28 Kasım 2019

Otorite, Güç ve Para! (Lât, Uzza, Menat )



“Put” denilen şeyin insanın iç dünyasındaki kökü, heva ve heveslerdir. Veya bu heveslerin karşılığı olan isimlerdir.  İnsanlar o “isimlere” kendilerince anlam yüklüyor ve bu anlamı prestij kabul ederek yüceltiyorlar.

Bu “isimlere” kimseyi dokundurtmuyorlar ve etraflarında atomu parçalamaktan da zor önyargılar oluşturuyorlar. Putları kırmak, aslında içimizdeki bu “isimleri” alaşağı etmek ve etraflarında oluşturulan önyargıları kırmak demek oluyor. Putlar içimizdeki heves ve hevâlar, zan ve kuruntulardır.  Taştan, tahtadan yapılmış şekilleri de nefislerin hevâsının dışa vurmuş sembolleridir.

Kur’an’da Araplara ait üç putun “ismi” özellikle veriliyor.
“Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?” (Necm; 53/19-20) Sonra bunların aslında ne olduğu açıklanıyor: “Onlar”,  gerçekte “Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir.” (Necm; 53/23) Yine “Onlar” , “Zanna ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar” (Necm; 53/23).

Lât “isminin” bugünkü karşılığı “otorite”, Uzza isminin bugünkü karşılığı “güç, kuvvet” , “Menat”ın bugünkü karşılığı “para” demektir.

Demek ki Kâbe’de bulunan üç put: Lât (Otorite), Uzza (Güç), Menat (Para)ymış!

O zaman puta tapmak; içimizdeki otorite hevesine, gücü elimde bulundurma arzusuna, ve paraya(Altın, petrol, pırlanta, mal-mülk edinme) râm olmak, tabi olmak ve bu uğurda savaşlar dahil her türlü yolu ve zulmü normal görmekmiş!

“Otorite, güç ve para! Bunlar sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir! Onlar gerçekte zanna ve nefislerinin isteklerine/arzularına tabi oluyorlar…” Bunlara ulaşmak için her yolu mübah görüyorlar ve gözleri bu putlardan başka hiçbir şeyi görmüyor; dolayısıyla otorite, güç ve para tapınma nesnesi (put) haline geliyor. Otoriteyi, gücü ve parayı kendilerinde toplamak/biriktirmek istiyorlar. Bunları elde etmek için girmedikleri kılık, atmadıkları takla kalmıyor. Bunlar için savaşıyor, vuruşuyor, kan döküp fesat çıkarıyorlar!

Yaşadığımız çağa dikkat ediniz: Otorite sevdasından emperyalizm, güç sevdasından faşizm, para hırsından kapitalizm doğmuştur. Diyebiliriz ki insanlığın ezelî ve ebedî sorunu; Lât (otorite), Uzza (güç/kuvvet) ve Menat (para)dır.

Oysa Allah şöyle diyor:
Allah’tan başka otorite yoktur. (La ilahe illallah)
Güç ve kuvvet yalnızca Allah’a aittir. (La havle ve la guvvete illa billah)
Mülk Allah’ındır. (Lehu’l-Mülk)

Bunlar yok olup, kırılıp dökülmüş putlar değil, yani yok olup gitmiş taşlar, tahtalar değil, içimizde yaşayan putlardır: Lât, Uzza ve Menat. Otorite, güç ve para! Dünyadaki savaşları, kan ve gözyaşını anlamak için bu gerçekleri iyi bilmek gerekir. Gerisi boş lâf!

Abdullah Günay


Tanrının Oğulları ve Ademin Kızları


Adem ile Havva
Kadın ve erkek, yaşamın birbirini tamamlayan iki ayrı kutbu gibidir. Varoluşun son halkasının dünyadaki temsilcisi olan bu iki varlık, kimi zaman yan yana, kimi zaman karşı karşıyadır. Dünya kuruldu kurulalı tartışılır; aynı anda neden bu kadar hem yakın hem uzak oldukları…
Kadın ve erkek bir aradayken açık ya da gizli devam eden savaşın kokuları ortalığı kaplarken, ayrı olduklarında ise hasret türküleri çalar yüreklerde. Kimyasal ve fiziksel bir sürü nedene dayandırılan bu çekim ve itme gücünün büyüsü, hala bilimsel olarak tam açıklanabilmiş değildir.
İlk kadın ve erkek hakkında genetik araştırmalarda ummadığımız ilginç sonuçlar karşımıza çıksa da çoğumuz hala cennet bahçesi Aden’den kovulan Âdem ve Havva’dan geldiğimize inanırız. Kadın ve erkek arasındaki ilişkinin temellerini de “yasak elma”ya dayandırırız.
Aslında duymak, kabullenmek istemesek de galiba tüm gerçek bu kadar basit değildi her şeyin başlangıcında…

Adem ve Havva Arasında Yetmiş bin Yıl Var

İngiltere’nin Oxford kentindeki Wellcome Trust İnsan Genetiği Merkezi’nden Dr. Spencer Wells, “Kadın soylarını araştırdığınızda eninde sonunda hepsi yaklaşık 150 bin yıl önce yaşamış bir anneye gidiyor. Y kromozomlarından geriye gittiğinizde ise yine Afrika’ya yaklaşık 80 bin yıl öncesine varıyorsunuz” diyor.
Bilim adamları daha önce anneden çocuğa geçen mitakondrial DNA’yı inceleyerek modern insanın tek bir anneden dünyaya yayıldığına karar verdiler. Kutsal kitaplarda Havva diye anılan bu annenin, 143 bin yıl önce Afrika’da yaşadığına karar verildi. Bilim adamları aradaki yıl farkıyla ilgili şu yorumu yapıyor:
“İnsanın genetik altyapısı bir mozaik gibi, evrim sürecinde yeni ekler alarak modern insanın genetik yapıtaşı olan DNA’sını oluşturdu. Ancak aradaki zaman farkının ne zaman ve nerede oluştuğu ve değişikliğe uğradığı tam olarak anlaşılamadı.”
Araştırmanın başlangıç amacı, ilk babaya yani Âdem’e ulaşmaktı ama ortaya çıkan sonuca göre Âdem ile Havva hiç karşılaşmamış ya da aynı cennetin meyvesini aynı anda yememiş görünüyorlar. (Demek yasak elma için Âdem’i Havva kandırmamış, boşunaymış binlerce yıllık suçlama!)
Batı’da, kadınlar ile erkekler arasında oluşturulmuş toplumsal ilişkinin kökleri, Âdem ile Havva’nın “Tekvin” (Genesis) öyküsündedir. Son 2500 yıl boyunca, bu öykü, cinsellik ve cinsiyet algılamamızı alttan alta desteklemiş ve böylece, kadın ve erkeklerin yaşam biçimini etkilemiştir. Tekvin’in giriş bölümlerindeki bu öyküye göre Tanrı’nın erkeği kendi suretinde yarattığı, ona “yaşayan her şey” üzerinde egemenlik bahşettiğini ve dölüyle dünyayı boyunduruk altına almasına izin verdiği söylenir. Tanrı erkektir, onun en önemli yaratımı da erkek cinsidir. Öykü, erkeğin üstünlüğünü ve evrendeki merkezi rolünü vurgularken, kadınların ikincil bir rol oynadığını açıkça dile getirir. Öyküde, ilk yaratılış eyleminin ardından, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yapıldığını, Âdem’in Havva adını verdiği kadının nasıl itaatsiz olduğu da aktarılır; şeytan tarafından baştan çıkarılan Havva nedeniyle, hem Âdem hem de Havva, Cennet Bahçesi’nden kovulurlar. Kuran’daki bilgiler de bu öyküyü benzer şekilde aktarmaktadır. (Bkz. Bakara Suresi, ayet 35-37, A’râf Suresi ayet 19-26: Tâhâ Suresi ayet 115-122)
Evrim teorisine göre de, insan ırkının gelişiminin en ilkel sebebi olarak cinsellik gösterilmektedir. Henüz modern insana dönüşmeden yaşayan ve insanın atası olduğu varsayılan en eski insanın erkeği, avlanmak için dişisinin yanından ayrıldığında kimi zaman uzun süreler dışarıda kalmak zorundaydı. Bu maymun türünün dişisi ise aslında çiftleşmeyi yıl içinde kısıtlı belli dönemlerde kabul ederken, avdan dönen erkeği, ödüllendirmek üzere henüz zamanı olmadığı halde çiftleşmek için kabul etmeye başlayınca ilk büyük motivasyonun gerçekleştiği ve erkeğin kendisini kabul edecek dişi için mücadele ederek insan gelişimine bir hız kazandırdığı iddia ediliyor bu teoriye göre. (Kaynak: Dinozorların Sessiz Gecesi Hoimar von Ditfurth)
Doğruluğu hala tam ispat edilemeyen, arada bulunan kesintiler ve eksik parçalar nedeniyle ciddi olarak tartışılan Evrim teorisi bilimsel yanıtlar aramaya devam ederken; arkeolojik çalışmalar ile her gün açığa çıkan eski uygarlıkların metinlerinde ilginç ve belki de tezat noktalara dikkat çekiliyor bir taraftan.
Bütün büyük dinlerin bize ezberlettiği bilgilere göre en eski insan çiftinin Âdem ile Havva olduğunu söylesek de, keşfi hala süren yakın tarihimizin eski kaynaklarına göre de aslında bu büyük bir yalan…
Bilinen ilk yazıların Sümer çivi yazıları olduğu ve en eski din kitabı olan Tevrat’ta kullanılan dilin kök ve kaynağının Sümer uygarlığına dayandığı tespit edilmiştir. İbranice’de “kızıl toprak” anlamına gelen Adam, Sanskritçe’de “Ada-Nath”’dır ve “ad” kelimesi o dilde bütün kelimelerin önüne geldiğinde (ilk) anlamına gelmektedir. Türkçe’de ata diye kullandığımız kelime bize çok uzak olan ve bugünkü tarih bilgilerimize göre iletişimde olmamızın imkânsız olduğu pek çok eski kültürde aynı ses yapısıyla ve aynı anlamda kullanılmıştır.( Örneğin Samoa dilinde tata, Siyu dilinde atey)

