23 Aralık 2018

İslam’da Şakku’l-Kamer (Ay’ın bölünmesi) Mucizesi


İki kaynaktan olaya bir bakalım, karar sizin..

Ay İkiye Bölünüp Yere Düşmüş
İslam’da Şakku’l-Kamer (Ay’ın bölünmesi) Mucizesi diye ünlü “mucize”yi birlikte göreceğiz:
Kamer Suresinin 1. ayetine, Diyanet’in resmi çevirisinde şöyle anlam verilir:
“Kıyamet saati yaklaşır, ay ayrılır.”
Bu çevirideki “yaklaşır, ayrılır” ayetteki sözcüklere uymuyor. Ayette, burada, “geçmiş zaman” kipi kullanılıyor. Bu nedenle, doğrusu: “Yaklaştı, ayrıldı.”dır. “Ayrıldı”yerine de ayetteki “inyakka” sözcüğüne uygun olması için “bölündü”, ya da “parçalandı” demek gerekir. Diyanet’in çevirisi, burada, “akıl ve bilim dışılığı örtmek” amacıyla, sözcükler kendi anlamlarının dışına çıkarılarak, daha sonraki ayetler, ayrıca açıklayıcı hadisler gözardı edilerek yapılmış bir “yorum”a, ibnü’l-Cevzi’nin yorumuna (Bkz. tefsiru ibnü’İ-Cevzi, 8/89.) dayanmakta. Bu yorum, tefsircilerce kabul edilmez. (Bkz. M.Ali Sabuni, Safvetu’t-tefisir, 3/284; Hizin, 4/226.)
Bu durumda ayetin doğru çevirisi şudur:
“Kıyamet (saat) yaklaştı; ay bölündü (parçalandı) :”
Bunu izleyen iki ayetin anlamı da şöyle: “Onlar bir mucize gördüklerinde; yüz çevirirler ve: ‘sürüp giden bir büyüdür.’ derler. Yalanladılar ve kendi eğilimlerine uydular. Her şey, yerini bulur.” (Kamer: 2-3.)
Görüldüğü gibi ayetlerde açıkça, kıyametin yaklaştığının da bir belirtisi olarak, Ayın bölündüğü ve bu mucizeyi, inanmazların yalanladıkları” anlatılıyor.
Bu ayetlerin anlattığı olayı aktaran hadislere bakalım.
Gökteki Ay mı, Arabistan’daki Hira Dağı mı daha büyük?
İlkokul öğrencileri bile böyle soruyu saçma bulur, değil mi? Ama hadiste anlatılana bakılırsa bu soruya saçma dememek gerek.
Malik Oğlu Enes anlatıyor:
“Mekkeliler, Peygamberden bir mucize göstermesini istediler. Peygamber de onlara ayı ikiye bölünmüş olarak gösterdi. Öylesine ki, onlar, Hira Dağı’nı, bu iki parçanın arasında görüyorlardı.” (Bkz. Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’1-Menakib/36; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu St- fati’l- Münafdun/46-47, hadis no: 2802.)
Abdullah İbn Mes’ud anlatiyor:
“Peygamberle birlikte Mina’daydık. Birden ay iki parçaya bölündü. Bu parçalardan biri, dağın arkasında, biri de dağın beri yanında kaldı. İşte o sırada Peygamber. Bakın da tanık olun!’ dedi.” (Bkz. Buhari, es-Sahih, aynı yer; Müslim, e’s-Sahih, aym yer, hadis no: 2800.)
Düşünün. İnanmazlar, Muhammed’den, peygamberliğini kanıtlamak için bir mucize istiyor.
Tanrı da Muhammed’e güç veriyor. Muhammed mucizesini gösteriyor: Şu gökteki, şu Amerikalıların ayak bastığı, şu bildiğimiz AY, iki parçaya bölünüyor.
Parçalanan Ay, YER’e düşüyor. Yeryüzünün UFACIK BİR BÖLGESİNE sığınıyor. Düştüğünde orada, kimseyi EZMİYOR.
Ay böylesine ufakmış ki: Hira dağı ondan daha büyük. Çünkü geriden bakınca, Hira Dağı, AY’ın iki parçası arasında gözükebiliyor!
Ve düşünün: Böyle bir “olay”ı bile, Mekkeliler bir mucize saymıyor. “Olay”a tanık oldukları halde!
Ve dünyanın her yanından gözüken şu ay, o sırada ikiye bölünüp yere düşüyor da, dünyanın hiçbir yerinde, kimse farkında olmuyor. “Olay”ı ne gören oluyor, ne de yazan. Muhammed’in Sahabilerinden başka… Ayrıca: Ayın “bölünmesi”, haber verilegelen kıyametin yaklaştığının bir kanıtı oluyor.
Yukarıdaki ayet ve hadislere göre, bütün bunlara “inanmak” gerekiyor.
Kaynak: https://karanlikayetler.wordpress.com/2014/08/02/ay-ikiye-bolunup-yere-dusmus/

------

“Kıyamet saati yaklaşmış, ay da yarılmıştır." (Kamer Suresi, 54/1)

