar.
Enver Paşa Türkistana doğru yola koyulur. Sovyet devrimcileri ile araları  soğumuştur. Yolda Lakaylarca tutuklanır. Sonra serbest bırakılır. 21 Temmuz 1922 günü Cemal Paşa Tiflis’te öldürülmüştür. Enver Paşa da 4 Ağustos 1922 günü yanındaki 25 süvari ile Pamir Dağı eteklerinde Kızılordu birliklerinin üzerine saldırır. Paşa açılan ateş sonucunda ölür.
İttihatçıların yılları arasındaki Turan düşleri 1941 yılında depreşmişti. Almanlar Pan-Turancı hareket için kendilerince uygun bir lider de bulmuşlardı Enver Paşanın kardeşi Kafkas İslam Orduları eski Komutanı Nuri Paşa Görevim sırasında Nazi Partisi hep işime karıştı. Partinin Türkiyedeki ilişkilerinin kesilmesini istedim.
VON PAPEN Alman Büyükelçisi Hitlerin Rusya seferi 22 Haziran 1941 tarihinde başladı. Harekat planına Barborassa Planı adı verilmişti.
12 Temmuz 1941’de İngiltere-Sovyetler Birliği ortak hareket anlaşması imzalandı. Aynı günlerde Birleşik Amerika da savaşa giriyordu. ABD, İngiltere ve Sovyetler Hitler ordularına karşı işbirliği yapacaklardı. Kapitalizm ve sosyalizm el ele vermişler fazişme karşı savaşıyorlardı. Nazi imparatorluğu en saldırgan dönemini yaşamaktaydı. Kısa bir süre önce Stalin ile anlaşıp Polonyayı paylaşan Hitler bu kez de Bolşevikliği yeryüzünden silmeyi ve Kafkas petrollerini ele geçirmeyi kafasına koymuştu. Alman orduları üç koldan Sovyet topraklarına girmişlerdi, Eylül de Kiev, Ekim ortalarında Odesa ve 21 kasımda da Rostov ve Kırım Almanların eline geçmişti.
Türkiye Doğu seferi için stratejik öneme sahip bir ülkeydi. Hitler Türkiyeye bir eski başbakanı Von Papeni büyükelçi olarak göndermişti. Alman Gizli İstihbaratı da Ankara ve İstanbulda karargah kurmuştu. Hitlerin Ankara Büyükelçisi Von Papen eski bir askerdi. Papen Birinci Dünya Savaşında Türklerle birlikte savaşmış Türk paşalarını yakından tanımıştı.
Ankara’daki Alman Büyükelçisi Von Papen ve yakın çalışma arkadaşları Türkiyeyi Almanyaya bir saldırmazlık anlaşması imzalatmaya çalışıyorlardı. 18 Haziran 1941 tarihinde bu anlaşma imzalandı. Anlaşma 20 Haziran 1941 günü TBMMde onaylandı. Türk-Alman dostluğu yeniden başlıyordu. Papenin bir başka görevi de Türkiyeyi İngilizlerden uzak tutmaktı. Papenin Ankaradaki bütün çabası buydu. Büyükelçiye verilen bir başka görev de 1920’li yıllardan sonra küllenen ırkçıhk- Turancılık akımlarını alevlendirmekti. Bu işte Alman Gizli İstihbaratı kendisine yardımcı olacaktı. Alman İstihbaratı Papenin işlerine o kadar karıştı ki büyükelçi Alman hükümetinden Nazilerin Türkiyedeki çalışmalarını kesmelerini istedi.
Almanya gerektiğinde Türkiye’yi Sovyetlere karşı bir savaşa sürüklemek kararındaydı. Sovyetler Birliğinde yaşayan Müslüman halklar Türkiyenin savaşa katılması için koz olarak kullanılabilirdi. Bunun için de Pan-Turancı akımlar desteklenmeli. Alman askeri zaferleri Türklere gösterilmeliydi.
30 Eylül 1941 günü Von Grote imzalı o gizli rapor iki Türk generalinin Almanyaya geleceğini bildiriyordu. Rapor şöyleydi;
Ref Lr Von Grote.
Gönderildiği yer, Pol.l.M(ATT) 9253 G. Gizli.
Konu, Türk generallerinin gezisi.