Sümerlerde Adem ve Havva

Sümer yazıtlarının çözümlenmesiyle ortaya çıkan bilgiler özellikle yirmi yıldır insanoğlunun kafasını iyice karıştırmaya başlamış ve evrim teorisini epeyce terletmeye başlamıştır.
NİNTİ
Sümer yazıtlarında yer alan şimdi bizim henüz efsane ya da masal gibi dinlediğimiz bilgilere göre hayat, Âdem ile Havva’dan önce de vardı. Sümer’ce “ti” sözcüğü, hem “kaburga kemiği”, hem de “can vermek” anlamındadır. Eski Mezopotamya’da, adı hem “kaburga kemiğinin kadını”, hem de “can veren kadın” anlamına gelen Ninti, Enki’nin hasta kaburgasını iyileştirmek için Nimhursag tarafından yaratılmış olan tanrıçadır. Buradaki ikili anlam, “tüm canlıların anası” olarak nitelenen Havva’nın neden Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmış olduğunu belki açıklayabilir.
Zecheria Sitchin
Sümerolog Zecharia Sitchin’ e göre bundan 450000 yıl önce, “Nibiru” (planet X) ya da “Marduk” adlı bir gezegenden, bir grup ziyaretçi gelmişti dünyamıza. Nibiru, Pluton’un dışından elips bir yörüngeyle güneş sistemimize bağlı olan “12. Gezegen”di. (Sümerler Güneş ve Ay’ı da sayıyorlardı.) Yörüngesini tamamlaması yaklaşık 3600 yıl sürüyordu ve bu büyük turun önemli bir bölümünü dünyanın çok uzağında geçiriyordu Nibiru. Sümerlerin büyük tanrısı Anu, aslında bu federasyonun başkanıydı ve onun tarafından dünyamıza bazı mineraller almak üzere yollanmış olan ekibe de “Annunaki” deniyordu.( Altın madeni artık atmosferi bozulmaya başlayan Nibiru için bilimsel bir kurtuluş aracıydı)
Nibiru (ya da Marduk) adı ile bilinen gezegenin insanları dünya yüzüne inip maden çıkarmaya ve aracı istasyonlarla kendi gezegenlerine yollamaya başladılar. Annunakiler bir süre sonra çalışmaktan yorularak isyan çıkardılar. Yönetime iletilen bu isyan sonucunda alınan kararla dünyadaki bugünkü insana benzeyen maymun türünün dişisinin yumurtalarını ve kendi spermlerini kullanarak maden işçisi ürettiler. Yazıtlarda çok açıkça anlatılan bu laboratuar çalışmaları ile (şimdiki tüp bebek uygulamaları gibi) üretilen bu işçiler uzunca bir süre Nibirulular için dünya topraklarından altın çıkarmaya devam ettiler. (Özellikle Afrika topraklarında) (Not: Kuranda Ress halkı olarak bahsedilen; sözlükte “bir şeyin evveli, başlangıcı, kuyu, maden, alâmet, eser, kalıntı” anlamlarına gelen bir kavim vardır.)

Tıpkı şimdi dünyada olduğu gibi Marduklular da kendi aralarında kavga ve savaşlar yapıyorlardı. Bu anlaşmazlıklar sırasında ihanetler ve başkaldırılar, yalanlar kıyasıya sürüyordu. (Savaşmayı, sevişmeyi, ihaneti, yalanı dünyaya kimin taşıdığı şimdi belli oldu, dünya kızlarının işi değil aslında savaşmak!)
Sümerlerin Nefilimler dediği bu yabancılar dünyalıları böylesine kullanıp çalıştırırken Anu’ya düşman bir grup Marduklu (özellikle Enki adlı tanrı) tarafından kaçırılıp esaretten kurtarılan birkaç dünyalı çok güzel koşullarda yaşamak üzere iki nehir arasında ve dağlarla çevrili bir alana saklandılar. (Aden adı verilen cennet bahçesi olabilir mi?) Amaçları Anu’dan kurtulup bu yeni dünyada egemen olmaktı. (Enki, Mısır uygarlığında tanrı Ea olarak bilinir ve oğulları arasında dünyayı paylaştırmıştır.)
İnanna ve Sargon

Marduklular tarafından korunmaları için getirildikleri o bölgede güzellikler içinde yaşamaya başlayan dünyalılar “sonsuzluk ağacı”nın meyvesini yedikleri için cezalandırıldılar ama o ağaç her ne idiyse, onun sayesinde kendi kendilerine üremeyi de öğrenmiş oldular. Ve yine Zecharia Sitchin’in aslında çok uzun bir dönemi kapsayan dünya kronolojisine göre önceleri sadece maden çıkarmak üzere tek tek üretilen bu yeni dünyalılar ile Marduklular arasında zamanla gerçek fiziksel beraberlikler başladı.

“Ve vaki ki toprağın üzerinde “adam”lar çoğalmağa başladı ve onların kızları,  doğduğu zaman, Tanrı oğulları “adam” kızlarının güzel olduklarını gördüler ve bütün seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar. Ve Rab dedi, Ruhun adam ile ebediyen çekişmeyecektir, çünkü o da ettir, bunun için onun günleri yüz yirmi yıl olacaktır. Tanrı oğulları insan kızlarına vardıkları ve bu kızlar onlara çocuk doğurdukları zaman, o günlerde hem de ondan sonra, yeryüzünde Nefilimler (devler) vardı, bunlar eski zorbalar, şöhretli adamlardı” Tekvin Bap 6

Önce genetik aşılanma ve sonrası doğal çiftleşmenin yarattığı evrimleşme sonucu oluşan bu ırk; (yani tanrının oğulları ve dünyanın kızlarının çocukları) üstün özelliklere sahip bir medeniyet kurdular ama zamanla sapkınlık, zulüm ve kibirleri arttı. (Bu filim nedense bana hiç yabancı gelmiyor!)
Bu arada Nibirular üstün bilimlerini ve bilgilerini kendi istedikleri dozda dünya yüzünde yaymaya devam ederken, dünya ekseninin kendi gezegenlerinin dünyaya yaklaşması sonucu ters döneceği ve büyük felaketler yaşanacağı bilgisini saklıyorlardı. Bu tufanı daha önce de yaşamışlardı çünkü. Yine Efsaneye göre tanrı Enki dünyalılara yardım etmek istedi ve efsanedeki adıyla Utnapiştim’e (bizim bilgilerimizle Nuh’a) insan ve diğer canlı türlerinden örnek olarak kurtarmak üzere bir gemi yapma emri verdi.
Kutsal sayılan tüm metinlerdeki benzer tufan hikâyesi ile dünya bir kez daha alt üst oldu ve kurtulanlar bugünkü medeniyetimizin temellerini attılar zamanla…
“O günlerde Nuh gördü ki, dünyanın ekseni eğildi ve felaket yaklaşıyordu. O zaman ayaklarını kaldırarak dünyanın ucunda büyük babasının babası, Enok’un (İdris) bulunduğu yere götürdü. Ve Nuh acılı bir sesle üç kez haykırdı: Dinle, dinle, dinle, söyle dünyada neler oluyor? Yeryüzü zorlanıyor ve şiddetli bir şekilde sarsılıyor.” Enok’un Kitabı (64/ 1-3)

