İ.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi Bahar 2018 /
9(1) 21-46
Günümüzde Polemik Konusu Yapılarak Tartışılan Kabir Azabının Hadislerdeki Dayanağı*
* Bu makale, 2-3 Mayıs 2018
tarihinde Malataya’da düzenlenen 21. Asırda İslam Dünyasının Görünümü temalı
ikinci Uluslararası İslam ve Yorum Sempozyumu’nda sunulan tebliğimiz-den
makaleye dönüştürülerek hazırlanmıştır.
** Prof. Dr., İnönü
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Saffet SANCAKLI**
Özet: Kabir
hayatı ve azabı, geçmişten günümüze sürekli merak edilen ve üzerinde birçok
tartışma-ların yapıldığı konulardan birisidir. Günümüzde de bu konu gündeme
gelmekte ve bazı kişiler kabir hayatını kabul etmekle beraber kabir azabını
reddetmektedirler. Bu çalışmamızda kabir azabını red-dedenlerin söylemlerini,
iddialarını çürütücü mahiyette ayet-i kerimelerden ve özellikle de hadis-i
şeriflerden deliller getirmek suretiyle ehl-i sünnet görüşünü ortaya koymaya
çalışacağız. Konuyu branşımız olan hadisler bağlamında daha geniş bir yelpazede
ele alıp incelemeye çalışacağız. Aynı zamanda tarihi süreç içerisinde kabir
azabıyla ilgili bazı âlimlerin görüşlerine de yer vereceğiz.
I-Kabir
Azabına Genel Bir Bakış
Semavi Dinlerin tamamında ve
Beşeri Dinlerin birçoğunda ahiret inancı mevcuttur. Ölümden sonraki hayatın bir
parçası olan kabir azabı, günümüz or-tamında tartışma konusu yapılan konular
arasında yer almaktadır. Bununla beraber pek çok İslami konu da, ulu orta
sağlam bir dayanağı-delili olmadan red-dedilerek inkâr edilmektedir. Bu
bağlamda kader, mucize, kabir azabı, şefaat, miraç gibi asırlarca İslam
âlimlerinin reddetmediği bu tür konular bugün inkâr edilerek insanların
zihinlerinde dine karşı bazı şüpheler uyandırılmaktadır. Mo-dernizmin yoğun bir
şekilde etkisinin yaşandığı günümüzde bu tür görüşlerin yerli olduğunu veya
ithal olmadığını söyleyemeyiz. Çünkü bizim geleneğimizde, anlayışımızda bu tür
anlayışların yerinin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Aynı zamanda
tutarlılığının ve dayanağının olmadığını da ifade etmek isteriz.
Buradaki mesele, birinci
derecede kabir hayatının varlığı, ikinci aşamada da kabirde azabın olup olmayacağı
meselesidir. Kabir hayatının varlığını hemen hemen herkes kabul etmekte, kabir
azabı konusu ise günümüzde polemik ko-nusu edilmekte ve bazıları tarafından
reddedilmektedir. Gerekçeleri ise akli olup, hesap, mizan olmadan azabın
olmasının uygun olmayacağı sonucuna va-rılmaktadır. Halbuki bu anlayış ve
yaklaşım tarzı şu açıdan da yanlış görülmek-tedir. İçinde yaşadığımız dünya
hayatında bazı insanlara veya işledikleri suçlar-dan dolayı bazı kavimlere ceza
verildiğini bilmekteyiz. Özellikle helak edilen ka-vimlerden çokça
bahsedilmektedir. Dolayısıyla onların mantığına göre hareket edilmiş olunsa
dünya hayatında hesap ve mizan olmadan kimseye ceza verilme-mesi gerekirdi.
Başka bir husus da gayb âlemiyle, metafizik dünya ile ilgili me-seleleri
rasyonalist bir yaklaşımla halletme yoluna gidilmesi hatası yapılmakta-dır.
