25 Nisan 2021

HACİZ MESAJLARI ALANLAR, BORÇLULAR DİKKAT!

 


Avukat Mehmet Değirmenci yanıtladı.

- 10-15 sene önceki borçları, hiçbir şekilde haber vermeyip, üstüne faiz bindirdikten sonra arayıp insanları taciz eden avukatlar var. Bu iş biraz ticarete dönmüş durumda. İnsanlar bu tarz mesajları ve aramaları nereye şikayet edebilir? Yurttaşlar ne yapmalı?

Ne İcra ve İflas Kanunu'nda ne de Borçlar Kanunu'nda, avukatın bir borcu haber verme gibi bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Avukat, vekili tarafından kendisine verilen yetki ile bu yetki sınırları içerisinde hareket ederek, alacağını tahsil edebilir. 

Borcun 10-15 yıl öncesine ait olması mümkündür. Türk Borçlar Kanunu 146. Maddesi'ne göre borçlar için belirlenmiş genel zaman aşımı 10 yıldır. Bazı durumlarda 5 yıl, bazı durumlarda 3 yıl bazı durumlarda ise 20 yıla kadar uzanan bir zaman aşımı süresi mevcuttur.

Avukatın görevi aramak değildir, taciz etmek hiç değildir. 

Hem Yargıtay’ın hem Türkiye Barolar Birliği'nin birçok kararında avukatın taciz edercesine borçluyu araması yanlış kabul edilmiş ve cezalandırma yoluna gidilmiştir. Hukuk büroları tarafından sürekli aranan, taciz boyutuna varan ve hatta akrabaları arkadaşları aranan insanlar var. 

Bu kişilerin yapabileceği en iyi şey arama kayıtları ve görüntülerini alarak savcılık nezdinde şikayette bulunmalarıdır. Bununla da yetinmeyip, avukatlık bürosunun bağlı bulunduğu baroya da şikayette bulunabilirler. Yalnız barolar bu şikayetlerde bir miktar ücret istemektedir.

- 10 seneden fazla olan borçlarda, hukuki bir süreç devreye giriyor mu?

Burada önemli olan borcun ana sebebidir. Örneğin bir fatura borcu 10 yıllık zaman aşımına tabi iken bir senet borcu 3 yıllık zaman aşımına tabidir. 10 yıl üzerindeki borçların tahsili ne zaman istenmiş o önemlidir. 

Örneğin 01.01.2008 yılında birisine borçlandığınızı düşünelim. Alacaklı kişi 8 yıl sonra, yani 2016 yılında bu borcu icra takibine koyarsa zaman aşımı kesilir. Dikkat ediniz. 'Durur' demiyorum. 2016 yılında takibe geçip hiç bir işlem haciz vs. olmasa bile 2026 yılına kadar alacaklı, zaman aşımını uzatmış olacaktır. 

Borç kira borcu olsaydı, alacaklı 2016 yılında takibe geçse bile zamanaşımı dolmuş olacaktı. Çünkü kira alacaklarında zamanaşımı 5 yıl olarak uygulanmaktadır.

- Peki zaman aşımı dolmuşsa, takip otomatik olarak durur mu?

Hayır. Zaman aşımı dolan, zaman aşımına uğrayan bir icra dosyası kendiliğinden durmaz. Mutlaka borçlu kişinin zaman aşımı itirazında bulunması gerekir. İcra dosyalarına itirazın ise çeşitli süre ve şekillere bağlandığını belirtmekte fayda var. Borçlu, zaman aşımına uğrayan bir borcu da ödeyebilir. Nihayetinde zaman aşımına uğrayan bir borç sona ermez. Sadece tahsil kabiliyetini yitireceğinden, borcu ödeyen kişi bu paranın zamanaşımı sebebiyle iade edilmesini isteyemez.

“BU MESAJLARI ATANLAR SUÇ İŞLİYOR”

- Avukatlar ve bürolar, bu tip mesajları yollayarak bir suç işlemiş oluyorlar mı?