“Bunun üzerine kendisine şöyle vahyettik: “Gözümüzün önünde ve vahyimize uygun olarak gemiyi yap. Emrimiz gelince, kaynaklar kaynayıp taşınca her çeşit (evcil hayvanı) ve aleyhlerine hüküm verilmiş olanların dışındaki aileni al. Zalimler adına benimle konuşma; onlar boğulacaklardır.” Sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde, ‘Bizi o zalim halktan kurtaran Allah’a övgüler olsun,’ de.” Sonra, onların ardından, başka bir soy yetiştirdik. Müminun suresi 23-27

İşte biz, yani bugünkü kadın ve erkek; böylesi bir geçmişin çocuklarıyız.
“Ve tanrı oğulları adam kızlarının güzel olduğunu gördüler, onlardan kendilerine eş seçtiler”
Sanırım yaşanan bütün bu savaşların, hırsların, felaketlerin, ihanetlerin bedelleri ödenene kadar birbirimizin peşi sıra koşup, didişmeye devam edeceğiz biz “Tanrının oğulları ve Âdemin kızları”…
İnanılası gibi görünmüyor değil mi? İnanın ben de anlatılanların yalancısıyım…
Nesrin Dabağlar

24 Kasım 2019

Türk Mitolojisi: Yaratıklar, Tanrılar, Tanrıçalar ve Kısa Hikayeleri


İşte sizlere Türk mitolojisi ve içinde barındırdığı yaratıklar, kahramanlar, tanrılar, tanrıçalar ve konu oldukları efsanelerden kısa anlatımlar…
Mitoloji dediğimiz zaman hemen hepimizin aklına Yunan veya Antik Mısır‘a ait tanrılar, tanrıçalar ve yaratıklar geliyor olabilir. Ama çoğumuzun bilmediği bir gerçek var; Türk mitolojisine ait ögeler. Genellikle dini inançla düşünüldüğü için yaratık gibi kavramlara pek inanmıyoruz. Ama kahramanlık ve doğaüstü varlıklara ait birçok hikayemiz olduğu da aşikar. Kısaca en az Yunan kadar dikkat çekici bir Türk mitolojisi olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Yunan mitolojisindeki Sentorlar, Satirler; Mısır mitolojisindeki Anubis, Ra, Bastet gibi ilgi çekici olan Türk mitolojisi yaratıkları, tanrıları ve tanrıçaları hangileri bu yazımızda bahsetmek istedik. Mitolojik kahramanlarımıza ve onların hikayelerine değineceğimiz bu yazımızda, eski Türk toplumunun dünyaya ve olaylara bakış açılarını da anlayabileceksiniz. Üstelik birçok psikanalist; mitolojinin, halkın bilinçaltını ve yaşadığı travmaları yansıttığını söylemektedir.
İşte Türk mitolojisi hakkında bilgi veren tanrılar, tanrıçalar ve yaratıklar:

Suyun Koruyucusu Su İyesi

Suv İyesi, Eğesi, Ezi, Issı, İççisi gibi daha birçok isimle anıldığını görebilirsiniz. Türk, Tatar ve Altay mitolojisinde suyun koruyucu ruhudur. Mitolojiye göre; her su kaynağının, bir iyesi bulunur. Açık renkte kıyafet giyerler ve suyun derinliklerinde, kayalıkların arasında bulunan saraylarda yaşarlar. Aynı zamanda saçsız, sakalsız ve kaşsız varlıklardır. Cisimsiz ve bazı inanışlarda denizkızı, su sunası olarak bilinen yarı balık yarı kadın varlıklardır.
Su iyelerinin hareketlerini anlamak imkansızdır. Çünkü bir anda suyu dalgalandırıp barajları yıkarlar ve insanların boğulmasına neden olurlarmış. Ayrıca kuş ve yılan kılığına girebilirlermiş.

İki Kartal Başlı İnsan Semrük Bürküt

Yrd.Doç.Dr. Mehmet Alparslan Küçük

Güneşin sembolü Kartal, “güneş kuşu” olarak da nitelendirilmektedir. Özellikle çift başlı kartal Türk mitolojisinde önemli yer tutmuştur/tutmaktadır. Çift başlı kartala “öksökö kuşu” ve “bürküt” de denilmektedir.

Bütün kültürlerde “göklerin hâkimi” olarak kabul edilen kartal; kuşlar arasında, ululuk ve yükseklik timsalidir. Bu yüzden; Türkler; kılıç kabzalarında, çift başlı kartal figürünü kullanmışlardır. Ayrıca çift başlı kartal Selçuklu Devleti’nin bayrağında ve armalarında da yer almıştır. Günümüzde ise Türk Polis Teşkilatı’nın armasında ve Arnavutluk bayrağında bulunmaktadır.

Ölümsüzlük suyu içtiği söylenen kartal, Gök Tanrı’nın sembolü olarak kabul edilmektedir. Yakutlar’da “kutsal kam kuşu” olarak da bilinmektedir. Bu kuş; bakır tırnaklı olup, sağ kanadı ile “Güneş”i, sol kanadı ile “Ay”ı kaplayabilmektedir. Bu nedenle gök kuşu ismi de verilmektedir. Çift başlı kartallar, gök direklerinin veya kayın ağacının tepesinde tasvir edilmekte ve gökten yıldırım indirebilmektedir.

Türk mitolojisinde, Tanrı’ya açılan göğün kapısını çift başlı bir kartal beklemekte ve Tanrı Ülgen’in sembolü olarak değerlendirilmektedir. Çünkü gücün göklerdeki simgesi olarak Kartal, gök ile yer arasında hızlı bir şekilde gidip gelebilmekte ve güneşe gözünü hiç kırpmadan bakabilmektedir. Bu özelliği ile o, güneş, ateş, ışık ve göz sembolleriyle ilişkilendirilmektedir. Bu bağlamda da kartal kötülüğün düşmanı ve kötülükle mücadelenin sembolü olarak kabul edilmektedir.

Mitolojik ağaç olan “Hayat Ağacı ”nın üstünde de çift başlı kartal yer almaktadır. Kartal, göğün beşinci katında yaşamakta, canlılar ve insanlar arasındaki “Demir Kazık Kutup Yıldızı”nın olduğu yerdeki kapıda nöbet tutmaktadır. Sıradan canlıların yukarı geçişine izin vermediği gibi kendisi de Tanrı katına çıkamamaktadır. Tanrı’nın mesajlarını kamlara ve hakanlara iletmekle yükümlü kartal, Oğuz Türklerinin kuş ongunları (sembolleri) arasındadır.
Kartal aynı zamanda türeme sembolü olarak da dikkat çekmektedir. Mitolojiye göre Tanrı, insanları kötülükte korumak için kartalı göndermiş, ancak insanlar onun dilinden anlamamıştır. Bu-nun üzerine Kartal, Tanrı’dan yardım istemiş, Tanrı da ilk rastlayacağı insana Kamlık kudretini vermesini söylemiştir. Kartal, ağaç altında uyuyan bir kadına rastlamış, onunla ilişki kurmuş ve kadın hamile kalmıştır. Böylece ondan doğan çocuk ilk kam olmuştur.

Bu nedenle ilk kamın gökyüzünden yere kartallar tarafından indirildiğine inanılmaktadır. Bu inanca bağlı olarak kötü ruhları kovmak için yapılan kamlık töreninde bayılan kamın ruhunun, kartallar tarafından bir kızağa konularak gökyüzüne çıkarılması da bunu desteklemektedir.

Dişi Kurdun Sembolü Asena

Belki de en tanınmış mitolojik karakterdir. Türkiye’de dişi kurda verilen isimdir. Buna karşın Türk mitolojisi ile ilgili kaynaklarda çoğunlukla, dişi kurdun doğurduğu erkek çocuklardan birisidir. Asena efsanesinin birçok farklı şekli bulunur. Aşina, Zena, Asen, Şunnu gibi isimlerle anılan sülalenin, bu dişi kurttan türediğine inanılır. Ayrıca aslının Açina kelimesinden geldiği de bilinir.
Asena efsanesinin birbirinden farklı şekilleri bulunduğunu söylemiştim. Tarih kitapları da bu konuyu farklı şekillerde aktarmaktadır. Bu efsanenin en eski haline ise Antik Çin kaynaklarında Tü’küe halkının türeyişini anlatan efsanede rastlanır. Bu efsaneye göre;
Hiung-nu’ların bir uzantısı olan Tü’küe kavmi, hükümdar soyundandır ve ismi A-Se-Na’dır. Bu soy, kendine ayrı bir ordu kurar ve daha sonra komşu bir kavmin yenilgisine uğrar. Bu yenilgi sonucunda tüm kavim katledilir. Ama 10 yaşında bir çocuk, hayatta kalır. Kimse bu çocuğu öldürmeye cesaret edemez ve ayaklarını keserek bir bataklığa atarlar. Bu bataklığa ise bir dişi kurt gelir ve çocuğu etle beslemeye başlar.
Çocuk büyüdüğünde ise dişi kurtla çiftleşir ve kurt gebe kalır. Bu sırada düşmanların kralı, çocuğun yaşadığını öğrenir ve öldürmeleri için adamlarını gönderir. Çocuğu öldürmeye gelen adamlar, dişi kurdu görünce öldürmek istemezler. Dişi kurt, Turfan’ın kuzeybatısında bulunan bir dağın zirvesindeki mağaraya kaçar. Mağaranın içinde ise uzun otlarla kaplı, etrafı dağlarla çevrili bir ova vardır. Dişi kurt burada 10 oğlan çocuk doğurur. Bu çocuklar büyüyünce dışarıdan kadınlar alırlar ve soylarını kurarlar. Çocukların her biri ayrı bir soy adı alır ve birisi de A-Se-Na olur.

