27 Mayıs 2019

Dünyadaki En Büyük Antik Dini Mekân: Karnak Tapınağı

Ramesses II, Karnak Tapınağı, Luksor, Mısır
Karnak Tapınağı, Eski Mısırlılar tarafından inşası 2000 yıldan fazla süren bir tapınak şehri. Dünyanın en eski ve gizemli uygarlığının beşiği olan Mısır’ın Luksor şehrinin 2,5 km kuzeyinde, küçük bir köyü olan El-Karnak’ta yer alan tapınak, Dünyada bugüne kadar inşa edilmiş en geniş yapı.
İsa’nın 1,500 yıl öncesinde, Yeni İmparatorluk devrindeki Mısır’ın büyüklük, zenginlik ve ihtişamını gözler önüne seren Karnak Tapınak Kompleksi, Dünyadaki en büyük antik dini mekân olan biliniyor. 

Hipostil Salon
Karnak Tapınağı’nın olduğu coğrafya Orta ve Yeni Krallık dönemlerinde antik Teb Kentiydi ve Tanrı Amon’un hüküm sürdüğü yerdi. Tanrı Amon inancının merkezi olarak, tarihi bilinmeyen çok eski bir yapı ile başladı ve yapımı 2000 yıldan fazla sürdü. Tapınak, Amon rahiplerinin “Cennetin en büyüğü, Dünyanın en eskisi” diyerek her gün ilahiler okudukları bir yerdi.



Asya’dan gelen zalim Hiksoslar’ın yüzyıllar önce kovulmasına yardım etti. Ülke özgürlüğüne kavuştuktan sonra başa geçen her firavun, Tanrı Amon’a duyduğu minnetin göstergesi olarak onun tapınağına gösterişli eklemelerde bulundu.
Çalışmaların kesintisiz olarak 2.000 yıl boyunca sürdürüldüğü Karnak Tapınağı, giderek daha genişleyip zenginleşti ve neredeyse devlet içinde bir devlete dönüştü. Amon, dünyanın ilk üstün tanrısı oldu ve Tanrıların Tanrısı olarak selamlandı.
The Great
Hypostyle Hall of Karnak

Karnak Tapınağı

Karnak Tapınağı, bütün din yapılarının anası ve burası 4,000 yıl önce bile bir hac yeriydi. 800 metre genişliğinde ve 1,5 km uzunluğunda arasında bir bölgeyi kapsıyor. 61 dönüm alana yayılan Amon’un kutsal kutusu, ortalama 10 Avrupa katedralinden daha fazla bir alana yayılmış.
Mısır’ın eski başkenti Teb’in bulunduğu yere inşa edilen Karnak tapınağı, bir mimarlık ve kabartma sanatı hazinesi gibi. Büyük Tapınak ve Karnak’ın Kalbi bundan dolayı büyük. St. Peter’s, Milan ve Notre Damme Katedrallerinin duvarları bundan daha küçük. Tapınakların etrafı 10 metre kalınlığında ve 2.400 metre uzunluğunda tuğladan yapılmış bir surla çevrili.
Kiosk of Taharqa ve sağda Papirüs Sütunu,
 Karnak Temple
Tapınağa, kesme taşlarla döşeli, etkileyici Sfenksler Caddesi‘nden giriliyor. Her iki yanda, yirmişer adet, yer alan oturmuş pozisyondaki koç başlı sfenksler, tanrı Amon’un bir sembolü. Habeş kralları (MÖ 656) tarafından inşa edilmiş.
Sfenksler Caddesinden sonra girilen Birinci Pilon, Kral I. Nektanebo (30. Hanedanlık) tarafından yapılmış. Buradan girilen 84 metre genişliğinde, 100 metre uzunluğundaki Taharqa Köşkü, 22. Hanedanlık döneminde yapılmış.
Sol yanda II.Seti tapınağı, Amon, MutKhons Tanrıları için üç küçük şapel ve sağda üç yani Osiris sütunları ile çevrili avlusu bulunan III. Ramses Tapınağı bulunuyor.
Ortada yer alan, 25 metre uzunluğundaki Papirüs Sütunu, karşı karşıya sıralanan 5 çift sütundan ayakta kalabilmeyi başarmış tek sütün olarak gökyüzüne yükseliyor.
The Great Court,
Büyük Avlu
İkinci Pilon, 18. Hanedanlık zamanında yapılmış ve oldukça hasar görmüş. I. Ramses zamanında tamamlanmış. Avlunun sol tarafında, II. Ramses’in 3 adet heykeli bulunuyor. Bunlar insan egosunun büyüklüğünü temsil ediyor bana göre.
Karnak Tapınağı
9. ve 10. Pilon
İkinci Pilon; III.Amenhotep başlanana, I.Seti  tarafından devam ettirilen ve oğlu Ramses II tarafından (MÖ 1279 ve 1213) bitirilen, muazzam Hipostil Salona açılıyor.
Doğu-batı ekseni üzerinde sıralanmış, 15 ve 23 metre yüksekliğinde, 16 sıra halinde, 134 sütunun bulunduğu 600 metrekarelik bu görkemli yer karşısında, insanlar cüce gibi kalıyor. 3,5 metre genişliğindeki sütunların olduğu bu Hipostil holden yukarı bakıldığında, birbirleri üzerine eğilip sallanan ve gökyüzüne ulaşmaya çalışan ağaçlara benziyor.
Her biri 161 km uzaklıktaki Güney Nil’den getirilen bu olağanüstü dev kumtaşı sütunlarının üzerinde kabartmalar yer alıyor.
Üçüncü Pilon, III.Amenhotep, Dördüncü Pilon ise I.Tutmosis tarafından yaptırılmış.
Dördüncü Pilon’un önünde; I ve III.Tutmosis’e ait, 28 metre yüksekliğinde 143 ton ağırlığındaki yekpare granit dikili taşlardan sadece biri ayakta kalmış. Yıkılan diğer dikili taşın parçaları ise avluda yatıyor.
Buradan itibaren Tanrı Amon’a ait kutsal dar ve küçük mekanlar, girişteki ana aksn devamında ardı ardına dizilirken, sağ tarafta güney yönündeki aksta III. Tutmosis ve Hatcepsut’un yaptırdığı pilonlar ve anıtsal heykeller sıralanıyor.
Dördüncü Pilon’un arkasından III. Tutmosis’in yaptırdığı 14 sütunlu küçük hipostil hol ve Kraliçe Hatcepsut‘a ait, 29.5 metre yükseklikte 322 ton ağırlığındaki, 2 dikili taştan birisi duruyor. Kraliçe Hatshepsut öldüğünde, III.Tutmosis bu 2 obeliski gizlemek için uzun ve yüksek bir duvar yaptırmış.
Beşinci Pilon, I.Tutmosis, tarafından tekrar inşa edilmiş, girişin her iki tarafı da zamanla zarar görmüş ve III.Tutmosis buraya 2 küçük o da yaptırmış.
Altıncı Pilon ise II.Tutmosis tarafından yaptırılmış. Burada yer alan Ataların Odası adlandırılan ünlü bir salon bulunuyor. Orijinal tapınak III. Tutmosis tarafından yaptırılmış fakat Büyük İskender’in üvey kardeşi Philip Arrhidaeus tarafından yeniden inşa edilmiş. Granitten yapılan tapınak, Amon-Ra’nın kutsal sandalına adanmış. Tapınağın arkasında Orta Krallık zamanından kalma, çok ağır hasar görmüş bir avlu var.
Yedinci Pilon, ve III.Tutmosis tarafından yapılmış ve Cashet Avlusu olarak biliniyor. 1902 yılında Fransız Mısır bilimci Georges Legrain (1865–1917), avlunun etrafında gizlenmiş heykellerden oluşan çok değerli bir koleksiyon keşfetmiş. Şimdi burayı Cashet Avlusu olarak biliyoruz. Thutmose III tarafından yapılan 7. Pilon da çok ağır hasar görmüştür. Yedinci Pilon avlusunun ötesinde II. Ramses ve III.Tutmosis’e ait 2 heykel var.
Sekizinci Pilon, Hatşepsut tarafından yapılmış, III.Tutmosis tarafından dekore edilmiş ve Seti I tarafından da restore edilmiştir. Pilon’un önyüzündeki sahnelerde, Hatşepsut farklı tanrılarla resmedilmiş ve dini bir sahne de III.Tutmosis resmedilmiş.
Avlunun sol tarafında ise II. Amenhotep tarafından yaptırılan, Heb-Sed Shrine‘nin kalıntılarının olduğu Dokuzuncu  Pilon ve Onuncu Pilon bulunuyor. Dokuzuncu Pilon, büyük hasar görmüş.
Son olarak Onuncu Pilon, aşırı zarar görmüş durumda. Kral Horemheb tarafından tekrar yapılmış. Bu pilonun önünde, sfenks caddesinin kalıntıları bulunuyor. Burası, Mut Tapınağı’nın önündeki II.Ptolemy’nin geçidine doğru uzanıyor.
Tapınağın sonunda bulunan ilginç bölüm, III.Tutmosis in yaptırdığı büyük festival tapınağı. Botanik ve hayvanat bahçesi olarak bilinen bu bölümde, firavunun Suriye seferinden dönerken getirdiği hayvan bitkilere ait çok güzel kabartmalar islenmiş.
Karnak Kutsal Göl
Karnak Tapınağı‘nda yer alan tapınakta yer alan 80 metre uzunluğunda, 40 metre genişliğindeki Kutsal Göl ve Güneş Tanrısının bir sembolü olan bokböceği de görülebilir.