Bu tip rahatsız edici mesaj ya da aramalar sadece borçlulara değil, borçlunun anne babasına kardeşine, eşine diğer akrabalarına yönelik de oluyor. Hatta bunu yapan hukuk büroları, büyük hukuk büroları oluyor. Bunları yapmalarındaki maksat çok küçük alacaklar için haciz işlemi gerektirmeden arama yoluyla tahsilat yapmaktır. Çünkü hukuk büroları o kadar yoğun ki 500 - 1000 TL’lik icra dosyalarında haciz işlemi yapmak külfet oluyor. Bunun yerine aramayı ve tehdit etmeyi deneyenler az değil elbette. Bu yapılanlar açık açık suçtur.

Bu konuda özellikle şikayet edilen avukatların olduğu herkesçe bilinen bir şey. Türkiye Barolar Birliği'nin ve Yargıtay’ın bu konuda çok emsal kararı vardır. Borç için icra takibine geçildikten sonra artık tüm işlemlerin icra dosyası üzerinden yürütülmesi şarttır. 

Bir kişinin sürekli sürekli kasıt derecesine vararak aranması TCK’da yer alan "Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma" suçunu oluşturur. Ayrıca bir kişinin akrabalarının aranması, icra dosyasından haber verilmesi ise yine TCK’da yer alan "Kişisel Verilerin Ele Geçirilmesi veya Yayma" suçunu oluşturur. 

Nitekim hangi adliyeyi arasanız size telefonda bilgi vermezlerken hukuk bürolarının bu kadar rahat hareket edip kişilerin bilgilerini başkalarına vermesi de kabul edilemez. Tabii ki her olayın ayrı ayrı ele alınması ve değerlendirilmesi şarttır. Yoksa her mesaj suç unsuru oluşturmamaktadır.

- Bu konu hakkında avukatların kendi aralarında bir değerlendirmesi var mı?

Bir birlik yok bu konuda. Bu tür durumların çoğu meslektaşımız tarafından yapılmadığını ve tasvip edilmediğini belirtmek de fayda var. Bunları yapan hukuk büroları bir elin parmağını geçmez. Türkiye de 100 bin avukat olduğunu düşündüğünüzde, genel değerlendirme bu tür hareketlerin yanlış olduğu yönünde.

Yakın zamanda bu konuyla ilgili Yargıtay 18. Ceza Dairesi emsal bir karar verdi. Bunun önüne geçilebilmesi için bir yönetmeliğe ihtiyaç var mı?

Yargıtay 18. Ceza Dairesi 2018 tarihli emsal kararında kişilere atılan mesajların sürekliliği üzerinde durmuştur. Bu mesajların ne kadar sıklıkta atıldığı veya arandığı araştırılmadan mahkemenin red kararı vermesinin doğru olmadığını belirtmiştir. Alınan bu karar gereği borçlulara atılan mesajların ne sıklıkta atıldığı ya da arandığı tespit edilecek, daha sonra bu arama ve mesajların kişilerin huzur ve sükununu bozma suçunu oluşturup oluşturmadığı değerlendirilecektir. 

Dikkat edilirse burada mesajın içeriğinden hiç bahsedilmemiştir. Tamamen dosyaya yönelik ve doğru bile olsa sık sık mesaj atılması suç olacağı gibi bazı hukuk büroları mesajlarında tehdide varan söylemlerde bulunmaktadır. Bu durumda sadece kişilerin huzur ve sükununu bozma suçu değil, tehdit suçu da oluşacak ve şikayet üzerine yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar her iki suçu da içine alacak şekilde icra edilecektir.

Bu konuda bir yönetmeliğe ise aslında ihtiyaç yok. Çünkü hem Avukatlık Kanunu, Barolar Birliği Yönetmeliği hem de Ceza Kanunu bu durumları içine alan hükümler içermektedir ve aslında cezaları da ağırdır. Nitekim bir avukatın baroya şikayet edilmesi sonucu baro inceleme yapar ve eğer avukatın yaptığını meslek ilkelerine aykırı bulursa kendisine bir takım yaptırımlar uygular. Bu yaptırımlar Uyarma, Kınama ile başlayıp meslekten çıkarmaya kadar gitmektedir.