Türkler uzun süre önce askeri ataşeliğimiz aracılığı ile Reich Genelkurmayından iki askeri yazarın doğu cephesine gezi yapmalarını istemişlerdir... Genelkurmay başkanının onayı ile halen köşe yazarı olan ve Alman taraftarı haber ve yazılarıyla tanınan iki Türk generali Hüsnü Erkilet ve Ali İhsan Sabis 1 ekim tarihinden başlamak üzere doğu cephesine davet edilmiş bulunuyorlar. Bu gezi şu ana kadar Genelkurmay Propaganda Dairesi ve Dışişleri Bakanlığı Basın Bürosu işbirliği ile tamamıyla bir basın ve propaganda konusu olarak ele alınmıştır. Fakat Türk hükümeti son anda General Ali İhsan Sabisin yerine şu andaki Askeri Akademi Komutanı General Ali Fuat (Erden)ın adını vermiştir. General Fuat stratejik ve taktik olarak Türkiyenin en önemli generali olarak kabul edilmektedir. Bu değişiklik ile konu oldukça büyük ve her şeyden önce de politik bir anlam kazanmıştır. Bu konuya 253 ve 29 eylül tarihli telgrafında sayın büyükelçimiz Von Papen de değinmiştir. Bu nedenle Genelkurmay Başkanı ve Ordu Başkomutanlığı kanalı ile Führere bir brifing verilmiş ve kendisi Fuatın gezisi hakkında olumlu görüşünü bildirmiştir. Gezi tarihi askeri nedenlerden dolayı bir hafta ileriye alınmıştır. Büyükelçi Papenin salık verdiği genel karargahta kabul ve Fransız savaş alanlarının gezilmesi söz konusu değildir. Sayın elçi Ritterin bilgilerine arz olunur.
Von Grote
Bu Alman gizli belgesinde adı geçen üç general de Birinci Dünya Savaşında çeşitli cephelerde Almanlarla beraber savaşmıştı. Bu nedenle bu üç general de Almanlarca yakından tanınmaktaydı.
Bu generalleri kısaca da olsa tanıyalım
Ali İhsan Sabis; 1882 yılında doğdu yılında Kara Harp Okulunu 1904te de Harp Akademisini birincilikle bitirdikten sonra Jön-Türklerle ilişkisi nedeniyle Mustafa Kemal ile birlikte Şama gönderildi. Sabis daha sonra Edirneye atandı. 1909’da Hareket Ordusunda 31 Mart gerici hareketini bastıran genç subaylar arasında yer aldı. Daha sonra Almanyada askeri eğitimine devam etti. Balkan Savaşına katıldı. Enver Paşanın yanında çalıştı. Irak Cephesinde savaştı. Birinci Dünya Savaşında Altıncı Orduda bulundu Kurtuluş Savaşında Birinci Ordu Komutanıyken Atatürk ile uyuşmazlığa düştü. Bu nedenle görevinden alındı. Askeri konularda yazılar yazan ve savaş anılarını yayınlayan Sabis 1944 yılında tutuklanan ırkçılık-turancılık davası sanıkları arasındaydı. Emekli Tümgeneral Sabis arası Demokrat Partiden Afyon Milletvekili olarak parlamentoya girdi. Sabis 1957 yılında da öldü.
Hüseyin Hüsnü Erkilet; 1883 yılında doğdu, ……. yılında Harp Okulunu 1907 yılında da Harp Akademisini bitirdi. Balkan Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşlarına katıldı. Birinci Dünya Savaşında Irak Cephesinde Alman generalleri ile çalıştı. Yıldırım Ordulannda komutan yardımcılığı. Kurtuluş Savaşında da İkinci Ordu Kurmay Başkanlığı ve Tümen komutanlığı yaptı. …. yılında tümgenerallikten emekli oldu. ….. yılında da ırkçılık-turancılık davası nedeniyle tutuklandı. Emir Paşa olarak da tanınan Erkilet 1958 yılında öldü.
Ali Fuat Erden; 1883 yılında doğdu, ….. yılında Kara Mühendishanesini 1903’te de Harp Akademisini bitirdi. Yemende Balkan Savaşında Suriyede çeşitli cephelerde görev aldı. Birinci Dünya Savaşında Suriyede 8. Ordu Kurmay Başkanlığı yaptı. 1926 da Tuğgeneral, 1947 yılında da orgeneralliğe yükseltildi. Harp Akademileri komutanlığı ve Askeri Yargıtay başkanlığı yaptı. Erden 1957 yılında öldü.