21 Mayıs 2019

KEKİK VE FAYDALARI NEDİR?


Kekiğe ilgi duyan bir halk hekimi kekiği araştırmaya başlar. Kekikle ilgili çalışmalar yaparken kekiğin öldürmediği 1 tek mikrop bakteri virüs olmadığını farkeder.

Almanyada bilimsel araştırma yaparken Türkiyeden kekik iksiri ister . Amacı kekiğin etkisini bakteri ve virüs lerdeki etkisini kanitlamaktir. Labaratuarin soğutucu dolabına kekik iksirini koyar ama ağzını acik unutur. Sabah geldiklerinde diğer tüm dolapdaki araştırma ve deneme için bulunan tüm bakteri ve mikroplari öldürdüğünü farkederler. Tüm biolog ve araştırmacılar çok şaşırır.

 
İş o kadar ciddi boyuta ulaşır ki araştırma ekibi korkar ve araştırma yapmakdan vazgeçer. Çünkü kekiğin gündeme gelmesi dünya kimya sanayinin çökmesi anlamına gelmektedir. Tamamen doğaldır ve çok güçlüdür.

Kekik yağında yaşayan 1 tek canlı özel bir enzim olduğunu farkeder. Ve bu enzim kekik yağında mayalanir.
 
Bu enzimi bitkiler üretir ve elde edilmesi zordur.

Kekik mikrop öldürücü özelliği ile antiseptik, antimikrobik bir bitkidir. Ayrıca içeriğindeki maddelerle vücutta hücre koruma sistemlerini güçlendirmesiyle antioksidan, kanser oluşumunu engellemesiyle antikanserojen, her türlü karın ağrısı ve gaz giderici özelliği ile antispazmodik, romatizmal hastalıkları iyileştirmesiyle antiromatizmal, diyabet hastalığını engellemesiyle antidiyabetik ve vücuttaki kolestrol oranını ayarlamasıyla antikolestremik özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri ile kekik, yaşlılığı geciktirmekte, tümör oluşumunu engellemekte, şeker hastalığına iyi gelmekte ve iyi gelmekte ve gıdaların bozulmasın doğal yolla engellemektedir.

FAYDALARI 


Bu yazımız da Kekik Yağının mucizevi yararlarından bahsedeceğiz. Ciltteki faydalarından, diş çürümelerine ve diş eti rahatsızlıklarına karşı ki tedavi özelliklerini yazacağız. Bakteri öldürücü gücünden, stres ve kaygı gidermesinden, solunum ve dolaşım sistemine faydalarını yazacağız.
Kekik yağı, Thymus vulgaris olarak da bilinen kekikten elde edilir. Nane ailesinin bir üyesi olan çok yıllık bitki, aromaterapi, yemek pişirme, saksı, ağız gargaraları ve iksirlerde ve merhemlerde kullanılır. Kekik ayrıca otun uçucu yağlarından dolayı bir takım tıbbi özelliklere de sahiptir.
Solunum Durumlarını Tedavi Eder
    Kekik yağı tıkanıklığı giderir ve göğüste ve boğazda görülen soğuk algınlığı veya öksürüğe neden olan enfeksiyonları giderir. Kekik yağının enfeksiyonları öldürme, anksiyeteyi azaltma, toksinlerin vücuttan kurtulma ve uykusuzlukları uyuşturmadan tedavi edebilme yeteneği, onu soğuk algınlığı için mükemmel bir doğal çözüm haline getirmektedir.