VADESİ GELEN BORÇ 1 GÜN SONRA İCRALIK OLABİLİR

- Borçlar, ne zaman icralık olur?

Bir borç, vadesi geldikten sonraki gün icralık olabilir. Daha çok alacaklının inisiyatifinde kalmış bir durum. Bankalar, 3 taksit ödenmedikten sonra icra takibi yolunu tercih etmektedir. Fakat, çek bankaya ibraz edildikten ve karşılıksızdır kaşesi vurulduktan sonraki gün hemen icraya konulabilir. Bu sebeple hangi borcun ne zaman icraya gireceği her borcun özelliğine göre değişecektir. Borcun bir vadesi varsa, bu vadenin beklenmesi elbette zorunludur. Vadesi gelen bir borcun ise 1 gün sonra bile icraya girmesi mümkündür.

- Hangi koşullarda insanlara haciz gelir?

Borcun ne borcu olduğu ve alacaklının kim olduğu önemli bir husustur. Bazen borcun miktarı bu ikisinden de daha önemlidir. 

İcra takipleri incelendiği zaman çok büyük bir çoğunluğun 10 bin TL altında alacaklar olduğu ortaya çıkacaktır. Alacaklılar ilk olarak icra dairesine verdikleri bir takip talebi ile icra takibine geçiş yapabilirler. Bu takip talebine müteakiben, icra memuru ödeme emrini hazırlar ve borçluya gönderir. Bazı durumlarda 5 gün bazı durumlar da 7 gün itiraz süreleri mevcut olup alacağın özelliğine göre değişmektedir. 

Borçluya giden ödeme emrinde, zaten borçlunun borca ne kadar sürede ve nasıl itiraz edebileceği açıkça yazar. Bunun yazmaması ödeme emrinin iptaline sebep olabilir. 

Bu durumda borçlular bir avukat yardımı almaktansa kendileri bir çare aramakta ve bazen büyük zararlara uğramaktadırlar. 

İtiraz süresi ve ödeme süresi geçtikten sonra takip kesinleşir. Bu kesinleşmeden sonra alacaklının talebi ile insanların ev veya iş yerlerine haciz gönderilmesi mümkündür. Aynı şekilde kesinleşmeden sonra borçlunun banka hesaplarına, maaş hesabına veya 3. şahıslardaki alacaklarına da haciz konulabilir.

BORCA NAKLİYE MASRAFI DA EKLENİYOR

- Haciz nasıl yapılır?

Takibin kesinleştiği günden itibaren alacaklı, borçlunun banka hesaplarına, maaşına varsa 3. şahıslardaki alacaklarına, tapularına ve araçlarına haciz koyabilir. 

Burada borcun miktarı önemli değildir. Bunu elbette kendisi değil icra dairesi yapacaktır. Alacaklı talep etmedikçe, İcra Müdürlüğü, kendiliğinden borçlunun menkul ve gayrimenkullerine haciz koymaz. Aynı şekilde fiili haciz de böyledir. 

Yani eve ya da iş yerine gelerek menkul malların haczedilmesi olayı da yine alacaklının icra dairesine talepte bulunmasından sonra gerçekleşir. Bu talepten sonra bir icra memuru ve avukat, borçlunun iş yerine ya da evine gelir. Avukat olmasa dahi yeterli masraf yatırılmışsa, sadece icra memuru da hacze gelebilir. Fakat uygulama da yüzde 99 ağırlıkta mutlaka icra memurunun yanında bir avukat ya da avukat katibi yer almaktadır.

Burada mevzuattan daha çok uygulamanın nasıl işlediğine bakmak gerekiyor. Uygulamada iş yerine veya eve giden avukat ve icra memuru, borçludan ödeme yapmasını ister. Şayet alacaklı ve borçlu, ödeme miktarında ya da şeklinde anlaşırlarsa hacze son verilir. Aksi durumda yine alacaklının talebi ve hazır ettiği nakliye ile borçlunun hacze kabil menkul malları haczedilerek yediemin depolarına götürülüyor. Haciz yapılan malların kaldırılması, satış olmadıkça borcu 1 TL bile azaltmadığı gibi, üstüne yediemin ve nakliye masrafı da borca ekleniyor.