Halbuki dini meseleler, birinci derecede nakli delillere dayanmaktadır.
Gü-nümüzde pek çok dini mesele de akıl ön plana çıkarılarak akıl ve duyuların
üret-tiği bilgilerle değil, kitap ve sahih hadislerin ortaya koyduğu bilgilerle
hareket edilmesi elzemdir.
İnsanların kabir hayatının
keyfiyeti ve mâhiyeti konusunda nassların ver-diği bilginin dışında bir
malumatları yoktur. Daha doğrusu kabir hayatının key-fiyeti ve mâhiyeti
meçhuldür. Bu mesele, daha çok iman ve itikat konusudur.1 İslâm’da âhiret
gününe ve o günde meydana gelecek şeylere iman etmek gerekli olduğu gibi,
âhiret gününden önce olan kıyamet alâmetlerine ve ruhun kabzedil-mesinden
kıyamet gününe kadar sürecek olan ‘berzah âlemine’ inanmak da va-ciptir.
Âhirete iman, kitap ve sünnette bu konularda zikredilenlere inanmayı da içine
alır. Çünkü berzah meseleleri, kabir nimeti ve azabı, kabir suâli, kabirden
kalkış ve bunu takip eden şeylerin hepsi gayba iman konularındandır. Kur’ân-ı Kerîm
ise gayba iman etmenin’ mü’minlerin vasıflarından biri olduğunu bildiri-yor.
Öyleyse ruhun kabzedilmesi ve kabir ahvâli gibi konularda sahih şer’î nas-larla
sabit olan hususlara inanmak ‘âhirete iman’ esasına dâhildir.
II-Günümüzde
Kabir Azabı Tartışmaları
Geçmişte bazı ehl-i sünnet
dışı mezhepler olduğu gibi, günümüzde de bazı kişiler, kabir azabının
olmayacağını; zira Kur’ân’a göre kabir azabının olmadı-ğını; bu konudaki
rivayetlerin ise uydurma olduğunu savunmaktadır. Bu kişiler-den biri de, bu
alanda “Kur’an-ı Kerim’e Göre Kabir Azabı Var mı?” adıyla bir kitap kaleme
almış olan Mehmet Okuyan’dır. Okuyan, konuyu daha çok ayetler ışı-ğında ele
almış; bu konudaki rivayetlerin ise uydurma olduğunu ifade etmiştir. Okuyan,
kitabında özetle; Kur’ân’a göre hayat, dünya ve âhiret olmak üzere iki çeşit
olduğu için azap da dünya ve ahirette olmak üzere iki çeşittir. Ölülere hiçbir
şey işittirilmeyeceği ve onlardan hiçbir şey duyulamayacağı Kur’ân’da açıkça
or-taya konulmuştur. Buna rağmen, geçmiş kültürlerin etkisinde oluştuğunu
dü-şündüğümüz ve güvenilirlikleri son derece problemli olan rivayetleri esas
alarak, ölmüş insanların kabirde cezalandırılmasına veya mükâfatlandırılmasına
inan-mak Kur’ân’a uygun bir kabul değildir, demektedir.
İslâm âlimleri, hangi
âyetlerin kabir azabına işaret ettiği ve azabın bedene mi yoksa ruha mı olacağı
gibi hususlarda ihtilaf etmişlerdir, ancak en azından âlimler arasında kabir
azabını toptan reddeden kimse olmamıştır. Dolayısıyla Okuyan’ın ulaştığı bu
kanaatin tenkide açık olduğunu söyleyebiliriz.