İyilik Tanrısı Ülgen

Türk mitolojisinde yani tengricilik döneminde, iyilik tanrısıdır. Ülken, Ulgan gibi farklı isimlerle de anılır. Göğün 16. katında yaşar ve Kayra Han’ın oğludur. Aynı zamanda Kayra Han’dan sonra ikinci derece öneme sahiptir. Tek tanrı inancına göre; Gök Tanrı’nın oğludur ve gökyüzünün hükümdarıdır. Sibirya kavimlerinde ise yaratıcı tanrı olarak isimlendirilir. Altın Dağ’da, altın bir sarayda yaşar. Ayrıca altın bir tahtta oturur.
Gök cisimleri yöneten Ülgen; hava durumu, verimlilik, doğurganlık gibi konularla ilgilidir. Yani göksel ve mitolojik olayların ilk kaynağı olarak bilinir. Aynı zamanda biri beyaz, biri siyah iki taşla gelip, insanlara ateş yapmayı öğrettiği de söylenir. Uzun saçlı ve büyük kalkanlı bir karakterdir. Yunan mitolojisindeki “Tanrıların babası Zeus” gibi yıldırımlar ve şimşeklerle tasvir edilir. Yıldırımla vurduğu yerin ise kutsandığı düşünülür.
Ülgen’in 7’şer oğlu ve kızı vardır. Eşinden ise Taz Hanım (Kel Hanım) olarak, birkaç kaynakta bahsedilir. Kendisi gibi çocuklarının da insan şeklinde göründüğü bilinir. Göğün hakimi olduğu için mavi renk ile simgelenir. Ayrıca dünyayı taşıması için 3 balık yaratır. Göğün 16. katı olarak belirtilen yaşadığı yer ise Ay, Güneş ve yıldızlardan çok uzaktadır. Sağında ve solunda iki ak Güneş bulunur. Bunlar ise kendisine ulaşmak isteyen şamanlar için bir engeldir. Şamanların en güçlüsünün bile Altın kazık yani Kutup Yıldızı’na kadar ulaşabildiği söylenir.

Yaratıcı Tanrı Kayra Han

Kayır Han, Kayrakan gibi isimleri de bulunur. Ama Kara Han ile karıştırılmamalıdır. Türk Altay mitolojisinde Yaratıcı Tanrı veya Baş Tanrıdır. Babasının, ilk tanrı olan Gök Tengri olduğu söylenirken, annesinin olmadığı bilinir. Göğün 17. katında oturur ve diğer bütün tanrıların yaratıcısıdır. Evrenin kaderini belirleyen ve iyilik yönü ağır basan bir tanrıdır. Yeryüzünü yaratıp, dokuz dallı bir ağaç dikmiştir. Bu ağacın yer ile göğü birbirine bağlayan “Uluğ Kayın” (yaşam ağacı) olduğu bilinir. İnsanların atası olan dokuz kişi de bu ağacın dallarında türeyerek, dokuz boy ortaya çıkar.

Altayların yaratılış efsanesinde de Kayra Han, dünyanın yaratıcısıdır. Tüm gök tengricilikte, Erlik Han’ı cezalandıran ve ye altı tanrısı olma emrini veren tanrıdır. Yani Yunan mitolojisindeki Zeus ile aynıdır. Kayra Han’ın 4 oğlu vardır. Bunlar; Ülgen, Yer Tengri, Mergen ve Kızagan’dır. Tanrıların tanrısı olduğu için somut nitelemeler pek yapılmamıştır ve soyut yönü anlatılmıştır. Bu nedenle de insan biçimli olarak tasvir edilmemektedir. Kışları yeryüzünde, yazları ise gökyüzünde geçirdiği bilinir.

Yeraltının Kötü Tanrısı Erlik Han

Yunan mitolojisindeki Hades ile eşdeğer görülen tanrıdır. Kayra Han tarafından cezalandırılmış ve yeraltının tanrısı olarak görevlendirilmiştir. Erlik Han, kötülük yapan Tanrı ruhu olarak tanımlanır. Gök Tanrı’nın oğludur. Günümüzde ise kötü cin olarak tanımlanır. Altayların yaradılış hikayelerinden birine göre Erlik Han; dünyanın yaradılışında Kayra Han’a kötülük yapmıştır ve cezalandırılmıştır. Bu nedenle de yeraltı aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda gümüş bir tahtta oturmaktadır. Bu sarayda koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emrinde ise dokuz semerli boğa bulunmaktadır.
Efsaneye göre; hayat ağacının dallarında türeyen halkın biri için Erlik, “bu halk benim olsun” der. Kayra Han da “git kendi halkını bul” der. Daha sonra Erlik, ağacın doğuya bakan 5 dalından istifade etmesine izin verilen halkı, diğer yasaklı dört dala geçirmek için baştan çıkartır. Erkek Törüngey ile kadın Eje, Erlik’in “bu dört dal aslında size yasak değil, meyveleri de pek tatlı, dilediğiniz kadar yiyin,” lafına kanar. Erlik, ağacı bekleyen yılan uyurken ağzına girerek ağaca çıkar. Eje’ye müsaade ettiğini söyleyerek meyve sunar, Törüngey’in de ağzına sürer.
Tanrı, bu durumu fark eder ve Erlik’i cezalandırır. Eje’ye “sen benim sözümü tutmadın, bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancısı çekesin” der. Törüngey’e ise “sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın,” der. Yılana, “sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın,” der. Sonra da Eje, Yörüngey ve yılanı, hanesinden kovar ve dünyaya gönderir.
Kısaca bildiğimiz Adem ve Havva hikayesinin, Türk mitolojisindeki benzeridir. Erlik; atletik yapılı, sağlam gövdeli, yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri ve kaşları kapkara tasvir edilir. Ayrıca çatal sakalının dizlerine kadar uzandığı bilinir. Kulaklarının üstü, uzun kıllarla kaplıdır. Çenesi, tokmağa; boynuzları ise ağaç köklerine benzer. Kamçısı karayılandır.

Güler Yüzlü Utkuuçi

Gökyüzünde yaşayan ve Ülgen’e en yakın olan ruhtur. İsmi güler yüzle karşılayan anlamına gelmektedir. Kurbanı, Ülgen’e ileten ruh olarak bilinir. Elindeki yayın iki ucunda, kanatlı at bulunur. Kalkanında ise çift başlı kartal simgesi yer alır. Utkucu ismiyle de anılır.

Yaşam Döngüsünü Başlatan Ak Ana

Türk ve Altay başta olmak üzere birçok mitolojide, Deniz Tanrıça’dır. Türk dillerinde; Ağ Ana, Ürüng Ene, Şura Ene olarak anılırken, Moğollarda Sagan Ece olarak bilinir. Hiçbir şey yaratılmadan önce yalnızca sonsuz su varken çıkmıştır. Tanrı Ülgen’e yaratma ilhamını vermiştir ve yine suya dönmüştür. Işıktan bir bedeni bulunur ve başında gücünü simgeleyen taç benzeri boynuzları vardır. Denizkızı gibi uzun bir balık kuyruğu da bulunur ve bu kuyruk, maviye çalan bir renktir. Etrafında denizyıldızları dolaşırken tasvir edilir.
Hayatın başlangıcında, her şeye ruh veren ve yaşam döngüsünü başlayan tanrıça, Akdeniz’de yaşar. Geyik şekline girerek su yüzünden çıktığı, Göktürklerin Atası ile evlendiği söylenir.

Savaş Tanrısı Kızagan Han

Yunan mitolojisinin Ares’i; Türk mitolojisinde Kızagan Han’dır. Yani savaş tanrısıdır. Kayra Han’ın oğludur ve göğün 9. katında yaşar. Fazlasıyla kuvvetlidir. Ordu yönetme konusunda uzmandır. Kızıl yuları bulunan, kızıl bir deveye biner. Gökkuşağı ise asasıdır ve savaşçıları korur.
Türk Moğol İmparatorlukları birer fetih devleti olduğu için savaşçıların önemli olduğunu biliyorsunuz. Kızagan da bu savaşçıların tanrısıdır. Türk mitolojisi kahramanları arasında ilk sırada yer alan karakterlerdendir. Masallara, efsanelere ve tarihi savaş filmlerine bu nedenle sıklıkla konu olmaktadır. Tarihte çok az askerle, kendinden kat kat üstün orduları yenmelerini sağlar.