    Bakteri ve Enfeksiyonları Öldürür

    Caryophyllene ve camphene gibi kekik bileşenlerine bağlı olarak yağ antiseptiktir ve ciltte ve vücutta enfeksiyonları öldürür. Kekik yağı da antibakteriyeldir ve bakteriyel büyümeyi inhibe eder; Bu, kekik yağının bağırsak enfeksiyonlarını, genital ve idrar yollarındaki bakteri enfeksiyonlarını, solunum sisteminde oluşan bakterileri ve zararlı bakterilere maruz kalan kesikleri veya yaraları tedavi edebileceğini gösterir.
    Kekik yağı da bir vermifüjdir, bu yüzden çok tehlikeli olabilen bağırsak solucanlarını öldürür. Parazit temizliğinizdeki kekik yağı, açık solucanlarda büyüyen yuvarlak solucanları, bant solucanlarını, kancalı solucanları ve kurtçukları tedavi etmek için kullanın.

    Cilt Sağlığını Teşvik Ediyor

    Kekik yağı cildi zararlı bakterilerden ve mantar enfeksiyonlarından korur; aynı zamanda sivilce için bir ev ilaç olarak çalışır; yaraları, yaraları, kesikleri ve yara izlerini iyileştirir; yanıkları giderir.

      Egzama, örneğin, kabarma veya çatlama yapabilen kuru, kırmızı, kaşıntılı deriye neden olan yaygın bir cilt bozukluğudur. Bazen bu kötü sindirim (sızan bağırsak gibi), stres, kalıtım, ilaçlar ve bağışıklık eksikliğinden kaynaklanır. Kekik yağı sindirim sistemine yardımcı olduğundan, idrar yoluyla vücuttan toksinlerin yok edilmesini tetikler, zihni rahatlatır ve antioksidan olarak işlev görür, mükemmel doğal egzama tedavisidir.

    Diş Sağlığını Teşvik Ediyor

    Kekik yağı diş çürüğü, diş eti iltihabı, plak ve ağız kokusu gibi ağız problemlerini tedavi ettiği bilinmektedir. Antiseptik ve antibakteriyel özellikleri ile kekik yağı ağızdaki mikropları öldürmenin doğal bir yoludur, bu nedenle ağız enfeksiyonlarını önleyebilirsiniz. Bu nedenle diş eti hastalığı olarak doğal bir çözüm olarak çalışır ve ağız kokusunu giderir. Kekik yağında aktif bir bileşen olan timol, dişleri çürümeden koruyan diş verniği olarak kullanılır.

    Haşerat Kovucu olarak hizmet eder

    Kekik yağı vücutta beslenen zararlıları ve parazitleri uzak tutar. Sivrisinekler, pireler, bitler ve yatak böcekleri gibi zararlılar, cildinize, saçınıza, kıyafetlerinize ve mobilyalarınıza zarar verebilir, bu nedenle onları tamamen doğal esansiyel yağ ile uzak tutun. Birkaç damla kekik yağı da güveler ve böcekleri geri çevirir, böylece dolabınız ve mutfağınız güvendedir. Eğer kekik yağına yeterince hızlı gelmediysen, böcek ısırıkları ve sokmaları da tedavi eder.

    Dolaşımı Artırır

    Kekik yağı bir uyarıcıdır, bu nedenle dolaşımı aktive eder. Engellenen dolaşım, artrit ve inme gibi durumlara yol açar. Bu güçlü yağ aynı zamanda arterleri ve damarları rahatlatabilir – kalp ve tansiyon üzerindeki stresi azaltır. Bu, kekik yağını yüksek tansiyon için doğal bir ilaç haline getirir. Kekik yağı da bir tonik, bu yüzden dolaşım sistemini tonlar, kalp kaslarını güçlendirir ve kanın düzgün şekilde akmasını sağlar.

    Stres ve Kaygıyı Giderir

    Kekik yağı stresi yatıştırmak ve huzursuzluğu tedavi etmek için etkili bir yoldur. Vücudu rahatlatır – ciğerlerinizi, damarlarınızı ve zihninizi açıp vücudun düzgün çalışmasını sağlar. Sürekli ve düz başlı kalmak önemlidir çünkü sürekli anksiyete yüksek tansiyon, uykusuzluk, sindirim problemleri ve panik ataklara neden olabilir. Doğal olarak kekik yağı ile düzenlenebilen hormon dengesizliğinden kaynaklanabilir.
    Anksiyete seviyelerini azaltmak ve vücudunuzun gelişmesine izin vermek için hafta boyunca birkaç damla kekik yağı kullanın. Yağı banyo suyuna, difüzöre, vücut losyonuna kullanın veya sadece soluyun.

    Hormonları Dengeliyor

    Kekik uçucu yağının progesteron dengeleme etkileri vardır; Progesteron üretimini geliştirerek vücuda fayda sağlar. Hem erkek hem de çok sayıda kadın progesteronda düşüktür ve düşük progesteron seviyeleri, infertilite, PKOS ve depresyon ve vücuttaki diğer dengesiz hormonlarla ilişkilendirilmiştir.
    Hormonları uyararak, kekik yağının menopozu geciktirdiği de bilinmektedir; aynı zamanda, hormon seviyelerini dengelediği ve ruh hali değişiklikleri, sıcak basması ve uykusuzluk gibi menopoz semptomlarını hafiflettiği için menopozun giderilmesi için doğal bir ilaç olarak da hizmet eder.

    Fibroidleri tedavi eder

    Fibroidler rahim içinde ortaya çıkan bağ dokusunun büyümesidir. Birçok kadın fibroidlerden hiçbir belirti yaşamaz, ancak ağır dönemlere neden olabilirler. Fibroidlerin nedenleri arasında obezite, hipotiroidizm, perimenopoz veya düşük lifli diyetlere bağlı olarak yüksek östrojen seviyeleri ve düşük seviyelerde progesteron bulunur.
    Kekik yağı vücuttaki progesteron seviyelerini arttırdığı için doğal bir fibroid tedavisi olarak hizmet eder. Fibroidleri tedavi etmek ve PMS ve adet belirtileri rahatlatmak için günde iki kez kekik yağı karına sürtün.
    Mide ve bağırsakta gaz oluşumunu engeller, toksinlerin, tuzların ve aşırı suyun giderilmesine yardımcı olan bir diüretik görevi görür.