“KİŞİNİN MAAŞININ TAMAMI HACZEDİLEMEZ”

- Neler haczedilebilir, neler haczedilemez?

İcra ve İflas Kanunu'nun “Haczi Caiz Olmayan Mallar ve Haklar” başlıklı 82. Maddesinde nelerin haczedilip nelerin haczedilemeyeceği çok açık bir şekilde yazmaktadır. Özellikle vatandaşlar açısından önemli olan ise İcra ve İflas Kanunu 82. Madde'nin 3. Fıkrasıdır. 

Nitekim bu madde ve fıkraya göre; "Para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika veya süs eşyası gibi kıymetli şeyler hariç olmak üzere, borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya; aynı amaçla kullanılan eşyanın birden fazla olması durumunda bunlardan biri" haczedilemez. 

Borçluların tarafımıza en fazla yönelttikleri soru bu maddeyle ilgilidir. Madde incelendiğinde evdeki lüzumlu her eşyadan 1 tane olması durumunda bunlar haczedilemeyecektir. 

Fakat, örneğin oyun konsolu zorunlu eşya değildir. Ya da evinizde maddi değeri belki borcu karşılayacak kadar büyük olan TV vardır. Borçlunun evine hacze gidildiği zaman evde tek bile olsa böyle değerli bir televizyon haczedilir. Burada kanuna aykırılık yoktur. Çünkü bu kadar değerli bir televizyon tek bile olsa lüzumlu değildir. Aynı şekilde değeri çok az olan eşyalar da haczedilemeyecektir. 

Burada ki amaç nakliye, hamaliye ve satış masraflarını karşılamaya yetmeyecek bir malın tek başına haczedilememesidir.

Kişinin maaşının tamamı haczedilemez. İşçinin maaşının 1/4üne kadar haciz konulabilir. Emekli maaşı siz muvafakat vermedikçe haczedilemez fakat emekli ikramiyesi haczedilebilir.

HABER: Miray ÖZBİLEK 

Kaynak : https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/haciz-mesajlari-alanlar-borclular-dikkat-1705776


20 Nisan 2021

KURAN’DA GENELDE SUÇ VE CEZA, ÖZEL DE İSE KISAS AÇIKLAMALARI

 


İslam’da suçları ve bunlara verilecek cezaları iki grupta incelemek mümkündür. Bunlardan ilki topluma karşı işlenen suçlar (örneğin; zina ve 100 sopa yada hırsızlık suçu ve el kesme cezası) ikincisi ise bireysel yani kişilere karşı işlenen suçlar (birisinin; kaşına, gözüne, kulağına, canına vb. verilen zararlar ve kısas cezaları) olmaktadır. (1)

 

Toplumsal suçlarda cezanın insanlar, yöneticiler tarafından affı mümkün değilken kişisel suçlarda kişi yada yakınlarının affedebilmek seçeneği vardır. (2)

 

Yine islamda en önemli müesseselerden biri de gerek toplumsal suçların gerekse bireysel suçların ve bunların cezalarının kişiselliği prensibidir. İslam’da kim suç işlerse cezayı da ancak o çekmelidir. Birinin işlediği suçlar yüzünden başka bir kimse (hangi nedenle olursa olsun) cezalandırılamaz. (3)

 

Yine cezalandırma esnasında, suçu işleyenin karşı tarafa açtığı zararın aynısıyla suçlu cezalandırılmalıdır. İntikam yada diğer insanlara ders olsun gibi gerekçelerle verdiği zarardan daha fazlası suçluya uygulanamaz. (4)

 

Suçluya hak ettiğinden fazla ceza uygulanması durumunda fazlalık bakımından ceza verenler de suçlu duruma düşerler ve kendilerine de bu kısım kadar ceza uygulanması sonucunu doğururlar. (5)

 

Ayrıca gerek toplumsal suçların cezalarının ve gerekse bireysel suçların cezalarının (kısas) uygulaması bu suça maruz kalan kimseler tarafından değil, İslami yönetim tarafından yerine getirilir.