Burada “kıyamet saati yaklaştı ve ay da yarıldı” buyurularak Asr-ı Saadet'te vukua gelmiş bir mûcizeye dikkat çekiliyor ve ayın yarılmasıyla kıyametin gerçekleşmesi arasında bir ilişki kuruluyor. Buhârî ve diğer muteber hadis kaynaklarında Rasulullah Efendimiz (s.a.s.)  Mina’dayken ayın ikiye yarıldığı, sahâbe-i kirâm efendilerimizden çoğunun bunu bizzat gözleriyle gördükleri rivâyet edilmektedir. Bu olay Rasulullah Efendimiz Mina’dayken gerçekleşmiş ve Allah’ın Resûlü çevresindekilere ayı göstererek; “Sizler şahit olun! Şahit olun” buyurmuştur. Rivâyetlere göre Mekke müşriklerinin kendisinden risaletine delil olacak bir mûcize istemelerine karşılık hadise vukua gelmiştir. Böylesine büyük bir âyet karşısında müşrikler yüz çevirmişler, iman etmemişler ve bu mûcizeyi sihirle itham etmişlerdir.

Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettiğine göre hâdiseye bizzat şahit olan Abdullah b. Mes'ud şöyle nakleder: "Ay, Hz. Peygamber'in zamanında iki parçaya ayrıldı. Bir parçası dağın bir tarafında, diğer parçası dağın diğer tarafında idi. Hz. Peygamber bize şahit olunuz." dedi. (Buhârî, Tefsir, Sûretu'l-Kamer,1; Müslim, Kıyame, 44).

Sahabenin ileri gelenlerinden Hz. Ali, İbn Mes'ûd, İbn Abbâs, Huzeyfe, Enes, Cübeyr İbn Mut'im, İbn Ömer gibi zatların bildirdiğine göre; Peygamberimiz (s.a.s.) müşriklerin istekleri üzerine Mina'da ay yarılma mucizesi göstermiş ve bu vakayı görenlere. "Şahit olunuz" deyip onları tanık tutmuştur.

Kur'an-ı Kerîm bu hâdiseyi, kıyametin yaklaştığının büyük alâmeti olarak saymıştır. Tirmizî'nin bir rivâyetinde hâdisenin hem meydana geldiği zamanı, hem de yeri ve keyfiyeti tayin edilerek Abdullah İbn Mes'ud demiştir ki: "Biz bir kere Rasulullah ile Mina'da idik. Ay iki parçaya bölündü. Bir bölüğü dağın arkasında, öbür bölüğü de berisinde idi. Bunun üzerine Rasulullah: Şahit olunuz! Kıyamet yaklaştı, yarıldı kamer, buyurdu. Bir başka rivâyette, Hıra Dağı'nı ayın iki bölüğün arasında gördükleri ziyadesi vardır." (Tirmizî, Tefsir Sûretü'l-Kamer, 1, 3, 5; İbn Hanbel, I, 456-465).

Kıyamet vakti yaklaşmıştır. İhtiyar dünyamız ömrünün son dönemlerini yaşamaktadır. İnsan denen varlık bu dünyada diğer varlıklar zincirinin son halkası olarak yaratılmıştır. Nitekim Rasulullah Efendimiz de bir hadislerinde şehadet parmağıyla orta parmağını birleştirerek, “İşte ben ve kıyamet böylece gönderildik” buyurmuştur.

Yine Enes (R.A.) anlatıyor: Resûlüllah (s.a.s.) Efendimiz bir gün ashabına hitap ederken gü­neş batmak üzere idi ki konuşmasını şöyle bitirdi: "Canımı kudret elin­de tutan zata yemin ederim ki, geçen süreye nisbetle dünyanın ömrün­den ancak bu gündüzden kalan zaman parçası gibi bîr parça ve güneşten görebildiğimiz azıcık şey gibi bir kısım kalmıştır."(Müsned-i Ahmed, 3/223 )

"Sizle kıyamet şu ikisi gibi birarada geldiniz» buyururken şehadet par­mağıyla orta parmağını gösteriyordu." (Müsned-i Ahmed, 3/223)

Kıyametin kopacağı saat, yakin oldu, bu dünyanın sona ermesine pek az bir zaman kaldı. Çünkü, dünyanın belki milyonlarca sene evvel yaratılmış olduğuna göre kalan devamı, ne kadar bir nice sene olsa da yine nispeten pek az bir müddet demektir, (ve) Özellikle bunun yaklaştığına büyük bir alâmet olmak üzere (ay ikiye ayrıldı) Son Peygamberin bir mucizesi olmak için onun bir işaretiyle ay, iki parçaya ayrılıp sonra yine eski vaziyetini aldı. Evet, en muteber tefsirlerde ve Sahîh-i Büharî ve Müslim gibi en makbul hadis kitaplarında genişçe beyân olunduğu üzere, Hz. Peygamberin hicretinden beş sene kadar önce, Mekke ahâlisi, Resûl-i Ekrem'den bir mucize talebinde bulundular. Yüce Peygamber Efendimiz de mübarek eliyle ay'a işaret etti, ay derhal iki kısma ayrıldı, bir kısmı Hira dağının üstünde, diğer bir kısmı da aşağı tarafı karşısında görülmeğe başladı, sonra da yine birleşerek eski vaziyetini almış oldu.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Kaynak: https://sorularlaislamiyet.com/ayin-ikiye-yarilmasi-ve-kiyamet-alameti-hakkinda-0

Işid'in Dayandığı Ayetler


Her terör örgütünün mutlaka dayandığı bir ideoloji mevcuttur. Işid ve benzeri İslami terör örgütlerinin kendi uygulamalarını meşrulaştırdığı İslami kaynak çoktur. Bu kaynaklardan sadece üç ayet sunuyorum. Bu ayetlerle Işid, istediğini asıp istediğini kesebiliyor. İşte Işid ayetleri:

Maide/33: Allah’a ve Resûlüne savaş açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası; ancak öldürülmeleri, yahut asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut o yerden sürülmeleridir. Bu cezalar onlar için dünyadaki bir rezilliktir. Ahirette de onlara büyük bir azap vardır.