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Ali İhsan Sabis yerine Ali Fuat Erdenin Almanya gezisine katılmasını uygun görmüştü. Erden ve Erkilet Almanyaya gittiler. Gezi gerçekten göz kamaştırıcıydı. General Erden ve Erkiletin gezileri 15 Ekimde başlamış 5 kasımda bitmişti. İki Türk generalinin cephe gezilerine elçi Hentig de katılmıştı. Erden dönüşünde Büyükelçi Papen ile görüştü. Tarih 9 Kasım.
Papen Dışişleri Bakanlığına gönderdiği 10 Kasım 1941 gün ve sayılı raporunda hükümete Erden ve Erkilet’in gezileri ile ilgili olarak şu gözlemi aktarıyordu;
İki Türk generali Doğu Cephesine yaptıkları geziden ve Führerin karargahını ziyaretten çok hoşnut kaldılar. General AH Fuat dün izlenimlerinin ayrıntılı bir dökümünü yapmak üzere bana geldi. Askeri yetkililerden gördüğü nazik konukseverliğin övgünün de ötesinde olduğunu ve gezdiği yerlerde I. Dünya Savaşındaki arkadaşlığını anımsadığını belirtti. Bu düşünce Ali Fuatın onuruna verilen yemekte Orgeneral Fromm tarafından büyük bir nezaketle dile getirilmiştir. Olanak varsa bu örnek tarihsel hareketin eğitim amacıyla Türk Harp Akademisinde kullanılmak üzere Rusların mevzilenmesini gösteren (doğal olarak ayrıntılı bilgiler Alman kuvvetlerinde kalmak koşulu ile) birer haritasının kendisine verilmesi isteğini de belirtti. Erden Alman ordularının Hazar ve Kafkasyaya ulaşmak kararında olduğu kanısındaydı. Erdene göre Almanların zaferi kesindi Cumhurbaşkanı İnönü ve Genelkurmay Başkanı Çakmak Erden ile altı saat süren bir toplantı yaptılar.. Cumhurbaşkanı İnönü Dışişleri Bakanı Saraçoğlu ve Genelkurmay Başkanı Çakmak General Ali Fuat Erdeni uzun süren bir toplantıda dinlediler generalden bilgi aldılar. İnönü ve Çakmak Erdenin görüşlerine katılmıyorlardı. Çakmak temmuz ayında doğudaki Alman birliklerinin  başarılı olamayacağını görmüştü. Gelişmeler Çakmak ve İnönü’yü doğrulayacaktı. Alman orduları Kafkasyaya ulaşırsa ne olurdu O günlerde Türk Genelkurmayını düşündüren konu buydu. Alman orduları daha da ilerleyip Kafkasyaya ulaşabilirler miydi Bu durumda ne olurdu. Aynı günlerde Türkiyenin Londra Büyükelçisi Dr. Tevfik Rüştü Araş sık sık İngiliz Başbakanı Eden ile görüşüyor ve Eden ile yaptığı görüşmeleri Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Numan Menemencioğluna iletiyordu. Eden şu uyarıda bulunuyordu Kafkasyayı işgal ederseniz bütün dünyadan soyutlanırsınız. Atatürkün Dışişleri Bakanı deneyimli diplomat Tevfik Rüştü Araş da bu görüşe katılıyordu. Ocak 1942’de Hitler orduları Moskova yakınlarında yenilgiye uğratıldı. Kızıl Ordu direniyordu. Çark yavaş yavaş geri dönmeye başlamıştı. Moskovada yenilgiye uğrayan Hitler gözünü Kafkasyaya dikmişti. Kafkas petrolleri ele geçirilmeliydi. General Rommel de Mısıra doğru ilerliyordu. Rommelin Aidor Harekatı adı verilen Mısırdaki Nil saldırısı da aynı günlerde planlanıyordu. Hem Kafkasya hem de Leningrad seferleri zaferle sonuçlanırsa Afrika ve Asya ele geçecekti. Coğrafi ve siyasal engel Türkiyeydi. Dışişleri Bakanı Ribbentrop Rusyanın ancak petrol kaynakları elinden alınırsa yenileceğini söylüyordu. Kafkasya seferi için de Türklerin yardımı gerekiyordu. Alman Dışişleri Bakanlığının Türkiye ile ilişkilerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı Woerman Alman birliklerinin