Akıl Tanrısı Mergen Han

Pergen Han olarak da bilinir ve Türk – Altay mitolojisinde Akıl Tanrısıdır. Her şeyi bilen Mergen, aklı ve zekayı temsil eder. Kayra Han’ın oğullarından birisidir. Göğün 7. katında oturur ve bilgisi nedeniyle her şeye gücü yettiği kabul edilir. Bilgeliği sayesinde attığı okun, hedefinden şaşmadığı söylenir. İnsanlara bilgelik veren, bilimi ve felsefeyi öğreten karakterdir. Yayının iki ucunda kurt kapası vardır. Ayrıca kollukları da kurt kafası şeklindedir.
Alaca bir ata binen Mergen, Yunan mitolojisindeki Hermes‘tir. Tanrı ve insanlar arasındaki iletişimi sağlayan bir habercidir.

Yaşam Ağacının Sahibi Umay Ana

Türk mitolojisinde Umay Ana, doğum ve bereketin sembolüdür. Humay, Omay ve Imay isimleriyle de anılmaktadır. Dişi olarak tasvir edinir ve iyiliği temsil eder. Doğacak olan çocukları belirler ve onları korur. Gümüş renkli uzun saçları vardır ve orta yaşlı görünür. Üç boynuzu vardır ve beyaz bir elbise giyer. Yaşam ağacının sahibi olarak tanımlanır ve yeryüzüne bereket saçar. Gökyüzünde yaşar ve yeryüzüne zaman zaman iner. Yanında kuğu veya zarif bir atla tasvir edilir.
Çocuğu olmayan kişiler, kendisine kurban adar. Hamileleri korur ve umacı gibi düşsel varlıkları gönderir. Ama bu korkutucu bir anlama gelmektedir. Eğer Umay Ana, bir evdeki çocukları korumuyorsa o çocuklar ölür. Bu nedenle de Kara Umay ismiyle de anılabilir.

Duman Tanrısı Karlık Han

Ülgen’e kurbanların ruhlarını ileten karakterdir. Türk ve Altay mitolojisinde Duman Tanrısı olarak bilinir. Karluk Han ismiyle de anılır ve sembolü dumandır. İnsanların yaşamlarını denetleyen, bir değişik olduğunda da Ülgen’e ileten mitolojik karakterdir. Kurbanlar yakıldığı zaman çıkan duman, Karlık Han’ın geldiğinin habercisidir. Genellikle Suyla Han ile birlikte görülmektedir.

Yazgı Tanrısı Suyla Han

Türk ve Altay mitolojisinde Yazgı Tanrısı, Suyla Han’dır. At gözlü, kartal gagalı, eşek kulaklı ve yılan saçlı olarak tasvir edilir. Su ile Güneş ve Ay’ın ışığından yaratıldığı bilinir. Totemi, ağaçkakandır ve bu kuş, Tanrı’nın elçisi olarak kabul edilir. Suyla Han, insanları korumakla görevlidir ve Karlık Han gibi onların yaşamlarını denetler. Ülgen’in en önemli yardımcılarından birisidir. Şamana kurbanları götürürken yardımcı olarak, kötü ruhların saldırısından korur.
Suyla Han’ın gözleri, otuz günlük uzaklığı görecek keskinliktedir. At Gözlü Kartal ve İki Dilli Kekeme Han gibi isimlerle de anılmaktadır. At kafasından oluşan büyük bir kalkan taşır.

Irmak Tanrısı Yayık Han

Türk ve Altay mitolojisinde Irmak Tanrısı, Yayık Han’dır. Irmaklardan ve göllerden sorumludur. 17 ırmağın buluştuğu yerde yaşamaktadır ve kamçısı şimşektir. Büyük Tufan’dan sonra gökyüzüne çıkmıştır. Irmaklara, rüzgar ve sularla hükmeder. Su yılanı ve su ejderi kılığına girebilir. İnsanları kötülükten koruduğuna inanılır. “Yayık Kaldırma” adı verilen cansız nesne kurban etme törenleri kendisi için yapılmaktadır. Ayrıca ilkbahar geldiği zaman, at ve küçükbaş hayvanların ilk sütleri, bulgur ile lapa haline getirilir ve ırmaklara saçılır.
Göğün 3. katında oturan Yayık Han, şamanların düşünsel yolculuklarına yardım etmektedir. Kazak ve Kırgız hikayelerinde Tepegözü kör eden kahraman olarak adı geçer. Şamanların ayin ve törenlerinde oldukça önemli bir yeri vardır. Ayrıca Altaylar, ırmak taşkınlarında “Yayık sudan çıktı” derler. Taşan suların ruhudur ve yeryüzündeki tüm sular ona aittir.
Şaman dualarında Yayık tasviri sıklıkla yapılır. Bunlara göre; Ülgen’in habercisi, kızıl bulut kenarlı, gökkuşağı dizginli ve solgun şimşek kamçılıdır. Tuva şamanları tarafından “Ak Eren” olarak da adlandırılır. Bazılarına göreyse büyük bir ejderha görünümündedir.

Güzellik Tanrıçası Ayızıt ve Kızları

Türk ve Altay mitolojisinin Afrodit‘i, Ayızıt’tır. Yani güzellik tanrıçasıdır. Ayığsıt Hanım olarak da bilinir. Aşkın ve güzelliğin simgesi olarak betimlenir. Totemi ise kuğudur. Kuğuların kutsal sayılmasının ve onlara dokunulmamasının sebebi de budur. Gümüş tüylü bir kısrak kılığına girebilir ve gökten bu şekilde iner. Kısrağın kuyruğu ve yeleleri ise kanat biçimindedir. Ormanlarda dolaşır ve beyaz bir kalpağı vardır. Aynı zamanda omuzlarını açık bırakan bir atkısı da bulunur.
Ayızıt; çocukları ve yavru hayvanları korurken, insanlara sevgi ilham eder. Sarayının kapısında elinde gümüş kaplar ve kamçılar olan bekçiler vardır. Bu bekçiler, kötü insanları içeriye almazlar. Ayızıt’ın kızları vardır ve onlar da kuğu kılığına girebilirler. Bu kızların büyülü, beyaz tülleri vardır ve bunları giydikleri zaman kuğuya dönüşürler. Ayrıca Ayızıt’ın kızları, beyaz turna kuşunu simgelerler.
Yakutlara göre Altın Kitap, Ayızıt’ın elinde bulunur. Bu kitaba, tüm insanların yaşamları kaderleri kaydedilir.

Doğum Tanrıçası Kübey Hatun

Türk ve Altay mitolojisinde, Kubay Ana ismiyle de bilinen doğum tanrıçasıdır. Doğum yapan kadınları korur ve dişiliği simgeleştiren tanrıçadır. Süt Gölü’nden tulumlarla süt getirir ve doğacak çocuğun ağzına damlatır. Böylece çocuğun dışarı çıkmak istemesini sağlar. Yaşam ağacının içinde yaşar ve bacakları, ağacın kökünü andırır. Bedeni şişman değildir ve orta yaşlı görünür. Üst kısmı çıplaktır ve göğsünden süt verir. Uzun saçları vardır ve ışık saçar. Hamile bir kadın doğum yaparken, gökten iner ve onun yanında durur; ama kadın onu göremez. Çocuk doğduktan 3 gün sonra gider.
Kübey Hatun, yeryüzündeki saf ve temiz olan her şeyi korur. Bu nedenle de Temizlik Tanrıçası olarak görülür. Altay Türklerinde kayın ağacının kutsal sayılmasının nedenidir. Özellikle beyaz ulu kayın ağaçları, ilahi kabul edilir.