Muhammed/4: (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları çökertip etkisiz hâle getirdiğinizde bağı sıkı bağlayın (sağ kalanlarını esir alın). Artık bundan sonra (esirleri) ya karşılıksız ya da fidye karşılığı salıverin. Savaş sona erinceye kadar hüküm budur. Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek için böyle yapıyor. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmayacaktır.

Nisa/74: O hâlde, dünya hayatını ahiret hayatı karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.

Kaynak: https://antidogmatik.com/konular/isidin-dayandigi-ayetler.906/

22 Aralık 2018

Devrim şehidi Mustafa Fehmi Kubilay ve Menemen Olayı


İNANDILAR...!!
DÖVÜŞTÜLER...!!
ÖLDÜLER...!!
23 Aralık 1930'da Menemen'de Cumhuriyet tarihimize karanlık bir sayfa olarak geçen gerici bir kalkışma yaşandı...

Şubat 1925'ten Nisan 1925'e kadar süren Şeyh Said isyanlarının ardından Menemen'de yaşanan kalkışmaya Cumhuriyet iradesi gerekli yanıtı vermiştir...

1970'li yıllarda Çorum...Maraş katliamları da Cumhuriyet'e yönelik kalkışmadır...1993 Temmuz'undaki Sivas katliamı Cumhuriyet düşmanlarının tarihimize kara leke olarak düşürdüğü sancılı dönemlerdir...

Cumhuriyet'e karşı 1925'ten başlayarak günümüze kadar sürdürülen saldırılar sonrası bugün Cumhuriyet büyük bir tehdit altındadır..bu konuda duyarlı olmak ve Cumhuriyet kazanımları sayesinde iktidara gelip de Cumhuriyet'le hesaplaşmak isteyenlere karşı uyanık olmak zorundayız...

86 yıl önce bugün İzmir Menemen'de şeriat yanlıları Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı şehit ettiler. İşte Cumhuriyet tarihinin önemli vakalarından olan ve toplumsal belleğimizde yer eden Menemen olayının detayları...

Bugün devrim şehidi Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay anılıyor. Tarihimizde Menemen olayı olarak anılan ayaklanmada şeriat yanlıları Asteğmen’i kafasını keserek şehit etmişlerdir. Cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir ve Menemen olayının etkileri günümüzde de belleklerdedir. Peki Menemen’de neler yaşandı ve Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay nasıl şehit edildi, olayın ardından neler oldu?

ASTEĞMEN KUBİLAY VE MENEMEN OLAYI

Tam adıyla Mustafa Fehmi Kubilay, 1930 yılında Menemen’de yedek subay sıfatıyla askerlik görevini yapmaktaydı. Şeyh Esat'ın Manisa'da Nakşibendi tarikatını yaymakla görevlendirdiği Laz İbrahim tarafından yönlendirilen, Manisa tarafından gelen çember sakallı, sarıklı ve cüppeli dördü silahlı 6 kişi, 23 Aralık 1930’da sabah namazını takiben camiden aldıkları Yeşil Sancağı yola dikerek silah zoruyla etraflarına adam toplamaya başladılar. Elebaşılar arasında, Giritli Derviş Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet Emin, Nalıncı Hasan, Küçük Hasan vardı. Derviş Mehmet camide namaz kılanlara kendini “Mehdi” olarak tanıttı ve dini korumaya geldiklerini söyledi.
Arkalarında 70 bin kişilik Halife ordusu olduğunu, öğle saatlerine kadar şeriat bayrağı altında toplanmayanların kılıçtan geçirileceğini söyleyerek tehdit ettiler. Diktikleri bayrağın çevresinde dönmeye, tekbir getirmeye, zikretmeye ve “Şapka giyen kafirdir! Yakında yine şeriata dönülecektir.” diyerek bir isyan hareketi başlatmak istediler. Kasabaya halife ordusunun geleceği iddiası halkı korkuttu.
Olayların ilçedeki askeri birlikte duyulmasıyla, bir bilgiye göre; alay komutanı, yedeksubay Kubilay’ı olay yerine gönderdi. Kubilay bu hareketi bastırmak için bir manga askerle olay yerine geldi. Askerlerin yanından ayrılarak tek başına onların arasına girip teslim olmalarını istedi. Gruptan biri ateş ederek Asteğmen Kubilay'ı yaraladı. Karşıdan bunu gören askerler ateş açtılar. Fakat tüfeklerinde öldürücü etkisi olmayan manevra fişekleri vardır. Derviş Mehmet “bana kurşun işlemiyor” diyerek halkı kandırmaya çalıştı.
Kubilay yaralı halde cami avlusuna sığındıysa da, Derviş Mehmet ve arkadaşları peşi sıra geldiler. Derviş Mehmet, çantasını açıp testere ağızlı bağ bıçağını çıkardı ve yaralı Asteğmen Kubilay’ın başını kesti. Kesik başı yeşil bayrağın sopasına dikmeye çalıştılar ancak başaramadılar. Birisi ip getirdi ve Kubilay’ın başı yeşil bayrağın dikili olduğu sopaya iple bağlandı. Olay yerine yetişen Bekçi Hasan ateş edip gruptan birini yaraladı. Ancak açılan ateş sonucu o da öldü. Arkadaşının yardımına koşan Bekçi Şevki de açılan ateş sonucu öldü.
Bu aşamada askeri birlik olay yerine geldi ve komutan “Teslim olun!” çağrısı yaptı, ancak olay çatışmaya dönüşür ve askeri birlik ateş eder. Göstericilerden Derviş Mehmet de dahil bazıları ölürken, bazıları kaçtı. Kaçanların hepsi daha sonra yakalandı.
OLAYIN ARDINDAN YAŞANANLAR…
Kubilay Olayı, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin 1925’deki Şeyh Said İsyanından sonra tanık olduğu en önemli olaylardan biridir. Devlet Kubilay’ın şehit edilmesine sert tepki gösterdi. 27 Aralık 1930 günü Dolmabahçe Sarayı'nda Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığında bu konuda bir toplantı yapıldı. Kaynakların ifadesine göre, Mustafa Kemal Paşa, Kubilay Olayına çok kızmıştı. Daha birkaç yıl önce Yunan İşgalinin acısını tatmış bir muhitte bu olayın meydana gelmesi üzerine, bazı kaynaklara göre, ilçenin haritadan silinmesini emretti. Ertesi gün de, “Böyle emirler verirsem, uygulamayın, sonra bir daha sorun”, dedi. 28 Aralık 1930’da orduya gönderdiği başsağlığı telgrafında, “Mürtecilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen'deki ahaliden bazılarının alkışla tasvipkar bulunmalarının bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hadise” olduğunu belirtti.