 

Bu cezaların yönetim tarafından yerine getirilmesi de bu suçlar yüzünden kan davası vb. hesaplaşmaları olmadan önler. Suçlu cezasını çekince (ölenin yakını tarafından affedilmesi halinde de) herkes ödeşmiş olur ve bu olay kapanır, sürdürülmez. Bunlardan sonra sürdürülürse, sürdürenler aynı kısasa tabi olurlar. (6)

 

Kuran’da bu suç ve cezaları gibi konular ile başka konularda, tek yada birden fazla ayetlerle fakat topluca (bütün ayetler bir arada) değerlendirilerek hüküm konulur. Bir konu hakkında ne yapılması gerektiği ayet yada ayetlerle bildirilir. Uygulama mevcut ayetlere göre sürdürülür.

 

Ancak zamanla mevcut bilgilere göre yapılan uygulamalarda; problem çıkaranlar, itiraz edenler, işi yokuşa sürenler ve/veya söylenenlerin yanlış uygulandığını iddia edenlerin çıkması gibi sebepler yüzünden yine konunun bütünlüğü içerisinde değerlendirilmek, konunun özüne uygun olmak üzere; bu sorunları giderecek kesinlikte açıklayıcı ayetler gelir. Bundan sonra tüm itirazları sonlandıracak şekle bürünen ayetler topluluğu oluşturulur. Bu defa ilgili konu artık kesin olarak, o konudaki önceki ayetlerin yanında bu ayet hükmü de birlikte değerlendirilerek çözümlenir, uygulanır. (örneğin inek kesilmesinin istenmesindeki ayetler ve örtünme ile ilgili ayetler)

 

Kısaca konuyu toparlamaya çalışırsak; bireye karşı işlenen suçlar, (zarar gören bireyin yakınları tarafından affedilmez ise) yönetim tarafından suçluya aynı şekilde uygulanacaktır. Suçludan başka kimseler (bu kimseler kendileri gönüllü olarak isteseler bile) bu suçla cezalandırılamayacaktır. Konular hakkında çekirdek ayetler yeterli olmaktaysa da tüm itirazları engellemek için yardımcı ayetlerde çekirdek ayetlerle birleştirilerek uygulamaya son şekli verilmiş olur.

 

Konuya daha iyi nüfuz edilebilmesi için şimdi bütün bu anlatılanları hayata geçirmeye çalışalım.

 

Topluma karşı işlenen suçlarda suçlunun mutlaka öngörülen cezayı alması gerektiğinden ve bu kısım ile ilgili olarak anlaşılmayan hususlar olduğu ileri sürülmediğinden açıklanmayacaktır. Ancak bireye karşı işlenen suçlarda uygulama ile ilgili bazı itirazlar olduğundan ve özelliklede günümüzde kısasla ilgili hükümlere itirazlar çoğaldığından burada sadece KISAS HÜKÜMLERİ açıklanmaya çalışılacaktır.Yukarıda anlattıklarımı kurandan delillerle yeniden açıklamaya çalışayım.

 

A)   KISASLA İLGİLİ ÇEKİRDEK HÜKMÜN OLUŞMASI

 

Kuran hükümlerinden biliyoruz ki yüce Allah Tevratta kişilere karşı işlenen suçlar için ceza olarak kısası öngörmüş ve (en az) Musa peygamberden beri de kısas hükümleri bu suçlar için uygulanmaktaydı.

 

Uygulanmakta olan kısasın şekli ise; cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas biçimindeydi.

 

Ancak yine de suçtan zarar görene (yada ölmüşse yakınına) bu suçu bağışlayarak Allah katından ödüllendirilmeyi beklemesi önerilmekteydi.

 

Yine yönetimin de bu hükümleri uygulamak zorunda oldukları, kim bu şekilde uygulamazsa onların zalim kabul edilmesi gerektiği bilinmekteydi.