Türkiyeden geçmesini öneriyordu. Hitler ve Ribbentrop Alman askerlerinin Kafkasyaya Türkiye üzerinden daha çabuk ulaşacağını düşünüyorlardı. Türk Genelkurmayında o günlerde toplantı üzerine toplantı yapılmaktaydı. Amaç savaşın dışında kalmaktı. Ama nasıl Papen sık sık Türk yetkilileri ile görüşüyordu. Bütün isteği Trakya sınırına yığılan askeri birliklerin Kafkasya sınırına kaydırılmasıydı. Koşullar Türkiyeyi savaşa sürüklüyordu. Askeri birlikler Kafkasya sınırına yollandı. Başbakan Saraçoğlu ve General Orbay doğu cephesinde denetlemeler yaptılar. Türkiye Almanya ile İngiltere Fransa ve Sovyetler arasında diplomatik bir savaş veriyordu. Von Papen yetenekli bir diplomat ve hünerli bir siyasetçiydi. Alman Büyükelçisi Türk sivil ve askeri yöneticileri ile kişisel dostluğunu da pekiştirmişti Eylülde Almanlar Türkiyeden krom madeni almak için anlaşma yapmayı başardılar. Bu anlaşmayı Almanların Türkiyeye silah yardımı yapmaları izledi. İnönü Büyükelçi Papen aracılığı ile Hitlere söz vermişti. Silahları Almanlara karşı kullanmayacağız. Almanlara krom satışı İngiltere ve ABD’nin Türkiyeyle ilişkilerini gerginleştirmişti. Türkiye silah gereksinmesini Almanlardan sağlıyordu.
Krom ve silah. Alman-Türk işbirliğinin gizi bu iki sözcükte toplanmaktaydı. Alman işadamları ile Türk asker ve sivil bürokratları bu krom ve silah satışı için sık sık bir araya gelmekteydiler. Büyükelçi Papen gün geçmiyordu ki bir hükümet üyesi ile görüşmesin. 23 Mayıs 1942 günü 1956 yılında Genelkurmay Başkanlığına atanacak olan Albay İsmail Hakkı Tunaboytu başkanlığındaki bir askeri kurul Almanyaya gidiyor kurulda Dışişleri Bakanlığından Faik Hazar da bulunuyordu. Askeri görüşmeleri, ticari görüşmeler, ticari görüşmeleri de siyasal yakınlaşmalar izlemekteydi. Hitler Almanyasına egemen olan ırkçılık o günlerde Türkiyede de moda oluyor sözgelişi Anadolu Ajansında çalışan yabancıların işlerine son veriliyordu. Bir tek kişinin dışında Siemens Fabrikasından Mühendis Alman Risen bu uygulamanın dışında tutuluyordu.
….. yılı Almanlar için bir ölüm kalım savaşının başlatıldığı yıl olmuştu. Alman orduları saldırılarını sürdürüyorlardı yaz saldırısı başarılı geçmiş, Almanlar Kafkas Dağlarının en yüksek yeri Elbruza ulaşmışlardı. Ulaşmışlardı ama Stalingrad Cephesinden gelen haberler iç açıcı değildi. Hitler ünlü 45 sayılı emrini vererek Kafkasyaya gönderdiği birlikleri Stalingrad Cephesine yolladı. Bu 45 sayılı emir de Alman yenilgisinin başlangıcı oldu.
Alman Genelkurmay Başkanı General Haider 45 sayılı emri uyguladı. Ama uygularken de defterine şunları yazdı; Hitlerin düşleri hareketlerine kılavuzluk ediyor. Tıpkı Turancı Enver Paşanınki gibi...
Stalingradda Kızıl Ordu Alman ordularına karşı büyük bir direniş gösteriyordu. Stalingrad bozgunu Nazi imparatorluğunun çöküşünü haber vermekteydi. Hitler orduları geri çekilmeye başladılar. Kızıl Ordu karşı saldırıya geçmişti mayıs ayında işgalci Nazi Ordusu Sovyet topraklarından sökülüp atılmıştı.
….. yılı haziranında İstanbul Siyasi Polisi En büyük tehlike adlı broşürün üniversitede elden ele dolaştığını saptamıştı. Hemen emirler verildi ve broşür toplatıldı. Broşürde Turancılık akımları eleştiriliyordu. Bu broşürü yazan da bulunmuştu, İstanbul Belediyesi memurlarından Faris Erkmen.