SIKI YÖNETİM

31 Aralık 1930 günü Menemen ilçesi ile Manisa ve Balıkesir'in merkez ilçelerinde 1 Ocak 1931'den itibaren 1 ay süre ile Fahrettin Altay komutasında sıkıyönetim ilan edilmiş ve 1. Kolordu Komutan Vekili General Mustafa Muğlalı başkanlığında bir Divanı Harp kurulmuştur.
7 Ocak 1931’de bu kez İzmir’de yine Mustafa Kemal Paşa başkanlığında ikinci bir toplantı yapıldı. Olaya doğrudan veya dolaylı katılan 105 sanık (anayasayı cebren tağyir, eyleme iştirak, azmettirme veya Mehdi Mehmedin Mehdiliği için harekete geçtiğini bildikleri halde zamanında Hükümete haber vermedikleri ve tekkelerin seddinden sonra ayini tarikat icra ettikleri suçlamalarıyla) 15 Ocak 1931’den itibaren Divanı Harp'te yargılanmaya başlandı,
General Mustafa Muğlalı başkanlığında kurulan Divan Harp Mahkemesinde 24 Ocak 1931 günü iddianame okundu ve 29 Ocak 1931 günü mahkeme 36 (ölmüş olan bir sanık ile 37) kişinin idama mahkûm edilmesine, 40 kişinin sorumsuzluğu nedeniyle salıverilmesine, 27 sanığın beraatine, 41 kişiye çeşitli hapis cezaları verilmesine hükmetti ve karar Meclis'in onayına sunuldu. İdam hükümlülerinin 6’sının yaşı küçük olduğundan, onların ölüm cezaları ağır hapse çevrildi. TBMM Adalet Divanı ayrıca iki idamlığın cezasını 2 yıl hapse çevirdi.
Kalan 28 sanık, 3 Şubat 1931 gecesi Menemen’de idam edildi. Bazıları Kubilay’ın başının kesildiği yerde asıldı. Mahkumlardan biri idam sehpasının önünden kaçtı. İki hafta sonra yakalandı ve ertesi gün idam edildi Olayın hemen ardından Menemen’de devrim şehidi iki bekçi ve Kubilay adına anıt dikildi. Anıtın üzerinde şöyle yazar:
“İnandılar, dövüştüler, öldüler. Bıraktıkları emanetin bekçisiyiz.”
Sıkıyönetim, 28 Şubat 1931'de Manisa ve Balıkesir'den, 8 Mart 1931’de de Menemen'den kaldırıldı.

Kaynak: https://www.sozcu.com.tr/2016/gundem/devrim-sehidi-mustafa-fehmi-kubilay-ve-menemen-olayi-1581576/

21 Aralık 2018

İnsanları İnandıkları Şeyin Yanlış Olduğuna Neden İkna Edemeyiz?