    Yazımızda kekik yağının 10 mucizevi faydalarını yazdık. Kekik yağını yanınızdan ayırmayınız.
    Kaynak : İnternette bir çok yazıdan faydalanılarak hazırlanmıştır..

    16 Mayıs 2019

    Müslümanlar Firavuna Dua Ettiklerini Biliyorlar mı?

    Amon-Ra

    AMEN (Amon,Amun,Ammon,Amoun): "Amen" "saklı olan" demektir.Teb'in baş tanrısıdır.Eşi Ame -net'le birlikte ilk tanrılardan biridir.Kutsal hayvanları kaz ve koçtur.Orta Krallık döneminde sadece yerel bir tanrıydı ama Tebliler Mısır'a hakim olunca Amen önemli bir tanrı oldu.18.Hanedan'dan itibaren Tanrıların Kralı oldu.Ünlü Amen tapınagı Karnak,dünyanın en büyük dinî yapısıdır.Yeni Krallık boyunca Amen'in eşi Mut olarak kabul edildi.Bu ikilinin çocuğu Ay tanrısı olarak bilinen Khons(Chons)'tur.

    AMEN-RA(Amon-Re): Amen rahipleri tarafından Yeni Krallık'a geçisi saglaması için tasarlanmıs karma bir tanrıdır.Bu Amen'in gücünü Ra'ya yansıtır (veya tam tersi)

    Müslümanlar firavuna dua ettiklerini biliyorlar mı?
    ♣ Mısır'da M.Ö. 1350 yıllarında başa 4. Amenofis (Amenophis) (TUTANKAMON'un kayınpederi) geçti.

    ♣ Bilindiği gibi, tek tanrılığı ilk defa Amenofis ortaya attı.
    Çok tanrısı olan bir  evrende kargaşalık olur yaklaşımı ile tanrı sayısını bire indirdi (yani tek tanrılılık
    semavi dinlerin değil Amenofis'in fikridir).
    Tahta çıkar çıkmaz tanrılar tanrısı AMON-RA'yı ve diğer tüm tanrıların (Maat, Hathor, İsis, Nephthys, Set, ...) adını tapınaklardan sildirdi ve bir yasayla sadece tek bir tanrıya tapınılacağını emretti.
    Tek bir tanrı vardır o da güneşin kendisi "ATON' dur, dedi.
    Böylece dünyada ilk defa tek tanrılı Aton Dinini (Atenism bazen Atonism) kurmuş oldu.

    ♣ TEB rahipleri . Amenofis bu yaklaşımına büyük tepki gösterdiler.

    ♣ 4. Amenofis adını değiştirerek, her şeyin yaratıcısı ve güneşin sevgilisi, Aton'a hizmet eden anlamına Akneton (Akhenaton) adını aldı.
    Bir de Aton'a şiir yazar:

    ♣ Akhenaton'un tanrı Aton'a yazdığı bir şiir:

    Tanrı uludur, birdir, tektir
    ondan başkası yoktur.
    Bir tanedir,
    o'dur her varlığı yaratan,
    bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh,
    ta başlangıçta vardı tanrı,
    tek varlıktı o.
    Hiç birşey yokken o vardı.
    Herşeyi o yarattı,
    ezelden beri süregelen varlığı,
    ebediyete kadar sürecek,
    gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu.
    İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.

    ♣ Daha sonra yüzyıllar boyu eski Mısır'ın başkenti olan, Amon kültürünün de merkezi sayılan, Karnak tapınağının bulunduğu Teb'i terkederek, yeni başkent ilan ettiği 'Güneşin Ufku ' anlamına gelen Akhetaton şehrine yerleşmiştir.

    ♣ 4. Amenofis TEB'den ayrılıp göç etmesine karşın, TEB rahipleri tarafından öldürüldü.

    ♣ Ölümünden sonra bu din TEB rahiplerinin etkisiyle yasaklandı.
    Daha önceki tanrılar yine sahneye çıktı. AMON-RA en büyük tanrı oldu (bu tanrıya dua etmek için ya rab ya da ya rabbim dendi, bu  sıfat ilk olarak Tevrat'a sonra İncil'e en sonunda da Kuran'a geçti); duaların kabulü için, duaların sonunda en büyük tanrı adına, Amon ya da Amen adına bir bağlama yapıldı. Bu da üç semavi dindeki duaların sonunda amen ve amin kelimesini oluşturdu. 

    Bazı kaynaklarda Amenofis (Tanrı Aton'un dünyadaki temsilcisi olduğunu ileri sürerek, yani ilk olarak dünyada peygamberlik ilan ederek), okunan duaların sonuna, adından kaynaklanan amen kelimesinin eklenmesini emretti ve bu gelenek Musa tarafından Tevrat'a taşındı ve sonunda 3 dinin de dualarına girdi.
    Amen kelimesi zamanla değişerek 'Amin'e dönüştü.

    ♣ Mısırlılar daha önce de ruh dünyasına ve insanın ölünce ahirette gideceğine, mahşer günü "Yargıç Allahın" giden kişinin iyiliklerini ve kötülüklerini tartacağına, iyi ise kişinin ebedi cennete giderek, daha sonra ortaya çıkan semavi dinlerde tariflendiği gibi çok rahat yaşayacağına, kötülükleri fazla çıkarsa cehenneme giderek orada yanacağına, sonsuz eziyet çekeceğine inanılıyordu.

    ♣ Yahudiler, bir anlamda Museviler, bir zamanlar bugünkü Mezopotamya bölgesinin içinde yer alan Uruk
    şehrinde yaşayan bir kavimin, İbrahim Peygamber önderliğinde, Uruk şehrinden kovularak, Haran'a
    yerleşmesi ile tarih sahnesine çıkmış; oradan da bugünkü Filistin topraklarına göç etmişlerledir. Filistin'e
    geldiklerinde oranın yerli halkı, bugünkü Filistinliler yeni gelen kavime kucaklarını açmışlardır. O günkü Filistin
    halkı Kenanlar olarak adlandırılıyordu. Gelen kavim burada da tutunamadı ve Mısır'a göçtü.