Okuyan’a cevap mahiyetinde
yazılmış bir makalede şöyle denilmektedir: Madem ki, ölüm ötesi gaybî bir
alandır; o halde niçin gaybî alana dair kesin bil-giye sahipmiş gibi
konuşulmaktadır? Ayrıca bir taraftan “Ölüm ile ba’s arasında geçen zaman
içerisinde ruhlar dünyadaki amellerine göre kısmen mükâfat veya mücazat
görürler.” diyenlerin hiçbir delile dayanmadıkları ifade edilirken, diğer
taraftan “kabirde azap da yoktur mükâfat da” görüşünün Kur’ân’a dayandığı
söylenmekte; ama öte yandan da “Gerçeği Allah bilir.” denilmektedir. Okuyan, sadece
Kur’an’a dayandığını söylemiş olsa da, aslında bu görüş kendine mahsus,
kendisini ilgilendiren kişisel bir görüştür.
Bizce kabirde azabı ve
mükâfatla ilgili onlarca hadisi bir çırpıda inkâr et-mek, reddetmek ilmi bir
anlayış değildir. Oysa bu hadislerin hemen hemen tamamı Kütüb-i Sitte’de yer
almakta dır.
III-Kabir
Hayatı/ Berzah Alemi ve Kabir Azabı
Kabir, Arapça bir kelime
olup, “insanın ölümden sonra defnedildiği yer” anlamına gelmekte, çoğulu
“kubûr”dur. Aynı anlamda “makbera”, “mekâbir”, “makbûre” kelimeleri de
kullanılmaktadır.
Berzah kelimesi ise, lügatte
“iki şey arasına giren engel, mânia, ayırıcı hudut gibi manalara gelmekte olup
çoğulu “berâzîh”tir. Bu anlamıyla “ölümle-hayat, Âhiret ile dünya arasına giren
perde, engel” manasına gelmektedir.
Kabir ve Berzah
kelimelerinin Kur’an’daki, ıstılah manaları da lügat manasıyla aynıdır ve
“insanın öldükten sonra defnedileceği yer” anlamına gelmektedir. “Berzah,
sizinle âhiret arasındaki şu kabirlerdir.” sözünü nakleder.
Berzah hayatında her ne
kadar ceset de ruhla birlikte azap ya da nimete iştirak ediyorsa da bazı
parçaları hariç, çoğunlukla cesetler çürümüş olup ruhlar baki olduğundan bu
âleme “âlem-i ervah” yani ruhlar âlemi ismi de verilmektedir. Bu hayata
berzah’tan başka dünya ile âhiret arasındaki ‘geçiş alanı’ veya ‘tampon bölge’
demek de mümkündür.
Bizim inancımıza göre her
canlı ölümü mutlaka tadacaktır. Ölüm ile kıyamet arasında yaşanılacak olan
berzah âlemi, İnsanoğlunun çıkmış olduğu uzun ahiret yolculuğunun bir
parçasıdır. Kabir, âhiret hayatının başlangıcıdır. Ruhlar âleminde yaratılan
insan, doğumla birlikte dünyaya teşrif etmektedir. Yine aynı şekilde ölüm
dediğimiz olayla dünya hayatını terk etmekte, bilahare berzah âlemi başlamakta
ve orada kıyamet beklenmektedir. Kıyametle birlikte sonsuz Günümüzde Polemik
Konusu Yapılarak Tartışılan Kabir Azabının Hadislerdeki Dayanağı âlem olan
ahiret âlemi başlayacaktır. Kabir hayatı, insanın ölümünden başlayarak yeniden
diriltileceği güne kadar kalacağı, geçici bir bekleme yeridir. Kendine mahsus
şart ve özellikleri söz konusudur. İşte bu süreçlerden sadece birisi ve gayb
âleminin içerisinde yer alan kabir hayatı gerçekleşmektedir. Bu hayatın varlığını,
mahiyetini ve gerçekliğini nakli deliller bize kesin olarak haber vermektedir.
Ölü kişinin kabirdeki
durumu, onun imanına ve dünyada iken işlediği amellerine göre değişecektir.