 

Yani yöneticiler, bağışlama olursa, suçu işleyene karşı gelebilecek saldırılardan onu korumayı, bağışlama olmazsa da suçlunun makamı, mevkisi ne olursa olsun, kimlerden gelirse gelsin yukarıdaki biçimdeki kısası uygulamak zorundaydılar. Suçtan zarar gören kişi yada yakınlarıda bu uygulamadan sonra başka bir taşkınlığa kalkmadan durumu kabul edeceklerdi.

 

İşten kuran inene kadar zaten toplumlarda kısas yukarda anlatıldığı üzere uygulanması gerekiyordu.

 

Muhammed peygamber zamanında ise bu esas (çekirdek) korunmuş ve bu hüküm Muhammed peygamberin ümmetinin de ( itirazları edebilecekleri öngörüsüyle) aynen kabul etmeleri için aynı şekilde kuranda da aşağıdaki ayetlerle yeniden belirtilmiştir.

 

İsra (17) 33 - Allah'ın haram kıldığı bir nefsi (kişiyi), haksız yere öldürmeyin! Kim mazlum olarak (haksız yere) öldürülürse, o taktirde onun velîsini sultan (hak sahibi) kıldık. Artık öldürmede haddi aşmasın. Çünkü o, yardım görmüş olandır. (iniş_50)

 

Nahl (16) 126 - Eğer (bir suçtan dolayı) ceza verecek olursanız size yapılan azab (ceza) nın misli ile ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır. ( iniş_70)

 

Dolayısıyla, Kısas hükümleri Muhammed peygamber zamanında da çekirdek hükümlere göre kişinin, mevkisine ve konumuna bakılmaksızın işlediği suçun cezası (af edilmemişse) cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olarak veriliyordu.

 

Özetle KISAS kimseye ayrıcalık tanınmadan suçlunun kendisine uygulanıyordu.

 

Ancak insanoğlunun olduğu yerde; çıkarlarına uymadığında ( işine gelmeyince) itirazların ardı arkası kesilmeyebiliyor.

 

B) KISASLA İLGİLİ ÇEKİRDEK HÜKMÜN (itirazları kaldırmak için) AÇIKLANMASI - DESTEKLENMESİ:

 

Kurandan önce uygulanmakta olan ve kuranın yukarda yazdığım ayetleri ile de desteklenen yukarıdaki gibi kısas uygulamasına bu defa inananlar arasında tereddüt oluştuğunu, (belki de peygamberimiz zamanında kabileler arası yaşamın getirdiği anlayış farkları ile kabilelerin üstünlük vb. dayatmaları nedeniyle) KISAS’ın mevcut şekliyle değil de, önemli şahsiyetlerin suçlarına karşılık kendilerinin değil (önemsiz buldukları) köle yada kadınların kısasa tabi tutulmasını istediklerini görüyorum. Bunu neden böyle görüyor, düşünüyor yada nereden çıkarıyorsun diye sorulacak olursa, Bakara-178 ayetinden (özelliklede girişteki açıklama kısmından) çıkarttığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

 

Sevgili okuyucular; aşağıdaki Bakara (2) -178 ayetini dikkatle incelersek; ayetin hiçbir açıklama yapmadan hemen hüre karşılık hür… diye başlamadığını görürüz. Eğer ayet başındaki açıklama olmadan hüre karşılık hür… diye başlayıp devam etseydi; belki benim yukarıdaki çıkarmam, görüşüm mümkün olmayabilirdi.

 

Ancak dikkat edilirse ayet ey iman edenler, öldürmede SİZE kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın… şeklinde önce inananların dikkatini KISAS ın hala mevcut haliyle yürürlükte olduğuna çekerek itirazlarının geçersiz olduğunu gösteriyor.

Sonra da hürün işlediği suça karşılık o hürün, kölenin işlediği suça karşılık o kölenin, kadının işlediği suça karşılık ta o kadının (affedilmedikleri durumlarda) mevcut kısasa hükümleri gereğince (ve suçun şahsiliği ilkesi gereğince) kısas olunacağını bildiriyor.