    ♣ 4. Amenofis, Filistin'den Mısır'a göç eden Yusuf ve kavimi ile Musa arasındaki bir tarihte yaşamıştır.
    Yani Musa, hem Aknaton'un öğretisini bire bir yaşamış ve öğrenmiştir hem de 2. Ramses döneminde yaşamıştır ve 2. Ramses'ten İsrailoğullarına eziyet etmemesini istemiştir.  
    Hz. Musa, 10 emrin de yazılı olduğu Akneton tapınaklarında yazılı olan tek tanrılılığa, yani Allah'a inanmıştı.

    ♣ Daha sonra 2. Ramses tahta çıktı ve bu dönemde Akneton'un tek tanrılı inancı bırakılarak, eski inanca geri
    dönüldü.

    ♣ Hz. Musa ve yedek ya da yardımcı peygamber olarak bilinen Hz. Harun aynı zamanda yaşadılar ve her ikisi de Firavunla (yani 2. Ramses ile) çatışmaya girdiler (Kuran'daki Araz suresi 132. ayette de değinildiği gibi).

    ♣ Allah (her üç dinde de söylendiği gibi) Ramses'e ceza verir; ilk olarak (7 sene süren) kuraklık başladı; Nil nehrinin seviyesi düştü; aşırı sıcaklıklar oldu (Kuran'daki Zülküf suresi 51. ayette de değinildiği gibi). Tufan oldu, çekirge istilası yaşandı, buğday güvesi musallat oldu (Kuran'a göre).

    ♣ Musa'nın bu felaketlerden yararlanarak halkı kışkırtacağını hisseden, tek tanrılığı reddetmiş olan Ramses, Musa'yı kavimi ile birlikte Filistin'e göçe zorlar. Ancak, Ramses, kendine haber vermeden kavmini peşine takarak göç etmeye kalkışan Musa'nın peşine düşer ve onu Sina Yarımadası'nda yakalar. Kavminin bir kısmı Musa'ya baş kaldırır: Köleydik ama yaşıyorduk, şimdi Firavun bizi öldürecek derler. Musa ise: Allah bana yardım edecek diyerek, asasını vurur ve Kızıl Deniz'i ikiye ayırarak kendi kavmini (13 kavimden 12'sini) selametle geçirir; Firavun ise askerleri ile birlikte Kızıldeniz'in tekrar kapanan sularında helak olur (Kuran'daki Yunus suresi 93. ve Araf suresi 131. ayette de değinildiği gibi).

    ♣ Musa ve kavimi, Allahın İsrailoğullarına vaat ettiği topraklara doğru yol alırlar ve bugünkü Filistin'e yerleşirler. Türkiye'de Urfa, Mardin, Midyat ve Mezopotamya da, bugün Irak toprakları içinde yer alan Uruk şehrinin bulunduğu yer ve çevreleri de Tanrının İsrail oğullarına vaat ettikleri topraklar içerisinde kalır.


    Esasında bu hususlar Kuran'da da yer aldığı için, Müslüman'ım diyen herkese bunun gereğini yapması farz kılınmış demektir.

    ♣ Kutsal kitaplara göre Kudüs'te Allah'a ait ilk tapınak yapılır. Tarihsel bilgilere göre de Allah'a ait ilk tapınak Akneton tapınağıdır; çünkü tek tanrılılık ve Allah tanımı, namaz, sünnet, cennet, cehennem, kurban, ahiret, mahşer, kıyamet vs. bu tapınağın inanç sisteminin içinde yer alıyordu ve Musa'ya tanrı tarafından indirildiğine inanılan 10 emir de Akneton tapınağının giriş sütunlarında yazılıydı.

    ♣ Dört semavi dinde de, yaratılış mitolojisi, günlük işlerin düzenlenmesi ve ahiret işleri, bir taraftan kökleri Uruk şehrine kadar uzanan ve İbrahim Peygamber ve kavimi tarafından daha batıya taşınan Ön Asya ve Mezopotamya inanç ve öğretisine (örneğin şeri kanunlar), bir taraftan da Musa peygamber tarafından Filistin'e taşınan Akneton Tapınağının öğretisinin yoğrulmasıyla ortaya çıkmış görünmektedir.

    Prof.Dr.Ali Demirsoy

    11 Mayıs 2019

    KILIÇ ALİ PAŞA VE CERVANTES'in HAYATINDAN


    Kılıç Ali Paşa

    KADERE BAK..

    İtalyan bir aile 11 yaşındaki oğullarını papaz okuluna göndermek isterler fakat bulundukları yerde papaz okulu yoktur. Denizyolu ile Napoli’deki okula göndermeye karar verirler.

    Fakat çocuk Müslüman korsanlara esir düşer. Osmanlı topraklarına getirilir. Osmanlı’nın en ünlü denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa çocuğu tesadüfen görür. Onunla biraz sohbet ettikten sonra çocuğun zekâsına hayran kalır ve onu yanına alarak yetiştirmeye başlar. İsmini de Ali koyar.

    O çocuk Osmanlı donanmasını modern hale getirip sayısız deniz zaferi kazanan, ‘’denizlerin tek hakimi’’ denilen Kılıç Ali Paşa’nın ta kendisidir. 11 yaşında papaz olmak için yola çıkan bir çocuk, vatandaşı bile olmadığı bir ülkenin donanma komutanı olur ve tarihe geçer. Müslüman olmuştur.
     
    Kılıç Ali Paşa Külliyesi
    Büyük bir deniz zaferinden sonra bir cami yaptırmaya karar verir. Kendisi de bir zamanlar esir olduğu için esirlere çok iyi davranır ve caminin inşaatında onları da çalıştırmaya karar verir. Seçtiği esirlerin içinde inanması çok zor bir isim vardır. Dünyaca ünlü Don Kişot romanının yazarı Cervantes.


    Peki, onun orada ne işi var?

    Cervantes 22 yaşında iken İspanya’da yaralamalı bir kavgaya karışır. Sağ elinin kesilmesine karar verilince kaçarak İtalya’ya gelir. O sırada İtalya’da Osmanlı’ya karşı savaşacak Haçlı Ordusuna asker toplanmaktadır. ‘’Açlık ve sefaletten iyidir’’ diyerek o da Haçlı ordusuna katılır.

    Sağ elini kurtarmak için ülkesinden kaçan Cervantes, Osmanlı’ya karşı savaştıkları İnebahtı Deniz Savaşı’nda sol elini kaybeder. Ülkesine dönmeye karar verir fakat yolda Türk korsanlara esir düşer ve Osmanlı topraklarına getirilir.