Türklerin Atası Oğuz Kağan

Türk ve Altay mitolojisinde Türklerin atasıdır. Annesi Ay Kağan, babası ise Kara Han’dır. Aynı zamanda Oğuz Kağan Destanı‘nın başkahramanıdır. İlk Türk devletinin kurucusu olarak kabul edilen Oğuz Kağan’ın hayatı, daha doğumundan başlayarak olağanüstü olaylarla doludur. Yüzünün maviye çalan al renkli, ağzının ise ateş gibi olduğu bilinir. Çok çabuk büyümüştür ve doğar doğmaz bir kere süt emip, ardından çiğ et yediği söylenir.
Oğuz Kağan’ın gücü simgeleyen boynuzlu bir tacı vardır. Ormanda tek boynuzlu bir yaratıkla vuruşarak öldürdüğü bilinir. Bu yaratığın ise gergedan veya şeytan olduğu kabul görmüştür. Babası Kara Han’ı öldüren Oğuz Kağan, birçok boya adını vermiştir. Bu boylar; Uygurlar, Kanglılar, Kıpçaklar, Kalaçlar, Karluklardır. Aynı zamanda iki eşinden toplamda 6 oğlu olmuştur. Bunların çocukları ise Oğuz boylarını oluşturmuştur.
Bir gün avlanırken, adanın ortasında bir ağaç kovuğunda ışık saçan güzel bir kıza denk gelir. Yarsub isimli bu kızla evlenir ve 3 oğlu olur. Yıllar sonra bir gün gökten güçlü, mavi bir ışık düşer ve ortasında güzel bir kız bulur. Gök-Kal isimli bu kızın başında kutup yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti bulunur. Bu kızla da evlenir ve 3 oğlu daha olur. Rüyasında gördüğü gümüş oku bulup getiren ilk üç oğluna, oku bölerek paylaştırır. İkinci karısından olan üç oğluna da yine rüyasında gördüğü altın oku paylaştırır.
Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan üç oğlu, Türk ve Altay mitolojisinde yersel kavim olan Üçokları (Uçokları) temsil ederler. İsimleri; Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han’dır. İkinci eşinden olan üç oğlu ise mitolojide göksel kavimdir ve Bozokları temsil ederler. İsimleri ise Gün Han, Ay Han ve Yıldız Handır.

Oğuz Kağan’ın Babası Kara Han

Kayra Han ile karıştırılmamalıdır. Kara Han, Oğuz Kağan’ın babasıdır ve Kara Ulus’un önderidir. Kara Ulus ise soylu olmayan insanlar için kullanılmaktadır. On oğlu ve dokuz kızı bulunmaktadır. Soylu olmadan, halktan bir kişi iken sonradan Han’lık kazanmıştır. Türk ve Altay mitolojisinde söylencesel hakan olarak bilinir. Karadeniz’de yaşar ve Akdeniz’in yanında ikincil öneme sahip olarak görülür. Bazı kaynaklara göre Oğuz Kağan’ın babası değildir. Yalnızca soyunun Ay olarak gösterilmesinden dolayı kelime benzeşimi de olabileceği düşünülmektedir. Türklerde, kara kuzeyin sembolüdür ve gücü vurgular.

Oğuz Kağan’ın Eşleri Yarsub ve Gök-Kal

Oğuz Kağan’ın ilk eşi Yarsub’dur ve yer ile suyu temsil eder. Saçları akarsu gibi mavi, dişleri inci gibidir. Çok güzeldir ve Oğuz Kağan onu bir ağaç kovuğunda otururken görür ve onunla evlenir. Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han isimlerinde üç oğlu olur. İkinci eşi ise Gök-Kal’dır ve gök ile havayı temsil eder. Son derece güzel, başında ışık demeti olan bir kızdır. Gökten mavi bir ışıkla düşer. Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han isimli üç oğlu daha olur.

Gökyüzü Kağanı Gök Han

Türk ve Altay mitolojisinde Gökyüzü Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ilk eşi Yarsub’dan doğan oğludur. Gök Han, Türk yurdunun sınırsızlığını ve enginliğini simgelemektedir. Bu nedenle de gökyüzünün sonsuzluğu, büyük bir önem arz etmektedir. Totemi, sungur kuşudur ve maviye çalan rengi vardır. Diğer kuşları avlamaktadır.

Dağ Kağanı Dağ Han

Türk ve Altay mitolojisinde, Dağ Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan oğludur. Dağ Han’ın totemi, uçkuştur. Türk devletinin, ululuğunu ve büyüklüğünü simgelemektedir. Bu nedenle de bazı dağlar, Türklerde kutsaldır. Örneğin; Altay ve Tanrı Dağı. Bunlara ek olarak mitolojik dağlar da vardır ve bunların en önemlileri; gökyüzündeki Altındağ, yeraltındaki Bakırdağ, yeryüzündeki Demirdağ’dır. Altındağ, dokuz rüzgarın kesiştiği yerde başlamaktadır. Demirdağ ise dokuz ırmağın kavuştuğu yerdedir. Bakırdağ ise dokuz yeraltı denizinin birleştiği yerde bulunur.

Deniz Kağanı Deniz Han

Türk ve Altay mitolojisinde Deniz Kağanı’dır. Tengiz Han olarak da isimlendirilir. Oğuz Kağan’ın ilk eşinden olan son oğludur. Türk Devleti’nin denizlerdeki egemenliğini ve enginliğini simgelemektedir. Totemi, çakır kuşudur ve maviye çalan renklidir. Aynı zamanda çakır kışının denizi çağrıştırdığı bilinir. Ek olarak Oğuz Kağan Destan’ında gökten inen kurt, mavi bir ışık içindedir. Deniz Han’ın ismini bu şekilde aldığı bilinir.

Güneş Kağanı Gün Han

Türk ve Altay mitolojisinde Güneş Kağanı‘dır. Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden doğan oğludur. Gün Han’dan türeyen boylar arasında en bilineni, Kayı Boyu‘dur ve bildiğiniz gibi bu boy, Osmanlı Devleti’ni kurmuştur. Güneş’e duyulan hayranlığın, mitolojik halidir. Gün Han’ın totemi, laçın kuşudur. Şahin olarak da bilinir ve diğer kuşları avlaması için kullanılır. Gün Han, altın bir otağ kurdurmuştur ve sağ tarafına 40 kulaç yüksekliğinde bir direk diktirmiştir. Bunun üzerine de altın bir tavuk koydurmuştur. Türk mitolojisinde altın, Güneş’i sembolize etmektedir.

Ay Kağanı Ay Han

Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden olan oğludur ve ongunu kartaldır. Kartal, hükümranlığını temsil etmektedir. Türk ve Altay mitolojisinde Ay Kağanı’dır. Sara Han ve Hara Han olarak da anılır. Ay, birçok kültürde dişil bir varlıkken, Türklerde hem dişi hem de erkek Ay Tanrısı bulunur. Ama Ay Han bir tanrı değil, kutsal bir kişi olarak görülür.

Yıldız Kağanı Yıldız Han

Türk ve Altay mitolojisinde, Yıldız Kağanı’dır. Oğuz Kağan’ın ikinci eşinden olan oğludur. Yıldızlar, yön bulma ve yol gösterme özelliğine sahiptir. Yıldız Han da bunları nitelemektedir. Yıldızların simgesel olarak kişiliğe bürünmüş halidir. Ongunu, atmacadır.

Kartal Tanrıça Bürküt Ana

Kartal Ana olarak anılır ve Türk, Altay, Moğol mitolojisinde Kartal Tanrıça‘dır. Şamanları yeryüzüne getiren tanrıdır. İnanışa göre; Şaman olacak bir çocuğun ruhu, bir kartal tarafından yutulur. Daha sonra kartal, güneşli bir bölgeye göç eder ve çayırların ortasında bir kızıl çam ve bir kara kayın olan yere gelir. Kartal yumurtayı burada ağaçlardan birisinin tepesine bırakır. Yumurta bir süre sonra çatlar ve içinden bir çocuk çıkarak, ağacın altındaki beşiğe düşer.
Bazı Türk boyları, kartaldan türediklerine inanır. İyi şamanların, kızıl çam üzerindeki kızıl yumurtadan; kötü şamanların ise kara kayın üzerindeki kara yumurtadan çıktıkları bilinir. Kartallar ise ömrü boyunca şamanları korurlar ve yardımcı olurlar. Bu kartalın ise çok büyük olduğu ve sol kanadıyla ayı, sağ kanadıyla da güneşi kapladığı bilinir.

Gökyüzü Tanrısı Ürüng Ayığ Toyon

Türk, Altay ve Yakut mitolojisinde, Gökyüzü Tanrısı‘dır. Ürüng Ay Toyon, Ayığ Han ve Ayıh Han gibi isimlerle de anılır. İnanışa göre; ilk insanı o yaratmıştır ve dünyayı idare eder. Yaratıcı ruhların da lideridir. İnsanların sahip olduğu yetenekleri o vermektedir ve ilham kaynağıdır. Toprağın bereketli olmasını da sağlayan Ürüng Ayığ Toyon, yaratıcılıkla ilgili tüm unsurların kaynağı olarak görülür. Yiğitleri ölümden kurtardığına ve ölen kahramanlara yeniden can verdiğine inanılır. Ürüng kelimesi, beyaz, saf ve temiz olarak tasvir edilmektedir.
Ürüng Ayığ Toyon’a, beyaz at kurban edilir ve canlı olarak doğaya salınır. Bundan sonra kimse o hayvana el sürmez. Göğün 13. katında oturur ve insanların ısınması için Güneş’i yaratmıştır. Görünüm olarak ulu ve nurlu olarak tasvir edilir. Elinde ise kurt başlı bir asa vardır. Ongunu da kartaldır. Eşinin ise Kübey Hatun olduğu bilinir. Kimi kaynaklar ise eşinin Ayızıt olduğunu göstermektedir.
Yakut halkının inanışında da gökyüzünün tanrısıdır. Gökyüzünün en üstünde, iki beyaz güneş ile yaşayan yaşlı bir adam olarak tasvir edilir. İki beyaz güneşi birbirinden ayırarak, insanların ısınması için 3. Güneşi yaratmıştır.