 

Sevgili okuyucular, bakara 178 ayeti (önceki kısas hükümlerinden) bağımsız bir hüküm olarak değil, başındaki açıklama ile birlikte kısas hükümlerini tamamlayıcı bir hüküm olarak getiriliyor.

 

Şimdi, bu ayeti tarafsız olarak değerlendirirsek; öldüren hür ise öldürmesine karşılık (hür olarak) kendisinin, köle ise öldürmesine karşılık (köle olarak) kendisinin, kadın ise öldürmesine karşılık (kadın olarak) kendisinin kısas olunacağı bir kez daha vurgulanarak anlatılıyor.

 

Çoğu kimse ve özellikle de (ayeti çarpıtmak isteyen) ateistler ayete tarafsız yaklaşmayıp, öldürülenin tarafına geçerek ve ayeti bağımsız olarak ele alıp anlamaya çalışıyorlar. Bu durumda da suçludan ziyade öldürülen ön plana çıkarılarak, öldürülen hüre karşılık (sanki) başka hür biri, öldürülen köleye karşılık (sanki) başka köle biri, öldürülen kadına karşılık (sanki) başka bir kadın anlatıldığı yanlışına düşüyorlar.

 

Halbuki, kısasta ölen yada öldüren bir tarafın tasarrufu yoktur.

 

Kısas, ölen yada öldürenin ailesi tarafından değil, İslami otorite tarafından yapılacaktır. Bu da kısasla ilgili bu ayete tarafsız yaklaşılmasını gerektirmektedir.

 

Otorite, öldüreni bulacaktır, hür, köle, kadın oluşuna göre, başka kimseyle takas etmeksizin cezayı uygulayacaktır. Yani hürün (öldürmesine karşılık) hür olan, kölenin (öldürmesine karşılık) köle olan, kadının (öldürmesine karşılık) kadın olan kısasa tabi tutulacaktır.

 

Yukarıda anlattığım gibi bakara 178 ayeti bağımsız olarak ele alınamaz ve ancak yukardaki ayetlerle birleştirilerek hüküm verilebilir. Bu ayet, itirazlara karşı önceki ayetleri uygulamayı açıklayan ayettir.

 

Bakara (2) 178 - Ey iman edenler! Öldürmede kısas size farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ama her kim, ölenin kardeşi tarafından bir şey karşılığı bağışlanırsa, o zaman örfe uyması, ona diyeti güzellikle ödemesi gerekir. Bu, Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve bir rahmettir. Her kim bunun arkasından yine saldırırsa, artık ona acı veren bir azab vardır. (iniş_87)

 

Bu ayetten sonra da hala içine sindiremeyen, bu uygulamayı hala kabul edemeyenler olmalı ki bu defa sadece iman edenlere değil, temiz, samimi akıl sahiplerine seslenilerek kısas şekline itiraz etmemeleri, kendileri anlamasa da onda hayat olduğunu belirten ayet gelmiştir.

 

Bakara (2) 179 - Ey temiz akıl sahipleri! Kısasta sizin için bir hayat vardır. Ümit edilir ki, korunursunuz. (iniş_87)

 

Gerçekten de İslami otorite tarafından kısas, suçlunun durumuna bakılmaksızın uygulandığı zaman, başka kimselerin eli kana bulanmadan suçun sahibi yok edileceğinden, ölenin tarafından olabilecek kinleşmeler ve kan davası vb. olaylarda önlenmiş olacaktır.

 

Ama hür kimsenin cinayetine karşılık o hür, kölenin cinayetine karşılık o köle, kadının cinayetine karşılık o kadın kısas edilmezse, bunların yerine başka biri kısas edilirse hiçbir suçlunun hak ettiğini bulmadığı gerçeği örtülemeyecek ve bu defa adaleti kişiler sağlamaya çalışarak şahsi olan problemi toplumsal vaka haline getirebileceklerdir.

 

Bakara 178 ayetinin bağımsız olmayıp açıklama ayeti olarak geldiğini düşünmemizin bir delili de yine kuranda inek kesilmesiyle ilgili ayetlerdir.