    Kader onları bir zamanlar kendisi gibi esir olan Kılıç Ali Paşa ile karşılaştırır. Paşa’nın emriyle Cervantes, Kılıç Ali Paşa camiinin inşaatında amele olarak çalışır. Üstelik Mimar Sinan’ın emri altında…

    5 yıllık esirlik hayatı ailesinin gerekli fidyeyi ödemesi ile son bulur ve ülkesine döner. Ülkesine döndükten sonra dünya edebiyatının başyapıtları arasında yer alan, modern romanın ilk örneği sayılan Don Kişot’u yazar.

    Ocak ayı Don Kişot’un ilk kez yayımlandığı aydır. Romanın 2. bölümü tam 10 yıl sonra yayımlanacaktır.

    Bekir Yıldız


    05 Mayıs 2019

    Kuran'da oruç nasıl anlatılıyor



    İlahiyatçı Cemil Kılıç yazdı...


    Türkiye ve İslam dünyası Ramazan ayını karşılamaya hazırlanıyor. Özellikle Türkiye’de Ramazan ayı geldiğinde bir kısım televizyon kanallarında bu aya özel ilginç dini yayınlar yapılıyor. Bu yayınlarda zaman zaman seviyenin çok düştüğü malumdur. İzleyici yahut konukların sorduğu bazı sorular, bazen komedi filmlerindeki replikleri anımsatıyor. Nitekim bu programlarda yer alan bazı ilahiyatçıların hal ve tavırlarından esinlenen usta komedyenlerin çeşitli skeçler ürettiklerini de biliyoruz.
    Aradan geçen yüzıllara rağmen avamın oruca ve Ramazan ayına ilişkin soruları neredeyse hiç değişmiyor. Temel argümanı; “orucu ne bozar?” ifadesi olan malum sorular, aktüel ve popüler olma özelliklerini hiç yitirmiyor.
    Ancak oruca ve Ramazan ayına ilişkin bilinmesi gereken fakat pek gündeme getirilmeyen çok önemli konular var. Bu yazıda işte o konulara ilişkin birkaç hususa yer vermek istiyorum.
    Ramazan ayı orucu, Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicretinin ikinci yılında farz kılınmıştır. Dolayısıyla Hz. Muhammed, sadece 8 yıl Ramazan orucu tutmuştur.
    Hz. Muhammed’in tuttuğu Ramazan oruçları günlerin kısa olduğu kış mevsimine denk gelmiştir. Yani Hz. Muhammed ömrü yetmediği için uzun yaz günlerinde hiç oruç tutmamıştır.
    İlk Ramazan orucu 624 yılının Şubat ayında tutulmuştur. Hz. Muhammed Şubat ve Aralık aylarında oruç tutmuştur. Bu aylarda gündüzlerin kısa olduğu malumdur.
    Acaba Hz. Muhammed’in ömrü yetseydi ve uzun yaz günlerinde de oruç tutma deneyimi yaşasaydı oruca ilişkin yeni bir düzenleme, yeni bir vahiy gelirmiydi? Zira peygamberin yaşamında bazı uygulamaların zamanla değiştiği ve bu değişimin de vahye dayandırıldığı malumdur.
    Hatta bu durum oruç konusunda da yaşanmıştır.
    Nasıl mı?
    Anlatalım...
    Ramazan orucu ilk farz kılındığında tıpkı Muharrem orucu gibi tutuluyordu. Araplar Muharrem orucu tutmayı da Yahudilerden öğrenmişlerdi. Muharrem orucunda yalnızca tek öğün yenilirdi. Bir sonraki günün orucu yatsı vakti başlardı. Yani akşam açılan oruç, bir kaç saat sonra yeni günün orucuna niyet edilerek devam ederdi. Yalnıca akşam ile yatsı arasında yeme içme serbestti. İmsak, sahur diye bir şey yoktu. Ayrıca oruç gecelerinde tıpkı gündüz olduğu cinsellik yasaktı.
    Ancak bu kurallar sonradan değişti.
    Değişimi Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi 187. Ayetten öğreniyoruz.
    Bu ayette oruç gecelerinde cinsel ilişkinin serbest bırakıldığı ve oruca başlama vakti konusunda, sabah siyah iplikle beyaz ipliğin ayırdedilecek kadar havanın aydınlanmasının esas alınması gerektiği belirtilmektedir. Ayette şöyle deniliyor:
    Oruç gecelerinde kadınlarınızla ilişki size helal kılındı... Allah bu yüzden sizin kendinizi yiyip bitirdiğinizi bildiği için tövbenizi kabul edip sizi bağışladı. Artık onlara serbestçe yaklaşın... Tanyerinin ak ipliği kara ipliğinden ayırdedilinceye değin yiyin için. Daha sonra da gece oluncaya değin orucunuzu tamamlayın...” (1)

    Ramazan orucunun emredildiği 185. Ayette böylesi hiçbir kuraldan bahsedilmemiştir. Bu nedenle oruç, Yahudilerin tuttuğu gibi tutuluyordu. Fakat 187. Ayette çok köklü bir değişikliğe gidildiği görülüyor. Peki neden bu değişikliğe gidildi?
    Çünkü bir şey yaşandı.
    Hattap oğlu Ömer, (Halife Ömer)  bir yatsı vakti mescitte ibadetten sonra peygamberin yanına gidip ona şöyle dedi:
    “Ey Allah’ın elçisi, ben dün gece yasak olmasına rağmen yatsı ibadetinden sonra eşimle birlikte oldum.” Peygamber, Hattap oğlu Ömer’e; “Bu sana yakışmadı ey Ömer!” dedi.