Hadis-i şeriflerin açıklamalarına göre kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe,
ya da cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır. Eğer dünyadayken kişinin
imanı varsa ve cenneti kazandıracak ameller yaptıysa kabir onun için cennet
bahçelerinden bir bahçe; aksi takdirde cehennem çukur-larından bir çukur olacak,
dolayısıyla kabirde azap görecektir.
Tirmizî, Kıyamet, 26.- Toprak,
Süleyman, “Kabir/ Kelâm”, DİA, XXIV, 37. - Gazzali, İhyau 'ulumi'd-din, ts.,
yy., Daru'ş-şa'b, IV, 2364. - Gazzali, Kava'idu'l-akaid, Alemü'I-kütüp, Beyrut,
1985, s. 63.
Kabir hayatı dediğimiz zaman
çoğunlukla “kabir suali”, “kabir azabı”, “kabir nimeti”, “ruhla ilgili
bilgiler”, “ölülerin berzah âleminde birbirleriyle görüşmeleri”,
“hayattakilerin berzahtakilerle görüşmeleri” gibi konular ilk etapta akla
gelmektedir.
İslâm inancına göre ölen
kişi ateşte yanmış, suda boğulmuş veya bedeni diğer hayvanlar ve canlılar
tarafından yenilmiş olsa da bu merhaleden geçecek ve kıyamet günü
diriltileceğinden de hiç şüphe yoktur.
IV-Kabir
Azabının Vukuunun Aklen Mümkün Olması
Kabir sorgu meleklerinin
sorgulamasının dinen sabit, aklen mümkün olan şeylerden olduğu için gerçek
olduğu kabul edilmektedir. Kabir azabının varlığı aklen de mümkün olan
hususlardandır. Bu itibarla kabirde insanın azap görece-ğine inanmak
zorunludur. Bu yüzden Gazzali, kabir azabını inkâr edenleri bid’atçi, Allah'ın,
Kur'an'ın ve iman nurundan mahrum kimseler olduğuna hük-metmiştir. Gazzali'ye
göre aslında kelime-i şahadetin ikinci kısmı olan 've eş-hedü enne Muhammeden
abduhu ve resuluhu' ifadesi aynı zamanda Münker-Nekir'in sorgulaması gibi
hususlara da iman etmeyi gerektirmektedir.
Akıl-nakil ilişkisi
bağlamında “Kânûnü’t-Te’vîl” adlı eserinde hadîslerin anlaşılmasına dair üç
yaklaşım ileri süren Gazâlî’nin (ö.505/1111) bu yorumlarını özetleyen Görmez’in
şu ifadelerini aktarıyoruz:
“Akıl ile nakil arasında çelişki görülen her
yerde, sadece aklı esas alarak nakli reddetmek ne derece ifrât ve yanlışlık
ise, nakli esas alıp aklı yok saymak da o derece bir aşırılık ve tefrît olur.
Zira birinciler; akıllarına muhalif gibi görülen her haberi reddetmekle
kalmazlar, Hz. Peygamber’den gelen bu tür haberlerin hilaf-ı hakikat olduğunu,
ancak Hz. Peygamber’in gönderildiği toplumun seviyesine inmek için bunları
telaffuz ettiklerini söylerler. Bu, Hz.
Peygamber’e yalan isnat etmek olduğu için, apaçık bir küfürdür.
İkinciler
ise;
her şeyi Allah’ın kudretiyle izah ederek, naklin en büyük şahidi olan aklı
dışlamak ve reddetmek konumuna düşerler ki, bu da naklîn kendisini yalanlamak
mesâbesindedir.