Erkmen broşüründe Pan-Türkçülüğün Kemalizm ve devlet politikası ile bağdaşmayacağını ileri sürüyor ve Turancılardaki abartmalı milliyetçilik görüşlerinin ülkenin varlığını tehdit eden yabancı propagandayı maskelemek için kullanıldığını yazıyordu.
Erkmene göre Pan-Turancı akımın öncüleri Tatar ve Azerbaycan kökenli Türklerdi. Erkmenin broşüründe adları geçenler şunlardı;
Zeki Velidi Togan, Ayaz İshaki, Muharrem Feyzi Togay, Resulzade Ahmet Caferoğlu.
Bunlar Kafkasya ve Kırımdan gelmişlerdi. Bir kısmı da uzun yıllar Almanyada yaşamışlardı.
Erkmen bu göçmenlerin Türkiyede kendilerine gösterilen konukseverliği kötüye kullandıklarını ileri sürüyor, adlarını verdiği bu göçmen Türklere Türk yurttaşlarının da yardımcı olduklarını vurguluyordu.
Kimlerdi bunlar Erkmen şu adları sıralıyordu;
General Hüseyin Hüsnü Erkilet, General Ali İhsan Sabis, Peyami Safa, Nihal Atsız, Yusuf Ziya (Ortaç) ve Orhan Seyfi (Orhon).
En büyük tehlike adlı broşürde Çınaraltı Bozkurt Gökbörü Tasviri Efkar ve Aylı Kurt yayınlarına da göndermeler yapılıyordu. Faris Erkmenin broşüründe de daha sonra şu sonuçlara varılıyordu;
Türkçüler davalarında samimi değillerdir. Pek çoğu bu işe kişisel çıkarları nedeniyle girmiştir. Türk gençliğine bencil çıkarları nedeniyle propaganda yapıyorlar bu çıkışları ile ulusal gelişmelere engel olmaya ve ülkeyi işgal planları yapanların ellerine terk etmek istiyorlar. Demokrasiye karşı giriştikleri sistemli kampanyayla İngiltere ve Sovyetlere karşı ısrarlı politikaları ile hükümetin tarafsızlık politikasına ters düşüyorlar.
CHP Genel Sekreteri Cevdet Kerim İncedayı TBMM de söz alarak bu broşürde yer alan düşünceleri sert dille eleştirdi. İncedayı’dan sonra kürsüye Dışişleri Bakanı Numan Menemencioğlu çıktı. Ve Türkiyede Pan-Türkist bir akım olmadığını söyledi. Söylerken de şu açıklamayı yaptı; Türküz Türkçüyüz.
Bu tepkiler sonucunda Faris Erkmen tutuklandı. Aradan birkaç yıl geçti. Erkmen yeniden siyasi polisin elindeydi. Faris Erkmen 1946 yılında TKP Genel Sekreteri Dr. Şefik Hüsnü ile birlikte tutuklandı ve 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. En büyük tehlike olayı Alman Büyükelçiliğince olduğu kadar Amerikan Büyükelçiliğince de ilgiyle izleniyordu.
ABD nin Ankara Büyükelçisi Laurence A. Steinhardt Ali Nur Bozcalıyı bu işle görevlendirdi. Bozcalı 14 Haziran 1943’te şu raporu verdi;
State De-oertmant E. O Sec kayıtlı olan 416 sayılı belgeye gözatarak bu raporu özetleyelim;
Jön Türk rejimindeki Pan-Turanizme benzer bir Türkçülüğü canlandırmaya çalışanlar olduğu doğrudur. Yine bir gerçek ki bu hareketi savunan kimi yayınlarda yitirilen toprakları geri istemeye yönelik ifadeler bulunmaktadır. Ancak bu hareket kanımca dikkati çekecek boyutlarda değildir elçiliğin birkaç kez hükümetin yukarıda adı geçen yayınlara yönelik uygulamaları üzerine hazırladığı çalışmalarda bu konulardan söz edildiğini anımsıyorum. O notlarda da kamuoyunda Türklere yönelik bir sempati olduğu ancak bu sempatinin Pan- Türkist örgütlerin aktif biçimde desteklenmesi biçiminde olmadığını ifade etmiştim. Yanılıyor olabilirim ancak Pan-Türkist hareketi benimseyen kimseyle şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım gibi tüm Türkleri bir arada toplamaya yönelik bir hükümet politikası da görmedim. Pan-Türkizm yanlılarının totaliter sistemlere hayranlık duydukları