 

Bilindiği üzere, Allah bir ineğin kesilmesini isteyen ayet indirmişti. Sonra insanlar Musa peygambere Allah’ına sor bakalım, nasıl bir inek kesmememizi istiyor? diyerek inek kesmemek için bahaneler üretmeye başlayınca, her defasında başka bir ayetle açıklama ile ineğin kesilmesi sağlanmıştı.

 

Buraya kadar olanı özetlersek,

Musadan beri uygulanmakta olan kısas hükümlerinde değişiklik yapılmadan kuranla da devam edilmiş, itiraz, tereddüt yada önemli buldukları asıl suçlu yerine önemsiz buldukları köle, kadın gibi başka insanların kısas edilmesi istemi reddedilmiş ve uygulama bu şekilde devam olunması istenmiştir.

 

C) KISASTA VURUCU DARBE (KISAS TA SON DURUM)

Bütün yukarıdaki gelişmelere rağmen hala, kısas biçimine, içeriğine itirazlar ve değiştirme istekleri devam etmeli ki bu defa Allah Teala inananlara hiçbir açık kapı bırakmayacak şekilde, Musa Peygamber zamanında başlanılan kısas uygulamasının içeriğinin kendisi tarafından belirlendiğini, buna uyulması gerektiğini ve hiçbir tereddüte ve itiraza meydan bırakmayacak şekilde Maide (5) 45 ayetini indirmiştir.

 

Bu ayetle inananlara adeta; siz nasıl olurda hala inanmazsınız. Musa peygamberden beri uygulanan ve benim daha önceki ayetlerimle de belirttiğim halde hala itirazmı edersiniz, siz hiç aklınızı kullanmayacakmısınız? temiz bir akılla düşünüp kısastaki hayat kazanımları görmek istemezmisiniz? Siz mi daha iyi biliyorsunuz? der gibi, tokat gibi bir hüküm indirmiştir.

 

Maide (5) 45 - Onun içinde (Tevrat'ta) onlara, cana can ile, göze göz ile, buruna burun ile, kulağa kulak ile, dişe diş ile ve yaralamalara karşı kısas olduğunu yazıp farz kıldık. Kim onu bağışlar da (kısas hakkından vazgeçerse) artık o kendisi için (günahlarına) kefâret olur. Ve kim, Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir. (iniş_112)

 

SONUÇ: işte bütün bu ayetlerle yukarda anlattığım gibi, tevrattan bu tarafa uygulandığı gibi bu gün de kısas kim suçlu ise ona uygulanır. Af edilirse affeden için daha iyi olur. Ama affetmez ise kısas ille de suçlu kimse (özel durumuna bakılmaksızın) ona uygulanır.

 

Şimdi burada peki kardeşim, madem her durumda suçlunun kendisine kısas uygulanacaksa, ayette neden katile kısas uygulanır demedi de hüre hür, köleye köle, kadına kadın dedi diye bir soruyada itiraz gelebilir.

 

Bunu da; Allah zaten kısasın ta en başında cana can, göze göz, dişe diş, yaraya da kısas diyerek ve kimse başkasının suçu yüzünden cezalandırılamaz diyerek öldürme eyleminde katilin bizzat kısasa tabi olduğunu belirtmişti.

 

Buna rağmen, katilin kendisi açıklıkla işaret edilmesine ve herkesin bilmesine rağmen yine de kısasta kişileri değiştirme istekleri, çabaları yüzünden; bu çabada bulunanların daha iyi anlaması için tokat gibi hür birine (öldürmesine karşılık) hür olarak kendisinin, yine köle ve kadında da aynı durumun kabul edilmesi gerektiği bilidirilmiştir. diye açıklayabilirim.

 

Yazıdaki tüm anlayışlar bana ait olup, kimse bundan dolayı sorumlu değildir. Dileyen bunlara inanır kabul eder, dileyen kendi inancını başka şekilde belirler.Herkese selam ederim.

 

Saygılarımla…aorskaya

 

-----------

Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O (şeytan) onun arkadaşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.” (Zuhruf 43/36-37)

 

KAYNAK : https://www.facebook.com/232463290180415/posts/494881717271903/

 

UYARI

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.