İnsanları inandıkları şeyin yanlış olduğuna, önlerine kanıtlanmış gerçekleri koyarak, ikna etmeye hiç kalkıştınız mı? Peki bu ikna çalışmasının sonucunda fikrini değiştiren çıktı mı? Cevabınız çoğunlukla hayır olacaktır muhtemel.
Aslında ikna etmeye çalıştığınız insanlar, önlerine ne kadar kanıt koyarsanız koyun, inandıkları şey her ne ise ona daha sıkı sarılmaya başlarlar genelde, bunun en temel nedeni de oluşturdukları dünya görüşünün tehdit altında olduğunu düşünmeleridir.
Aslında bu davranış biçimi iki faktörün sonucudur: bilişsel uyumsuzluk ve geri tepme etkisi.
Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi Leon Festinger tarafından 1957 yılında ortaya atılmıştır. Bu teori, insanın bilişsel yapılanmasında sıkça meydana gelen çelişkili durumların anlaşılması ile ilgilidir.
İnsanın, zihninde çatışan fikirleri, hisleri olduğu zaman duyduğu bir tedirginlik ve rahatsızlık durumu vardır. Bu çatışma bir belirsizlik, bir dengesizlik yaratır. Rahatlamak ve zihinsel balansı sağlamak için, bu çatışmayı sonlandırmak amacıyla bizi içten içe dürten bir şeyler hissederiz. Çatışmayı yaratan zihinsel etkenlerden birini veya birkaçını, tutarlı ve dengeli bir zihin ortamına kavuşmak için manipüle ederiz. Yani, kendi kendimizi kandırırız ve bu bizi rahatlatır.
İlk defa Brendan Nyhan ve Jason Reifler tarafından terim olarak kullanılan Geri Tepme Etkisi (Backfire Effect) ise inançlarına aykırı bir kanıt ile karşılaşan bireylerin bu kanıtı reddederek inançlarına daha da sıkı bir şekilde bağlanmalarını ifade eden bilişsel bir yanlılıktır.
Geri tepme etkisine göre, bireylerin doğru olarak kabullendikleri herhangi bir olgu bilimsel olarak çürütüldüğünde bile bireyler üzerinde tam tersi bir etki yaratabiliyor. İnanç ne kadar ideolojik ve duygu-temelliyse, aykırı kanıtın etkisiz olma olasılığı da o derece artıyor. Kanıtın doğru olma olasılığına daha açık olmak yerine birçok kişi ilk etapta kabullendikleri olgunun doğru olduğunu ikna oluyorlar. İnançlarını sorgulamak yerine onlara sadık kalmayı tercih ediyorlar.
Anlaşılan gerçekler durumu daha da kötüleştiribiliyor o zaman insanları inançlarının hatalı olduğuna ikna etmek için neler yapabiliriz?
  1. Duyguları konudan uzak tutun.
  2. Tartışın ama saldırmayın.
  3. Dikkatli dinleyin ve karşı görüşü de tam olarak anlamaya çalışın.
  4. Saygı gösterin.
  5. Neden bu fikre inandığını anladığınızı ifade edin.
  6. Değişen gerçeklerin mutlaka değişen dünya görüşleri anlamına gelmediğini açıklayın.
Bu stratejiler, insanların zihnini değiştirmek için her zaman etkili olmayabilir ama denemekte ve anlamakta fayda var elbette…
Kaynak: https://www.scientificamerican.com/article/how-to-convince-someone-when-facts-fail/

17 Aralık 2018

İZMİR'İN KIZLARI



Aşık olunası 25 Özelliği ile İzmir'in Kızları



1. Yüzlerinden en içten gülümsemeleri eksik etmezler, bu onların en güzel makyajıdır.


2. Akdeniz ikliminin ferahlığı içlerine yansımıştır, sıcakkanlıdırlar.

3. Bir ceylan gibi narindirler ancak yeri geldiğinde içlerindeki dişi aslan cesareti ortaya çıkıverir.

4. Doğaldırlar, hayata pozitif yaklaşmasını bilirler.

5. Öyle güzeldirler ki adamı Mecnun ederler.

6. Güzelliklerini nasıl sunması gerektiği konusunda adeta master yapmışlardır. Ev içerisinde bile bakımlı olmaktan taviz vermezler.

7. Kadınlığını ön plana çıkarma konusunda üstlerine yoktur ve adeta her biri paha biçilemez bir tablodurlar.

8. Çağlayan gibi akan saçlarında şeytan tüyü varmışçasına bağlanıp çekimine kapılırsınız.

9. Güzelliklerinin anne ve babalarından kalan bir miras olduğunu bilirler ve bu mirası korumak onlar için vazife haline gelmiştir.

10. Sadece fiziksel olarak değil düşünce olarak da güzeldirler; kafa yapılarını güncel tutmaya özen gösterirler.

11. Başka illerden gelen kızlar da İzmir'e geldiklerinde güzelleşmeye başlarlar, çünkü İzmir’li kızların tarzlarını örnek almaya başlamışlardır.

12. Bir konuşmaya başladılar mı o tatlı dilleri sizi etkisi altına alır ve hiç bitmesini istemediğiniz bir film gibi onları izlemek istersiniz.

13. Yemek konusunda üstlerine yoktur. Ege'nin mis kokan zeytinyağlı yemeklerini kendileri kadar güzel yaparlar.

14. Sanatsal yeteneği olmayan İzmir kızına rastlamak pek mümkün değildir. Şarkı söylerler, tiyatro sahnesine çıkarlar, dans ederler... Hayat onlar için adeta bir sahnedir.

15. Siz siz olun asla bir İzmir’li kızın asfalyalarını attırmayın, yoksa sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılırsınız.

16. Bir İzmir kızının topuklu ayakkabı tıkırtısı kulağa ezgi gibi gelir.

17. Öyle bir yürüyüşleri vardır ki "kesin İzmir’li" diye içinizden geçirirsiniz.