daha da ötesi Almanyaya sempati besledikleri de bir gerçek. Aslında broşürde yazarın yaptığı yorumları elimizin tersiyle itemeyiz. Özel olarak bu görüşleri savunanlar bu tutumlarının savundukları davanın doktriner ve pratik bir gereği olduğunu söylüyorlar. Bu insanlar mihver ülkelerinin propagandasının aracı olsunlar ya da olmasınlar bu akımın karşısında son derece güçlü müttefik yanlısı günlük gazete ve dergiler var. Pan-Türkistlerin ortaya attıkları görüşler yalnızca duygusal bir çerçeve içinde kalmakta ve benim görüşüme göre bunların önemini abartmak ya da Türkiyenin tarafsızlığı için ciddi bir tehlike olarak görmek güçtür. Bu bülten konusunda yaygın inanç bunun solcu bir propaganda olduğudur. Hatta bazıları gerçek yazarın Zekeriya Sertel olduğunu ileri sürüyorlar. Kamuoyunun tepkisinden ve basındaki polemiklerden izlediğim kadarıyla Pan-Türkistlere karşı olanlar tarafından benimsenmesi de güç. Bu genel olarak kamuoyunda Pan- Türkistlere duyulan gizli sempati ile örgütlü bir karşı propaganda havası yaratılması ile açıklanabilir.
ABD nin Ankara Büyükelçisi Laurence A Steinhardt ABD Dışişleri Bakanlığına gönderdiği 16 Temmuz 1943 günlü yazısında şu değerlendirmeyi yapıyordu;
Elçilik bildirgedeki görüşlere katılmak eğilimindedir. Şöyle ki Pan-Türkizm ve Ultra Nasyonalizm hareketinin liderleri totaliter düşüncenin inançlı takipçileri ve mihver güçlerinin destekçileridir ancak etkinliklerini fazla abartmamak gerekir. Çünkü Türk kamuoyunda diğer ülkelerde yaşayan Türk ırkından olanlara karşı doğal bir sempati beslemekle birlikte gerek hükümetten gerekse kamuoyundan yayılmacılığa yönelik bir destek gözükmüyor. Dışarıda yaşayan Türklerin dilerlerse Türkiyeye dönmelerini ve Türk uyruğuna geçmelerini destekliyorlar. Ancak bunlar sınırları genişletmek türünden bir yaklaşımda bulunmuyorlar. Ankarada hükümet ve basın çevrelerinde bu denli tepkiye yol açan ve hatta Dışişleri Bakanının Mecliste konuşmasına neden olan bu broşürün solcu çevreler tarafından özellikle finanse edilmese bile Sovyet yetkililerince yazdırıldığı yolunda inançlar yaygındır. Bu inancın kanıtı olarak tüm broşürün düzgün bir dille Rusçaya çevrilip Pravdada bastırılması gösteriliyor. Basın bürosundan bir yetkilinin görüşüne göre broşürün yazarı değerlendirmede belirtildiği gibi Zekeriya Seıiel değil onun yine yetenekli ve belki de sol çevrelere daha yakın olan eşi Sabiha Serteldir. Anımsatmak gerekir ki söz konusu broşürü yaygın biçimdeki kamuoyunun dikkatine sunan Bayan Sertelin yayımladığı Tan Gazetesidir.
Ne ilginçtir aradan yıllar geçecek Sovyetler Birliğinde yaşayan Müslüman Türklerle bu kez Amerikan büyükelçiliği yakından ilgilenecektir. 60 lı ve 70 li yıllarda ABD nin Ankara Büyükelçiliğinde CIA kadrosunda çalışan bir Özbek Türk, Türk sağcıları ile çok yakın dostluklar kuracak bu dostluklar bu Özbek kökenli Türkün Ankaradan sonra atandığı Bonnda da sürecektir. İkinci Dünya Savaşında Kızıl Ordudan kaçarak Alman Ordularına sığınan Ruzi Nazar Alman istihbaratçısı General Gehlen ile birlikte Türklerle ilgilenecekti. Şu anda Washington D.C.de Alman asıllı eşi ile yaşayan Ruzi Nazar Türklerle çok yakın ve samimi dostluklar kurmaya devam ediyor. Amerikanın Ankara Büyükelçiliğinde görevli CIA istasyon şefi Paul Henze de Sovyetler Birliğinde yaşayan Müslüman halklarla çok yakından ilgilidir.