Öyleyse
yapılacak şey, bu hususta orta bir yol takip ederek, akıl
ve nakli yorumlamak yoluyla, cem, te’lif ve telfîk etmektir. Ancak burada da
asıl problem, hangisine öncelik tanınması gerektiğidir. Akla öncelik tanıyarak
bütün hadîsleri mantikî çözümlemelerle anlamaya çalışanlar, akıllarına ters
gibi görünen birçok sahîh hadîsi reddetmek tehlikesi ile karşı karşıya
kalırlar. Nakle öncelik tanıyanlar ise muhal olmayan her şeyi kabule
yanaşırlar; hakikatin kendisine vâkıf olamazlar. Gazâlî’ye göre bu konuda takip
edilecek metod; akıl ve nakli bir ve beraber kabul ederek, birini diğerine
tercih etmeden anlamaya ve yorumlamaya çalışmaktır.”
Görmez, Mehmet, Sünnet ve
Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasından Metodoloji Sorunu, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 2000, s. 252. - Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse,
sh., 732. - Kâdî Abdulcebbâr, Fazlu’l-İ’tizâl ve Tabakâtu’l-Mu’tezile, Tunus,
1974, s. 202. - Buharî, Cenâiz, 68. - Kâdî Abdulcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s.
732.
Mu’tezile akılcılığı bile
mutlak değil, kısmî bir akılcılık olarak görmek mümkündür. Mu’tezile’ye göre,
kabir azâbı konusu da, aklın alanına değil, naklin alanına giren bir husustur ve
bu nedenle nasslarda vârid olduğu şekliyle bu hususlara iman etmek gerekir.
Meselâ Kâdî Abdulcebbâr (ö.415/1024), kabir azâbı meselesinin, sual,
münker-nekir, mîzân ve sırat gibi akılla anlaşılamayıp sadece nakil ile
bilinebilecek bir konu olduğunu söyler. O, bu konuyla ilgili gelen rivayetler
de sahîh olduğundan, bu hususta nasslarda vârid olanı kabul etmenin en sağlam
ve en tutarlı yol olduğunu belirtir. Bu nedenle nasslarda vârid olduğu şekliyle
bu hususlara iman etmek gerekir. Bu nedenle, ona göre, ölü, (dirilerin)
ayaklarının sesini duyar‛ hadisinden yola çıkarak, ölüye azâb edilmesinin hak
olduğunu söyler.
Gazzali'ye göre, kabirde
ölünün çektiği azabın dışardan belli olması veya bedende tezahür etmesi şart
değildir. Bu durum tıpkı uykuda rüya gören kimsenin durumu gibidir ki, dışardan
bakan, uykuda iken gördüğü rüya sebebiyle ihtilam olan kimsenin rüyasında
aldığı hazzı veya dayak yiyenin çektiği acıyı hissedemez. Ayrıca kabirde,
bedenin bir nebzesine azabı hissedecek kadar hayatın geri verilmesi mümkündür.
Bu itibarla yırtıcı hayvanın parçaladığı insanın durumu düşünüldüğünde,
hayvanın karnının o kimse için kabir hükmüne geçtiğini kabul etmek gerekir.
Binaenaleyh, Mutezile'nin bir kısmı, 'ölünün acıyı hissetmediği müşahede ile
sabittir, ayrıca yırtıcı hayvanın parçaladığı kimsenin kabri söz konusu
değildir' diyerek kabir azabını inkâr etmeleri yersizdir.
Gazzali, el-lktisad
fi’l-i'tikad; Daru'l-kütübi'I-ilmiyye, Beyrut, 1304/1983, s. 135-136. - Oğan,
agt., 12. - Yavuz, Yusuf Şevki, “İbn Hazm/İtikadi Görüşleri”, DİA, İst. 1999,
XX, 55.