18. Her yaşta güzeldir İzmir'in kızları.

19. Bakışlarındaki incelik can yakar; tek bir bakışlarına satır satır şiirler yazılır.

20. Özgüvenlidirler, kasmazlar. Söyleyeceklerini, yapacaklarını kimseden esirgemeyip kim ne der diye bir an bile düşünmezler.

21. Öyle güzel yürekleri vardır ki taştan yapılmış kaleye bile 'kadife' derler.

22. "İzmir'in kızlarının güzel olmasının temelinde özgürlük yatar. Özgür insanın yüzü güler. yüzü gülen insan güzel olur."

23. Cahit Külebi'nin de dediği gibi; "İzmir'in denizi kız, kızı deniz; sokakları hem kız hem deniz kokar."

24. Çok değerli bir İzmir kızı Ece Temelkuran'dan: "Erkekler... Dünyanın neresine giderseniz gidin aynıdırlar. Bir, İzmir hariç. Çünkü İzmirli erkeklere, İzmirli kadınlar dokunurlar."

25. Ha bir de unutmadan, "İzmir'in havasına, suyuna bir de kızlarına güvenmeyin." deyişini onları çekemeyenlerin uydurduğunun farkındadırlar. Hiiiiç aldırmazlar.
--------------------
Ünlü Alman tarihçi Hans Bart'ın 1895 yılında yayımlanmış "İzmirli Kadınlar" adlı makalesinden bir alıntıyla noktalayalım:

İzmirli Türk kadından, “ülkenin hanımefendisi” diye bahsediyor ve ekliyor: “Haremin incisi, örtülü şirin bulmaca... Doğuştan güzel ve zarif bir vücudu olan Türk kadını tepeden tırnağa altın işlemeli siyah feracenin içine sokulmuş, yüz, ince bir tülle örtülü; burun kemiğiyle alın arası açık bırakılmış ve bu aradan iki koyu renkli göz ışıldıyor. Minnacık ayaklarında ya bir Viyana çizmesi ya da peşindeki en ateşli delikanlıyı bile ürkütecek sesler çıkaran yöresel nalın vardır…

Türk kadının bir başka çekici yanı da sesidir. O’nun sesi Rum kadının kulak tırmalayan cırtlak sesinin yanında çok hoş kalıyor. Gülerken bir harika olan bu ses, şarkı söylerken çok ilginç ve duygusaldır.


Bu makaleyle birlikte 19 yy.'ın sonlarında Avrupa'da “İzmirli bir kadın kadar güzel.” deyimi yaygın olarak dillerde dolanmıştır.

16 Aralık 2018

Kiminle vakit geçirdiğinizi akıllıca seçin, çünkü zamanla beyniniz onunkine benziyor.


ABD’deki Northwestern Üniversitesinde görevli nöroloji uzmanı Prof. Dr. Moran Cerf ve beynin elektrik sinyallerinin senkronizasyonu üzerine çalışan ekibinin yaptığı araştırmaya göre, birlikte zaman geçiren insanların beyin dalgalarının da zamanla ‘benzer’ görünmeye başladığını belirledi.

BBC’nin İspanyolca Servisi’ne bu dalgaların bazı vakalarda iki insan beyninde birebir aynı bile çıkabildiğini vurgulayan Prof. Cerf, “Birbiriyle vakit geçiren insanlarda her iki beyinde de uyum oluşuyor” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Sadece iki hafta sonra bile aynı filmi izleyen, aynı kitapları okuyan, aynı tecrübeyi paylaşan ve sadece birbirleriyle konuşan iki kişi, dil, duygu ve bakış açısında ortak kalıplar geliştiriyorlar.” Prof. Cerf’e göre, zamanla gelişen bu ‘beyin ikizliği’, sosyal olduğu kadar duygusal ilişkilerde de oluşabiliyor.
Prof. Cerf, çalışmalarının sonucunu ise şöyle açıkladı: “Hayatta alınabilecek en doğru karar, kiminle vakit geçirdiğinizi akıllıca seçmek.”
Kaynak: https://www.muthisbilgi.com/kiminle-vakit-gecirdiginizi-akillica-secin-cunku-zamanla-beyniniz-onunkine-benziyor/

İlaç Kullanmadan Mide Gazı Nasıl Giderilir ?


Mide gazını almak ve reflüyü geçirmek için nane çikleti çiğneyin. Mide gazı nasıl giderilir diye düşünmeyin hemen bir naneli çiklet atın ağzınıza ve çiğnemeye başlayın. Nane çikletindeki yağlar gazı giderir. Çiğnemek tükürüğün salgılanmasını teşvik eder, tükürük mide asidini nötrleştirir ve sindirimi sağlayan maddelerin salgılanmasına neden olur. Nane aynı zamanda sindirime yardımcı olur.
Kaynak: https://www.muthisbilgi.com/mide-gazi-nasil-giderilir/

Ceviz Gerçekten Beyne Faydalı Mı?