Loğusa Kadınların Düşmanı AlKarısı

Türk, Anadolu ve Altay halklarının inancına göre loğusa dönemindeki (yeni doğum yapan) kadınlara ve atlara musallat olduğuna inanılan yaratıktır. Bu efsanenin temeli ise Şamanizm’e uzanmaktadır. İnanışa göre; loğusa kadınların ve yeni doğmuş çocukların ciğerleriyle beklenmektedir. Korunmak için de çeşitli yöntemlere başvurulur. Loğusa kadın yalnız bırakılmak, ışık sürekli açık tutmak, başucuna Kuran-ı Kerim koymak, yüzünü kırmızı örtü ile örtmek gibi yöntemlerdir. Alkarısı’nın, albastıya neden olduğuna inanılmaktadır.
Tevrat ve İncil’e göre Alkarısı’nın, Adem’in ilk karısı olduğuna inanılan Lilith ile de eşleştirildiği bilinmektedir. Türk mitolojisi yaratıkları arasında olan Alkarısı, kırmızı ve uzun bir elbise giyer. Çirkin, uzun boylu, iyi yapılı ve dağınık saçlı olarak tasvir edilir. Bazılarına göre tek gözlü çirkin bir yaratıktır. Bazıları ise Alkarısı’nın, dünyanın en güzel kadını olduğu söylemektedir. En çok sevdiği şeyin, at yelesini örmek olduğu bilinir.

Yer Tanrıçası Ötügen Ana

Yer Tanrıçası olarak da bilinir. Devleti, hakimiyeti, hayvanları ve toprakla ilgili tüm ürünleri koruyan tanrıçadır. Sular, dağlar ve ağaçlarla bir bütündür. Bu nedenle de her şeyin anası olarak tanımlanır. Aynı zamanda yabani hayvanların sahibesi olarak da bilinir. Ölen insanların da göğsüne geri dönüp, yeniden doğduğuna inanılır.
Elinde dokuz kartal başlı bir asa bulunur. Bu asanın, hayat ağacını temsil ettiği bilinir ve beş tanesi doğuya, dört tanesi batıya bakmaktadır. Melek kanatları ile tasvir edilir ve elinde karşılıklı (ying-yang’a benzer şekilde) iki kartal kafasından oluşan kalkanı vardır.

Kutsal Yol Gösterici Sigun Geyik

Sigun Geyik olarak da adlandırılır ve Türk, Altay, Moğol mitolojisinde kutsal geyiktir. Türk lehçesinde alageyik olarak da bilinir. Türk mitolojisi hayvanları arasında kutsaldır. Bazı Türk ve Moğol boyları, soylarının bu hayvandan türediğine inanılır. Bu soyun bir kolu, Gökkurt iken; diğer kolu Gökgeyik’tir. Ayrıca geyik sürülerinin başında bulunan idareci kurtlara da Gökgeyik ismi verilir. Bu geyiklerin, boynuzları ise en önemli sembolleridir. Dokuz boynuzluğudur ve boynuzlar, dokuz budaklıdır. Aynı zamanda yeryüzünün simgesidir. Anadolu ve Asya halı desenlerinde de geyik motifinin bolca işlendiği bilinmektedir.
Bir Türk efsanesinde bu geyikten şu şekilde bahsedilir. Türklerin ataları hayatlarını bir mağaranın içinde sürdürürdü. Her gün güneş battığında göl ruhu, ak geyik şekline giren kocasını deniz altına götürüp, sabah olunca denizden çıkarırdı. Bu geyik, öküz başlı ve at kuyruklu tasvir edilirdi. Kutlu bir hayvan olarak da erenlerin ve ozanların yanında yer aldıkları bilinir.
Geyik; Türklere Ergenekon‘a girişte, Hunlara batıya göçlerinde yol göstermiştir.

Çocukların İsim Babası Gök Sakallı Hızır

Kayın ağacından inip insanlara yardım eden ve çocuklara isim veren mitolojik karakterdir. Altın sakallı, ay koca olarak da tasvir edilmektedir. Ak-boz olarak tarif edilen bir ata binmektedir. Bu at; kanatlı, boynuzlu veya balık pullu ve kuyruklu olarak tasvir edilmektedir. Gök Sakallı Hızır, ölüme çare aramıştır ve yolu süt gölüne düşmüştür. Burada havada uçmak için kanatlı, suda yüzmek için yüzgeçli atlara rastlamıştır. Uçan atların kanatlarını uçmamaları için kırmıştır ve diğer atlarla çiftleştirmiştir. Cins atlar da bu şekilde türemiştir. Aynı zamanda Hızır’ın atı bengisu içtiği için ölümsüzdür.
Elinde kurt başlı bir asa tutar ve buna çevgen denir. Diğer elinde de yine kurt başlı, bir kama tutmaktadır.

Ateş Tanrıçası Od Ana

Od Ana ismiyle de bilinen tanrıça, Türk, Altay ve Tatar mitolojisinde Ateş Tanrıçasıdır. Ocağı ve içinde yaşanan ateşi korumaktadır. Kırmızı giyinen, yaşlı bir kadındır. Ateşin yayılmasıyla dalgalanan kırmızı ipekten bir kaftanı bulunmaktadır. Genç ve al bir kısrağa binmektedir. Uzun, kırmızı ve örgülü saçları bulunmaktadır. Saçları da ateşi simgelemektedir. Çok büyük göğüslü bir şekilde tasvir edilir. Her ocağa bir koruyucu ruh olarak gönderilir. Yedi oğlu vardır ve hepsi Ateş Tanrısı’dır. Yeryüzündeki ilk ocağı ise Ülgen’in kızları yakmıştır ve Od Ana’ya emanet etmiştir.
Od Ana, dokuz ateş ırmağının kavşağında, dokuz köşeli bakır bir evde yaşamaktadır. Bu evin ise ülkenin koruyuculuğunu simgelediğine inanılmaktadır.

Filozof Bügü Kağan

Büğü Tekin ismiyle de bilinir ve Uygurca filozof anlamında kullanılır. Aynı zamanda büyücü ve sihirbaz olarak da adlandırılır. Savaşçı bir kağan değildir ve Mani dinini, Uygurların resmi dini olarak kabul etmiştir. Bu dinin mensupları ise beyaz bir elbise giymektedir.

Tek Gözlü Dev Tepegöz

Türk mitolojisi yaratıkları arasında yer alan tek gözlü bir devdir. Kaf Dağı’nda yaşar ve annesi, alageyik şekline girebilen bir peridir. Bu perinin, bir çobanla birleşmesinden doğmuştur. Mitolojide bu dev, bazen kadın bazen de erkek olarak tasvir edilir. Büyülü bir yüzük taşır. Yalnızca gözünden vurularak öldürülür ve bedeninin diğer kısımlarına silah işlememektedir. İnsan eti yer ve insan kemiklerinden örülmüş bir kalede yaşar. Aynı zamanda bazen demir kıyafetli olarak anlatılır. Kirgis adını taşıyan bir tepegöz ise en tehlikelisi olarak bilinir.
Bir Dede Korkut masalında ise kılıcın kesmediği, okun işlemediği bedeni olan, yalnızca gözünden zarar gören, çobandan olmaz, periden doğma bir canavardan bahsedilir. Basat isimli kahraman bu canavarı öldürür.

Deniz Tanrıçası Geyik Tanrıça

Göktürklere ait bir mitolojide, atalarından birisinin bir mağarada ak geyik kılığına giren bir deniz tanrıçası ile ilişkisi olduğu anlatılmaktadır. Nesillerinin kurttan geldiğini söyleseler bile dişi bir ak geyiğin rol oynadığını da söylerler. Bu nedenle de geyik tanrıça veya deniz tanrıçası olarak anılan, yol gösterici dişi bir geyik vardır.
Geyik Tanrıça’nın kafasında geyik boynuzu bulunmaktadır. Aynı zamanda kanatları vardır ve siyah örgülü uzun saçlarıyla tasvir edilir.