Henzenin Central Asian Survey Dergisinde yayınlanan Kafkaslarda Ateş ve Kılıç 19. Yüzyılda Kuzey Kafkasya Dağ Köylülerinin Direnişi ODTÜ Asya-Arfika Araştırmaları Grubu Yayınları arasında basılmış. Henzenin Marksın Ruslar ve Müslümanlar hakkında yazdıklarından seçmeleri de yine ODTÜ tarafından 1984 yılında basılmış. Özel tren 5 Aralık 1942 saat Alındı.- 5 Aralık 1942 saat No Alman Büyükelçiliği Gizli. Ankara. Büyükelçiye özel. (20 kasım tarihli ve A 6154 sayılı raporunuza karşılık olarak Türkiyedeki dostlarımızı içinde bulundukları güç durumdan kurtarmak üzere size beş milyon altın Alman Markı iletmesini emrettim. Bu parayı cömertçe kullanmanızı ve bana durumu bildirmenizi rica ederim.) RİBBENTROP
Alman Dışişleri Bakanı Nazi Almanyasının Türkiyeye atanan Büyükelçisi Von Papenin görevi savaşta Türkiyenin Almanlara yardım etmesini sağlamaktı. Papen bunun için elinden geleni yapıyordu. Papen asker kökenliydi mayıs ayından 1933 yılı ocak ayına kadar Alman İmparatorluğu Şansölyeliğini yapmıştı. Hitler kabinesinde de bakan olarak yeralan Papenin yılları arasında görevi Avusturya Büyükelçiliğiydi. Bu kurt politikacı 1939 yılında Ankara Büyükelçiliğine atanmıştı.
….. yılının ilk ayları Papenin Türkiye ile Almanya arasında bir saldırmazlık paktı imzalanması çabaları ile geçti. Papen 14 Mayıs 1941 günü Cumhurbaşkanı İnönü ile uzun bir görüşme yapıyordu. Görüşme konusu saldırmazlık paktlaydı. Von Papen İnönüye Hitlerden bir mektup getirmişti. İnönü Führerin övgü dolu mektubundan duygulandığını ve kendisinin de tıpkı Hitler gibi dostluk ve güven duygularıyla dolu olduğunu söylüyordu.
Papen Dışişleri Bakanı Ribbentropa 14 Mayıs 1941 günü 1523 sayılı gizli telgrafında İnönü ile yaptığı görüşmeyi şöyle özetliyordu;
Cumhurbaşkanı eski dostluğun yeniden kurulmasını hazırlayacak bir anlaşmaya hazırdır. İnönü eğer Almanya herhangi bir güçle Türkiyeye karşı bir taahhüte girmezse Türkiyenin Alman çıkarlarına aykırı bir anlaşmaya girmeyi ve Almanlarla çelişkiye düşmeyi hiç istemediğini söyledi. Cumhurbaşkanı Türk-İngiliz anlaşması için de istenirse bu çözüm yolu bulunabilir dedi. Dışişleri Bakanı Saraçoğlu ile görüşmeler de hemen başlayacaktır. Iraka savaş malzemesinin Türkiye topraklarından ulaştırılması tasarısına kesinleşmiş gözü ile bakılabilir.
Almanların Türkiyeden o aşamada bütün istedikleri gerektiğinde Kafkasyaya yapacakları saldırıda silahların Iraka Türkiyeden geçirilmesidir. Türkiye buna evet demezse O zaman da Türkiyeyi işgal dahi gündeme gelebilirdi. Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop Papene 16 mayıs günü 338 sayılı notu özel kurye ile ulaştırıyordu.
20 Ribbentrop Türkiyenin Almanyaya yakın bir siyaset izlemesinin doğuracağı olasılıklar üzerinde duruyor ve soruyordu Bir darbe olasılığı var mı Bu soruyla birlikte Türkiyenin iç siyaseti ile ilgili bilgiler istiyordu. Alman Gizli Servisi o günlerde hem Almanyada hem de Türkiyede harıl harıl çalışmaktaydı. Almanyada Nazi Partisi Dışişleri Ofisi Başkanı Alfred Rosenberg çalışmaların odak noktasıydı. Rosenberg Nuri Paşa ile de görüşmüş ama Paşaya hiç umut vermemişti. Alman Dışişleri Bakanlığında İdil-Ural Türklerinden İdris Alemcanın Berlindeki evi de bir buluşma yeriydi. Kırım Türklerinden Müstecip Ülküsal 1917de Kırımda kurulan kurultay hükümetinin Dışişleri Bakanı Cafer Seyit Ahmet Kırımer Edibe Kırımal Edibe Kemal Ahmet Temir işadamı Ahmet Veli Menger Ayaz İshak hep bir araya gelirlerdi. Prof. Von Mende de Almanlarla Türkler arasında görülenlerden biriydi. Mende işgal altındaki Doğu Bölgeleri Bakanlığı temsilcisiydi.