Cevizin, uzun yıllardan beridir beyne benzediği için beyne faydalı olduğu söyleniyor. Peki bu doğru mu? Soruya kısaca cevap vermek gerekirse; evet, hem de çok faydalı!
Omega-3 eksikliğinde beyin fonksiyonlarını düzgün gerçekleştiremez. Vücutta stres seviyesi artar, buna bağlı olarak zihinde deformasyonalar meydana gelir. Ceviz başlı başına bir omega-3 deposudur. Ceviz yemek sadece bu yüzden bile, beyin sağlığınızı korumanın en iyi yollarından biridir.
Ayrıca ceviz vücutta melatonin salgılama oranını 3 kat arttırır. Melatoninin yükselmesiyle birlikte uykusuzluk ve yorgunluk gibi bir takım şikayetler de son bulur.
İçindeki sağlıklı yağlar sayesinde ceviz, kalp atışlarını da düzenler. Bunun haricinde, uzmanlar tarafından cevizin kolesterolü de azalttığı söyleniyor.
Tüm bu bilgiler ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; gün içinde mutlaka ceviz tüketmeye çalışın.
Kaynak : https://iyi21.com/iyi-beslen/ceviz-gercekten-beyne-faydali-mi/

Her Toplumda Farklı 'Kutsal Gün'ün temelleri


 Tanrı 7. Günü Neden Kutsadı?


“Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün  dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi.

Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.” (Yaratılış)



“Tanrı haftanın her bir gününde ayrı bir melek yaratmıştır:

Pazar günü, Melek Azrail'i yarattı. Azrail, Melek Tavus'tur, Melek Tavus bütün meleklerin başıdır.

 Pazartesi günü, Melek Derdail'i yarattı.  

Salı günü, Melek İsrafil'i yarattı.  

Çarşamba günü, Melek Mikail'i yarattı.  

Perşembe günü, Melek Cebrail'i yarattı.  

Cuma günü, Melek Semnail'i yarattı.  

Cumartesi günü, Melek Nurail'i yarattı.”  

***
 Eski toplumda 7. gün yasağı, bir ‘tatil günü’ değildir.


"Yaratılış" olarak tanınan "ortak ayin"e veya "Yaratılış ittifak toplantısı"na katılmış olan 7 farklı toplum birim'in, her birisinin  kendi  kurban/ölülerine ağladığı bir ayin günü; bir yas günü; bir yiyecek yasağı günüdür.


Bu ortak ayine katılmış toplum birimlerin çoğunluğu, kendi kurbanlarını diğer toplum birimlerine sunmuş, kendi kurbanlarından yemeyi kendilerine yasaklamış görünüyorlar.

Mezopotamya'da,  Musevi takvimine göre 5750 yıl kadar önce  gerçekleşmiş olması gereken bu ortak "yaratılış" eylemine - ayinine katılmış olan eski toplum birimlerin hepsi, sırasıyla, bu "yaratılış" haftasının  her farklı  gününü daha o zamandan aralarında "yas günü" olarak  paylaşmış görünüyorlar. Yezidi edebiyatında, haftanın tüm günleri "kutsal gün" olarak farklı toplum birimlerine bu nedenle paylaştırılmış olmalıdır.

**
Eski Ahit Mısır'dan Çıkış

Birinci ve yedinci günler kutsal toplantı yapacaksınız. O günler hiçbir iş yapılmayacak. Herkes yalnız kendi yiyeceğini hazırlayacak.

Yedi gün mayasız ekmek yiyecek, yedinci gün RAB`be bayram yapacaksınız.
Size Şabat Günü’nü verdim. Bunun için altıncı gün size iki günlük ekmek veriyorum. Yedinci gün herkes neredeyse orada kalsın, dışarı çıkmasın.

Altı gün ekmek toplayacaksınız, ama yedinci gün olan Şabat Günü ekmek bulunmayacak.

Altı gün çalışılacak; ama yedinci gün RAB`be adanmış Şabat`tır, dinlenme günüdür. Şabat Günü çalışan herkes kesinlikle öldürülmelidir. Şabat Günü konutlarınızda ateş yakmayacaksınız.

Yedinci gün bazıları ekmek toplamak için dışarı çıktı, ama hiçbir şey bulamadılar.
Böylece halk yedinci gün dinlendi.

Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB`be Şabat Günü olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil, hiçbir iş yapmayacaksınız.

Çünkü ben, RAB yeri göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü`nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak belirledim.
Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Böylece hem öküzünüz, eşeğiniz dinlenir, hem de kadın kölenizin oğulları ve yabancılar rahat eder.

Altı gün çalışılacak; ama yedinci gün RAB`be adanmış Şabat`tır, dinlenme günüdür. Şabat Günü çalışan herkes kesinlikle öldürülmelidir.

Bu, İsrailliler’le benim aramda sürekli bir belirti olacaktır. Çünkü ben, RAB yeri göğü altı günde yarattım, yedinci gün işe son verip dinlendim.`”

Altı gün çalışacak, yedinci gün dinleneceksiniz. Ekim, biçim vakti bile olsa dinleneceksiniz.
 
Şabat Günü`nü* kutsal sayarak anımsa. 

İsrailliler, sonsuza dek sürecek bir antlaşma gereği olarak, Şabat Günü`nü kuşaklar boyu kutlamaya özen gösterecekler.

**
 “Çarşamba suri”

Nevruz kutlamalarında özellikle İran gelenekleri Anadolu’da ve Orta Asya’da etkili olmuştur. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde Nevruz kutlamaları şu şekilde yapılmaktadır: Nevruz’dan on beş gün kadar önce çeşitli kaplarda suyun içinde buğday filizlendirilir. Yeni elbiseler giyilir. Temizlik yapılır ve eşyalarının eskileri atılarak yeni eşyalar alınır.