Yol Gösterici ve Savaşçı Gök Kurt

Bozkurt olarak bilinen Gök Kurt; Türk, Moğol ve Altay mitolojisinde kutsal hayvandır. Aynı zamanda ulusal semboldür. Yol gösterici, kutlu kurt gibi isimlerle de anılır. Türk ve Moğol boylarının ortak ongunudur. Göktürklerin, mavi bayraklarında da kurt başı resmi vardır. Bozkurt, gökyüzünü temsil etmektedir. Savaşçılığı, özgürlüğü, doğayı da temsil etmektedir. Türk ulusunun başına bir kötülük geldiğinde ortaya çıkarak yol gösterdiğine inanılmaktadır.
Kurttan süt emen çocuğun hikayesi de 6. yüzyıla kadar betimlenmiştir. Erenlerin ve evliyaların, bazen kurt kılığına girdiğine inanılmaktadır. Türk ve Hilal taktiği neden yarım çember ile düşmanı alt etme yöntemi de kurtlardan öğrenilen bir yöntemdir. İlk defa Türkler uygulamıştır.
Bozkurt, Türklerin ulusal sembolüdür ve tarih öncesi zamanlardan beri kutsal görülmektedir. Bunun nedeni ise bir bozkurdun soyundan geldiklerine inanmalarıdır. Bugün ise Türk milliyetçiliğinin sembolüdür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türk paralarının üzerine Bozkurt resmi basılmıştır.
Birçok destana, bozkurt konu olmuştur. Türeyiş Destanı‘nda erkek kurt önemli bir rol oynamaktadır. Hiung-nu tanyusu iki güzel kızını Tanrı’ya sunmak istemiş. Bu nedenle ülke sınırında yüksek bir kule yaptırmış ve Tanrı’ya kızlarını almak için yalvarmış. Onları kuleye bırakmış ve bir yaşlı kurt kulenin dibindeki mağaraya yerleşmiş. Kızlardan birisi kurdu Tanrı zannetmiş ve onun karısı olarak çocuğunu doğurmuş.
Bozkurt Destanı olarak bilinen Aşina’nın yaratılış destanı da bilinen efsanelerdendir. Bu efsaneden Asena başlığında bahsetmiştim. Ayrıca Han Kitabı’nda yer alan Vusun Destanı’nda karganın etle, kurdun ise sütle beslediği bir çocuktan bahsedilmektedir.
Ergenekon Destanı ise Göktürk destanıdır ve Börte Çene’ye erkek bir kurt rehberlik etmiştir.

Yiğitliğin Sembolü Alp Er Tunga

Efsanevi bir Türk kahramanıdır ve Saka Hanı olarak da bahsedilmektedir. Tunga kelimesi, yırtıcı ve leopar cinsinden bir hayvana verilen isimdir. Yiğitliği sembolize ettiği için Alplara verilmektedir. Uzun saç, Alplarda semboliktir ve bu hayvanların postları giyilmektedir. Postlar ise savaşçılığı sembolize etmektedir. Alp Er Tunga, iki leopar ile resmedilmektedir ve kıyafeti de bir posttur. Postun dişleri de başının üzerinde görünmektedir.
Alp Er Tunga, Türkler dışında Selçukluların 33 atasından birisidir. Yeraltında 100 sütunlu demir bir sarayda yaşar ve Alpar ismiyle anılır. Turancılara göre Türklerin eski atalarının soyundan gelmektedir. Divan-ı Lügati’t-Türk, Kutadgu Bilig ve İran destanı olan Şehname’de bahsedilen kahraman Efrasiyab ile aynı kişi olduğu belirtilmektedir.

Yeraltının Yılanları Abra ve Yutpa

Türk ve Altay mitolojisi yaratıkları arasında yer alan yeraltı yılanlarıdır. Abra yerine; Abura ve Apra isimleri de kullanılır. Yutpa yerine de Yutma ve Utma isimleriyle anılırlar. Yeraltındaki büyük denizde yaşayan, ejderhaya benzeyen iki dev yılandır. Başları, timsaha benzer ve çatal kuyrukları bulunur. Dört ayaklıdırlar ve parlak bakır renkli gözleri vardır. Erlik’in sarayını koruduklarına inanılır ve onun hizmetkarlarıdır. Bazı kaynaklara göre de Toybadım Irmağı‘nın kıyısında yaşayan canavarlardır.

Gıdıklayan Orman Cini Arçura

Türk ve Çavuş mitolojilerindeki orman cinidir. Arçuray ve Arçuri gibi isimlerle de anılmaktadır. Şeytani ve kötücül bir varlıktır. Uzun saçları olan, kara görünümlü, kıllı vücutlu bir mitolojik karakterdir. Üç kolu ve bacağı vardır. Öldürmeyen ama insan bedenine zarar veren Arçura’nın insanları gıdıklayarak öldürdüğüne inanılmaktadır. Kızıl gözlü olduğu ve at sırtında dolaştığı bilinmektedir. Aksakallı bir adam, yayınbalığı, kuş ve keçi kılığına girebilir. Genellikle erkek görünümlü tasvir edilmektedir.

Yaşam Kaynağı Toprak Ana

Türk ve Altay mitolojisinde, Toprak Tanrıçası‘dır. Besleyici, barındırıcı ve yaşam vericidir. Göğün 3. katında oturmaktadır ve sekiz köşeli evi vardır. Kutlu ve güçlü mitolojik karakterlerdendir. Evrenin ruhu olarak tanımlanır ve her arazinin bir iyesi olduğuna inanılır. Türk boylarında eril bir varlık olarak görülür ve Anayurt kavramının simgesidir.

Yoldan Çıkartan Cin Azmıç

Türk ve Balkar mitolojilerinde, Kayıp Cini veya Yol Cini olarak tanımlanır. Aznıç ve Azıtkı isimleriyle de anılır. Şeytani bir ruhtur ve belli bir görüntüsü tasvir edilmemektedir. İnsanın düşmanıdır ve tek başına yola çıkan insanları kurban seçmektedir. İnsana, tanıdık biriymiş gibi seslenir ve insan dönüp baktığı zaman Azmıç’un buyruğu altına girer. Daha sonra da Azmıç bu insanı, kayalıklardan aşağı atar.

Dokuz Yıl Savaşan Bükrek ve Sangal

Türk ve Altay mitolojilerinde birbiri ile savaşan iki ejderhadır. Savaşırken, Yin-Yang sembolünü anımsatırlar. Bükrek; Bukra ismiyle de bilini ve iyiliği temsil eder. İnsana zarar vermeyen ve yardımcı olan ejderhadır. Kanadı yoktur ve uçamaz. Denizleri birbirine bağlayan büyük denizde yaşar. Sesinin güzel olduğuna ve kötü ejderhaları kaçırdığına inanılır. Sangal ise kötülüğü temsil eder ve Bükrek ile dokuz yıl süren savaşta yenilmiştir.

Derelerin Koruyucusu Çay Ninesi

Türk ve Azeri mitolojisinde derelerde ve çaylarda yaşadığına inanılan ruhani varlıktır. Çay iyesinden türeyen bir kelimedir. Yaşlı kadın görünümünde olduğuna inanılır. Aynı zamanda köprüden geçerken suya çok bakılması durumunda sinirlendiği ve insanın başını döndürdüğü söylenir. Başı dönen insanın, gözünün kararıp çaya düştüğü şeklinde bir efsane vardır. Suya çöp atmak gibi Çay Ninesi’ni sinirlendiren durumlar dışında insana zarar vermediği bilinir.

Tepegözün Kardeşi Demirkıynak

Yaztırnak, Demirtırnak gibi isimlerle de anılır ve Tepegözün kızı veya kız kardeşi olarak tanımlanır. Korkunç sesler çıkartan, bu sesle insanların delirmesine yol açan, pis kokulu bir yaratıktır. Efsaneye göre Bigadiç dağlarında yaşamaktadır. Sudan korkan ve bu nedenle onu görünce suya giren insanlara zarar veremediğinden de bahsedilmektedir. Çelik gibi tırnaklı, kıllı vücutlu, kahverengi derili olarak tasvir edilir.

Kanatlı At Tulpar

Pegasus’a benzeyen, kanatlı at figürüdür. Kırgızların Manas Destanı‘nda adı geçer ve rüzgardan hızlı oldukları söylenir. Ayrıca Kazakistan’da yapılan bir arkeolojik çalışmada keşfedilen Esik Kurganında bulunan altın elbiseli adamın başlığında tulpar figürü bulunmaktadır. Türk, Kırgız ve Altay mitolojilerinde adı geçmektedir. Genel olarak beyaz veya siyah olarak tek renkte bir attır.

Beyaz kanatları olan Tulparların, Tanrı tarafından yiğitlere yardımcı olması için yaratıldığına inanılmaktadır. Kanatlarını ise yalnızca karanlıkta, büyük engellerle karşılaştığında ve mesafeleri aşarken açtığı bilinir.

UYARI

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.