    Bu konuşmaya tanık olanlardan bazıları da geceleri eşleriyle birlikte olduklarını itiraf ettiler. Peygamber üzüntü ve kızgınlıkla oradan ayrıldı. Daha sonra işte bu yaşanan olay üzerine 187. Ayet geldi ve oruç gecelerinde cinsel ilişki serbest bırakıldı. (2)
    Görüleceği üzere Hattap oğlu Ömer’in yaşadığı bir hadise nedeniyle orucun kuralları değişti ve yasak olan cinsellik serbest bırakıldı. Kim bilir belki peygamber, uzun yaz günlerinde de oruç deneyimi yaşasaydı büyük olasılıkla orucun süresi konusunda da bir değişiklik sözkonusu olabilirdi.
    Öte yandan aslında sanıldığının aksine oruc günlerinin sayısı da ihtilaflıdır. Zira ne 185. Ayette ne de 187. Ayette oruç günlerinin sayısı açıklıkla ifade edilmiş değildir. Neredeyse icmaya yakın derecede yani görüş birliği içerisinde ulema, oruç günlerinin sayısının Ramazan ayının tümü olduğu noktasındadır. Yani 29 – 30 gün...
    Ancak yine de aykırı yahut uç görünse de oruç günlerinin sayısı konusunda farklı fikirler de vardır. Bu farklı fikirlerin sebebi de hem ilgili ayetlerde oruç günleri sayısının açıkça belirtilmemiş olması hem de 184. Ayette geçen “Eyyamen Ma’dudat” ifadesidir.
    Ayette orucun sayılı günlerde olduğu belirtilmektedir.
    “Eyyamen ma’dudat” ifadesinin Arapçada sayılı günler yahut birkaç gün anlamına geldiği ifade ediliyor. Birkaç gün yahut sayılı gün ise 3 ila 10 gün arası bir günü işaret etmektedir.
    Kur’an yorumcusu  Fahruddin Razi“Tefsir’ül – Kebir” adlı yapıtında Bakara Suresi 80. ayeti yorumlarken bu görüşü ortaya koyuyor.
    “Eyyamen ma’dudat” ifadesi Kur’an’ın başka ayetlerinde de geçmektedir.
    “İsrailoğlulları; sayılı bir kaç gün dışında ateş bize dokunmayacaktır, dediler…” (Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi 80. Ayet.)
    “Onların bu tutumlarının nedeni “ateş bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacaktır,” demeleridir…” ( İmaran Ailesi Bölümü / Al – i İmran Suresi, 24. ayet. )
    “Tanrı’yı sayılı günlerde anın…” (Dişi Sığır Bölümü / Bakara Suresi, 203.ayet.)
    “Eyyamen ma’dudat”   ifadesiyle birkaç günün kastedildiği görülmektedir. Bu ifadeyle en az üç, en çok 10 günün işaret edildiğinin Kur’an’da pek çok kanıtı vardır.
    Bunlardan biri de Dişi Sığır Bölümü / Bakara suresi 196. ayettir:
    “...Bunu bulamayan ORUÇ tutsun: Bu, üç günü hacda, yedi günü döndüğünüzde, tam on gündür. Bu, ailesi Mescid-i Haram'da oturmayan kişi içindir...”