Papen 27 Ağustos 1942 tarihli raporunda Türkler eğer ülkenin çeşitli kısımlarındaki aktif işbirliği sağlanırsa ve eğitilirlerse Rus seferinde yararlı olacaklarını da bildirmişti. Almanlar Türklerden yararlanırken arka planda Alman danışmanlarını görevlendirecekler ve Türklere Alman ruhu aşılayacaklardır.
Almanyada bu toplantılar yapılırken Nuri Paşanın evinde ve Türk Kulübünde de Rus seferi konusunda toplantılar sürmekteydi. Bu toplantılara; Nuri Paşa, İdris Alemcan, Dr. Ahmet Temir, Hilal Münşi, Abdürrahim Gökçay, Azerbaycanlı Mehmet Togar, Miralay Kazım, Müstecip Ülküsal katılmaktaydı.
Nuri Paşanın yakın çevresinde Erkilet Paşa, Zeki Velidi Togan, işadamı Kazım Taşkent ye yahudi ve masonlarla ilgili yayınları ile ün yapan Cevat Rıfat Atılhan, Türkistanlı Yusuf Kıpçak Ahmet Ağaoğlu bulunmaktaydı.
İstanbulda aynı amaçla çalışan bir başka grup da Emin Resulzadenin çevresinde toplanmıştı. General Ali İhsan Sabis, General Erkilet, Avukat Mümin Mustafa ile birlikte bir şirket kuruyorlar. Şirkette darbe konuları konuşuluyor. Sabis Paşa bu toplantılar nedeniyle tutuklanıyor.
Toplantılar hem Almanyada hem Türkiyede sürmekteydi. Nazi Almanyası ne yapıp yapıp Türkiyede etkili olmaya çalışıyordu.
Ribbentropun Papene gönderdiği 17 Mayıs 1941 tarihli telgrafta (Alman Büyükelçiliği sayı 393) büyükelçiye şu emri veriyordu;
Türkiye ile resmi anlaşma dışında savaş malzemelerinin Türkiyeden hiçbir engelle karşılaşmadan geçmesini sağlayacak bir gizli anlaşma yapılacaktır. Türkiye bu kolaylığı nasıl sağlayacaktır, Silahların Alman askerleri eşliğinde Türk topraklarından geçişine izin vererek...
Ribbentrop bu konuda çok umutlu ve cömerttir. Eğer Türkiyenin Alman askerleri eşliğinde silah ve malzeme geçişine izin vereceğini anlarsak karşılığında Edirne sınırının ölçüsünü ileride belirlemek üzere düzenlenmesi ve herhangi bir adanın kendilerine verilmesi söz konusu olabilir.
Nazi Almanyası Türkiyenin ağzına bir değil iki parmak bal çalıyor. Bulgar topraklarının bir kısmı Türkiyeye ve ayrıca Ege adalarından biri de Türkiyeye verilecek. Ribbentrop aynı gizli telgrafında Türklerin İngilizlerle ilişkilerini sürdürmelerini haklı görüyor ama İngilterenin Türkiyeden desteğini çekmesi halinde ne olacak Türkiyenin varlığını korumak amacıyla kendisine Rus tehdidine karşı güvence araması anlayışla karşılanır. Türkiye Rusyaya karşı güvenceyi bizimle imzalayacağı bir anlaşmada bulacaktır. Alman Dışişleri Bakanlığı bir anlaşma taslağı hazırlayarak Papene yollar. Tabii bir de gizli anlaşma gönderirler. O sıralar Başbakan Refik Saydam Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ve Dışilşeri Bakanlığı Müsteşarı da Numan Menemencioğludur. Menemencioğlu Alman önerilerini benimsemez. Anlaşma metnindeki bazı maddelere ve tanımlara karşı çıkar.
Kaynak: Uğur Mumcu_Cadı Kazanı Kitabı

UYARI

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.