 “Çarşamba suri” denilen yılın son Çarşambası evvelinde, Salı gecesi törenler başlar. Meydanlarda kuru çalı ve dikenlerden ateşler yakılarak bu ateşlerin üzerinden kadın, erkek, genç, yaşlı herkes atlar.

Yılın son Çarşambası ise bir nevi “kara Çarşamba” olarak kabul edilir. Bu törenler sırasında sofralarda “S” harfi ile başlayan 7 şeye yer verilir. Bunlar sumak, sebze, sirke, sıncıd (iğde), semena (buğdaydan yapılmış bir tür tatlı) ve sikke (altın para) dır.

Yine yılın bereketli geçmesi isteğiyle sofraya mum, Kur’an-ı Kerim, ayna, kırmızı balık, elma, un, pirinç, boyanmış yumurta vs. konur.

Bayram tebriği, akraba ziyaretleri ile devam eden Nevruz tam 13 gün sürer. Ardından kır gezmelerine çıkılır. Kızlar dilekte bulunarak suya 13 taş atarak önceden çimlendirilen buğdayları suya bırakırlar.

Esasen Hristiyanların “Paskalya Bayramı” da bir yönüyle Nevruz törenlerini andırır. Paskalya, Hristiyanlarca ilkbaharın gelişi ve Hz. İsa’nın ölüp dirildiği gün oluşu sebebiyle kutlanır.

**
Yezidi İnançları...

Yezidilik

Türkiye'de Viranşehir, Mardin–Midyat ve Batman'ın köylerinde yaşayan Ezidiler, gelenek ve sosyal yapılarıyla farklı bir kültüre sahip.

Bunun üzerine cemaat mavi renk giymeyi reddeder.

Ezidi inancı kendi içinde bir dizi yasaklamayı ve düzenlemeyi barındırıyor: Çarşamba günleri banyo yapma yasağı, kadınların beyaz iç çamaşırı giyme zorunluluğu veya lahana ve marul yemenin yasaklanması akla ilk gelen örnekler....
**
Yezidi, Rum ve Ermeni Ortodoks dinlerinde bazı kutsal/yasak yiyecekler

Yeniköy'de Paskalya zamanı (II)
 “Son Perşembe”

“Perşembe günü,yumurtaları soğan kabuğuna yatırdık.

Soğuduktan sonra, zeytinyağı ile parlatıyoruz. Ama, aslı soğan kabuğu.”

“Akşam yemeğinin mönüsü fikstir; yeşil mercimek yenir. Bu arada, 5-10 tane yumurta eve bırakılıyor,başka kimseye dağıtılmıyor. Büyüklerimiz hep ‘Evin bereketi bu yumurtalar... derler hep. .
PERŞEMBE GECESİ NİÇİN MERCİMEK?

Hıristiyanlar "Paskalya'da, "İsa"nın öldükten sonra dirilişi"ni, ruhunun göğe yükselişini kutluyor. Büyük Perhiz’i izleyen bir bayram bu. Bazı Hıristiyanlar, Paskalya'yı 40 gün, çoğunluğu 7 gün oruç tutarak karşılıyor. Hıristiyan orucunda hayvan eti ve hayvan türevi gıdalar yasak. Pascal öncesi perşembe ve cuma günleri nebatî yağ da yasak.

İsa Peygamber, perşembe gecesi havarilerle son yemeğini yiyor. Yemekte mercimek var. Bunun için perşembe gecesi "mercimek" pişiriliyor. Paskalya çöreği hazırlanıyor. Yumurtalar kırmızıya boyanıyor. Mercimek perşembe gecesi yeniliyor ama, yumurtaya ve çöreğe cumartesi gecesine kadar dokunulmuyor.

Cuma günü perhiz tutuluyor; et ve hayvansal gıdalar yenmiyor. Cumartesi gecesine dek yas tutuluyor. Cumartesi gecesi, gece yarısına doğru tüm cemaat kiliseleri dolduruyor.

Tam saat 24.00'te herkes bir mum yakarak İsa'nın dirilişini kutlamaya başlıyor. Gece yarısından sonra eve dönüldüğünde, kırmızı yumurta tokuşturuluyor. Paskalya günü pazar günüdür Öğle yemeği için zengin bir sofra kuruluyor. Saç örgüsü biçiminde yapılan Paskalya çöreği ise günün vazgeçilmez yiyeceği!...

**

Kilise yorumu:

 “AYAK YIKAMA”

Kutsal Perşembe günü yapılan ayinlerden belki de en dokunaklısı, Rab İsa Mesih’in son akşam yemeğinde yaptığı en şaşırtıcı işlerden birinin anısı olan “ayak yıkama” törenidir.

O öğrencileriyle sofraya oturmadan önce bir kap su alır ve teker teker hepsinin ayaklarını yıkar ve bir bezle kurular. Öğrencileri şaşırıp kalırlar. Hatta Petrus kesinlikle ayaklarının Rab tarafından yıkanmasını reddeder. Ancak Rab İsa’nın “eğer ayaklarını yıkamazsam benimle payın olmaz” (Yuhanna 13:8) sözlerinden sonra izin verir. ”

UYARI

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.