    Görüleceği üzere hac ibadetiyle ilgili bu ayette oruç günleri konusunda bir açıklama vardır. Bakara Suresi 184. ayette belirtilen “Sayılı Günler” sözünün ne anlama geldiği bu ayette bizzat Kur’an tarafından açıklanmaktadır. Kur’an’ın, Kur’an’la tefsir edilmesi ilkesiyle hareket edildiğinde böylesi bir yoruma ulaşmak mümkün olabilmektedir.
    Kur’an’da on gün kavramına yapılan göndermeler başka ayetlerde de vardır. Nitekim Araf Suresi 142. ayette de on gün vurgusu yer almaktadır:
    Musa ile otuz gece için sözleşmiştik.  Ve bunu bir ON ekleyerek tamamladık…
    Bununla birlikte on gün yahut on gece kavramına yapılan en güçlü vurgu Fecr Suresi’nin 1 ve 2. ayetlerinde bulunuyor.
    “Tan yerine ve on geceye and olsun…”
    Burada orucun başlama vaktine de bir vurgu söz konusudur. Tan yerine yemin edilmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu ayetlerdeki “on gece” ifadesiyle Muharrem ayının ilk on gününe işaret edildiği ve Muharrem orucuna gönderme yapıldığı belirtilmektedir.
    Dişi Sığır / Bakara Suresi 185. Ayette geçen “şehr” ifadesiyle takvim ayı değil de gökte beliren dolunayın kastedildiği, dolayısyla da Ramazan orucu günlerinin dolunay günleri olduğu da ileri sürülmektedir. Buna göre de Ramazan’da oruç günü sayısı 3’tür.  Zira dolunay üç gün sürmektedir.
    Bir diğer ilginç bilgi de şudur:
    Hz. Muhammed, Mekke’den Medine’ye hicretin ikinci yılına değin ayda üç gün oruç tutulmasını öğütlemiştir. Fakat bunu zorunlu kılmamıştır. (2)
    Bu nedenle Ramazan ayında da aslında oruç, üç gün olarak tutulmuş ve bu, farz-ı ayn olarak görülmemiştir. Alevi geleneğinde zorunlu olmamakla birlikte Ramazan ayında üç gün oruç tutma uygulamasının dayanaklarından birinin de Hz. Muhammed’in bu pratiği olduğu anlaşılmaktadır.
    Bu arada hemen belirtelim ki, Alevi geleneğinde farz-ı ayn anlamında Ramazan ayında bir ay süreyle oruç tutma uygulaması yoktur.
    Alevilikte 10-12 günlük Muharrem orucu muteberdir. Oruçla birlikte aynı zamanda Kerbela şehitleri için yas da tutulur.
    Aslında Ramazan orucu konusunda bütün İslamî ekollerin ittifakı diye bir durum yoktur. Yani bu konuda Aleviler yalnız değildir. Nizari İsmailîleri de benzer bir tavra sahiptir. Nizarî İmamlarından 2. Hasan, bir Ramazan günü (17 Ramazan 559 / 8 Ağustos 1164) mehdiliğini ilan ederek oruç, namaz gibi şerî ibadetleri / ritüelleri kaldırdığını açıklamıştır. Böylece Nizari İsmailîleri Sünni-Şii şerî ibadetleri büyük ölçüde terketmişlerdir. Bazıları Alevilikteki durumu da Nizarî etkiye bağlarlar.
    Ramazan ayının ne zaman başladığı konusunda da İslam ülkeri arasında görüş birliği yoktur. Bazı ülkeler, Ramazan’a bir gün evvel başlarken bazıları da bir gün geç başlamaktadır. Bu konuda hilalin görülmesi (rüyet – i hilal) meselesi temel etkendir. Bazıları hilalin çıplak gözle görülmesinin şart olduğunu ileri sürmekte, bazıları ise böyle şarta yer olmadığını, teknolojik aygıtlarla ayın ne zaman başladığını tespit etmenin çok kolay olduğunu belirtmektedirler.
    Orucun başlama vakti konusunda da süregelen tartışmalar vardır. İmsak vakti noktasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile bir kısım ilahiyatçılar arasında 70 dakikalık bir zaman farkı vardır.
    Peki orucu gerçekte kimler tutmalıdır?
    İslam’da ibadetler / ritüeller konusundaki önemli unsurlardan biri de kişinin bu ibadetleri / ritüelleri yapabilmesi için hür / özgür olması yani köle olmaması gereğidir. Buradan hareketle köleler, efendileri izin vermediği müddetçe bu tür ritüelleri yapamazlar. Nitekim Cuma namazının şartlarından  birinin hürriyet olduğu ilmihal kitaplarında açıkça ifade edilmektedir. Hür olmayana gerçekte ibadet yükümlülüğü yoktur. Bu genel hüküm uyarınca aslında oruç için de hürriyet şarttır. Hürriyetin kapsamı yalnızca köle olmamak biçiminde anlaşılamaz. Zaten resmi manada bugün kölelik yasaktır ve köle bulunmamaktadır. Ancak insanların köle olmamaları demek, yaşamlarının her anında özgür oldukları anlamına da gelmemektedir. Sözgelimi memuriyet, işçilik gibi statülerde bulunanların hürriyetleri kısıtlıdır. Tam anlamıyla özgür değildirler. Bu gibi kimselerin gerçekte oruç yükümlülükleri yoktur. Köleliğin cari olduğu dönemlerde büyük takat gerektiren işleri zaten köleler yapmaktaydılar. Efendileri ise yorucu hiçbir işle meşgul değillerdi. Kölelerin efendileri için yani hürler için bir yükümlülük olan oruç ibadeti / ritüeli ilave bir bedensel / fiziki bir güç gerektirmediğinden yerine getirilmesi herhangi bir zorluğa yol açmıyordu. Ancak köleler için durum bambaşkaydı. Zaten efendileri de verim kaybı yaşamamak için kölelere oruç tutturmuyorlardı.
    Açıkça ifade edelim ki geçmişin köleleri aslında bugünün işçileridir. İşçi konumunda olan yahut ağır işlerde çalışan ve oruca güç yetiremeyen yahut zor güç yetiren kimseler için oruç yükümlülüğü yoktur. Onlar ilgili ayetlerde belirtildiği üzere maddi imkanları el veriyorsa fidye vermekle yükümlüdürler.
    Nitekim; 184. Ayette geçen “yutîkune” / “güç yetirememek – zorlukla güç yetirmek” ifadesi bağlamında müfessir İbn Abbas’tan beri bir tartışma söz konusudur. Buradan hareketle sadece hasta, gebe ve yolcular değil, güçsüz kimseler de oruç tutmakla yükümlü değildirler. Muhammed Abduh gibi modernist İslam düşünürleri güçsüz kimseler yahut zorlukla güç yetiren kimseler ifadesinin kapsamına ağır işlerde çalışan işçileri de dahil etmektedirler. (3)
    Oruçla ilgili bir başka konu da şudur:
    184. Ayetteki hükümler gereğince Ramazan orucunun tümüyle ihtiyarî bir ibadet olduğu, dileyenin oruç tutabileceği, dileyenin ise fidye verebileceği belirtilmektedir. Hatta bu ayette ifade edildiği üzere bu ibadeti / ritüeli yapmanın daha hayırlı olduğu ama yapamayanların da fidye verebileceği hükmü gayet nettir. Ama bazıları sonra gelen 185. Ayetin 184’teki hükmü neshettiğini ileri sürmektedirler. Lakin neshi kabul etmeyen pekçok İslam bilgini 184. Ayetin hükmünün cari olduğunda ısrarlıdırlar.(4)
    Açıkçası üzerinde bu denli söz söylenen, hakkında kitaplar yazılan ve aktüel anlamda kendisine ilişkin günlerce televizyon programları yapılan Ramazan orucu konusunda Kur’an’da hiçbir cezaî hüküm bulunmamaktadır. Yani bu orucu tutmayanların nasıl cezalandırılması gerektiği yahut nasıl cezalandırılacağı hususunda Kur’an’da tek bir ifade bile yoktur. Tıpkı namaz kılmamanın da cezasının olmayışı gibi. Fakat dört Sünni fıkıh mezhebinin uleması oruç tutmayanların ve namaz kılmayanların, Kur’an’a rağmen, hapis, dayak ve öldürülmeye kadar varacak şekilde çeşitli cezalara çarptırılması gerektiği yönünde hükümler ihdas etmişlerdir.
    Oruç tutarken orucunu bozan kimsenin 61 gün keffaret orucu tutması gerektiği yönündeki görüş de sonradan uydurma olup Kur’an’da böylesi bir hüküm kesinlikle yoktur.
    Görüleceği üzere neredeyse hemen hemen her dinsel konuda olduğu gibi oruç konusunda da Kur’an’dan bir hayli uzaklaşılmış ve Kur’an’a aykırı bir yığın kural ihdas edilmiştir.
    Oysa takip edilmesi lazım gelen yol bellidir; Kur’an’a uymak!
    Kur’an da bize bildiriyor ki Ramazan orucu konusunda net bir gün sayısı yoktur. Dileyen dilediği kadar tutabilir. Ayrıca dileyen tutar, dileyen de fidye verir. Tutmayanlar için herhangi bir ceza da söz konusu değildir. Ancak yine Kur’an’ın ifadesiyle “bu orucu tutmak, tutmamaktan daha hayırlıdır!”
    Lakin Ramazan orucu tutmadığı için yüzyıllardır zulme uğrayan mazlumları da hüzünle anımsamaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Özellikle Alevi canlarımıza karşı yapılan kabul edilmez uygulamalar öyle anlaşılıyor ki hiçbir zaman unutulmayacaktır.
    Biz yine de son söz olarak; Ramazan ayının her şeyden önce farklılıklara saygı duygusunu güçlendiren bir ay olmasını dileyelim. İman ederek oruç tutan her müminin de orucunun kabulünün niyaz edelim.
    Ramazan buyursun gelsin ama gerçekten HOŞ gelsin! Zira hoş olmayan şeyler yaşamak istemiyoruz.
    Cemil Kılıç - İlahiyatçı yazar
    Kaynak: Odatv.com

    UYARI

    Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.