V-Kabir
Azabını Reddedenlerin İddiaları ve Söylemleri
Kabir hayatının varlığı,
Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabittir. Kur’an’da bir çok yerde kabir hayatına
dikkat çekilmiş; Hz. Peygamber (sav) kabir hayatını “ahiret duraklarının ilki”
olarak nitelendirmiş; âlimler de kabir hayatının varlığı hususunda icma
etmişlerdir. Bu hayat ölümden hemen sonra başlayacaktır. Kıyametin kopmasına
kadar da devam edecektir. Bu âlem, dünya ile Âhiret arasında geçici bir
istasyondur. Dünyada Allah’ın rızasına uygun hareket eden insanlar, henüz kabir
hayatındayken cennetvâri bir hayat yaşamaya başlayacaklardır. O’na isyanlarla
dolu bir hayatın sonunda buraya gelenler ise burada azap ve sıkıntı çekmeye
başlayacaklardır. Ehl-i sünnet âlimlerine göre, kabirde hem beden, hem de ruha
azap veya nimet söz konusudur.
İbn Hazm’a (ö.456/1064) göre
“ibtida” âleminde yaratılan ruhlar, “ibtila” âlemine indikten ve birleştikleri
bedenleri terk etmesiyle gerçekleşen ölümden sonra kabirde sorgulamaya tabi
tutulur, bunun ardından dünya semasında bulunan ruhlar âlemine intikal ederek
kıyamete kadar nimet veya azap içinde bulunurlar. Ölümün ardından gerçekleşen
berzah döneminde ruhların cesetlerle hiçbir alakası kalmaz, zira cesetler
zamanla toprağa dönüşür ve yok olur. İslâm filozoflarına göre, bedenlerden
ayrılan ruhların artık bir daha ne kabirde, ne de kıyamette bedenlerine
dönmeyecek ve ölümden sonraki haller sadece ruhî olacaktır.
İslâm
ümmeti içerisindeki genel kanaat ise, ölümden sonra kabirde ruhun tekrar bedene
döneceği, sorgulamanın ve azab ile nimetin ruh-beden bütünlüğüne yönelik
olacağı şeklindedir. Çünkü ruh-beden ayrılığı, hayatın olmaması
anlamına gelir. Hâlbuki kabirde bir hayat vardır ve bu da ancak ruhun beden ile
irtibatı şeklindedir. Ruh her ne kadar bedenden ayrılmış, ondan soyutlanmış ise
de hiçbir şekilde onunla bir irtibatı bulunmayacak surette ondan ayrılmaz.
El-Hanefî, İbn Ebi’l İzz, el-Akidetü’t-Tahaviyye
ve Şerhi, çev. M. Beşir Eryarsoy, 2. Baskı, Gu-raba Yay. İstanbul 2008, s. 430.
- Tekâsûr, 102/2. - Hacc, 22/7. - Abese, /21. - Yasin, 36/52.- Mü’minun,
23/100. - Tûr, 47. - Mücâdele, 15. - Râzî, Ebû Abdullah Fahreddin Muhammed b.
Ömer b. Hasan b. Hüseyn et-Teymî, et-Tefsîru’l-kebîr (Mefâtîhu’l-ğayb), Dâru
İhyâi’tTürâsi’l-Arabî, Beyrut, 1420, XXIX, 497.
VI-Kur’ân-ı
Kerim’de Kabir Azabına İşaret Eden Âyetler
Kabir hayatı ve azabıyla
ilgili doğrudan ve dolaylı olarak pek çok âyet-i kerime söz konusudur. Âlimler,
bu konuyu hadislere dayandırdıkları gibi, âyetlere de dayandırmaktadırlar.
Kabir
kelimesi, Kur’an’da şu şekillerde geçmektedir:
Bu âyetlerin zahirine
bakıldığında kabir hayatının varlığına vurgu yapılmaktadır. Bir kısım ayetler
bu minvalde olduğu gibi, aynı zamanda
kabir azabından bahseden âyetler de söz konusudur. Onlardan bazılarını burada
vermek istiyoruz.
Âhiret azabından evvel başka
bir azabın daha olduğunu bildiren âyetlerden biri şudur:
“O zâlimlere,
ondan (âhiret azabından) evvel başka bir azap daha vardır, lâkin pek çoğu
bilmez.” “Allah onlara çetin bir azap hazırlamıştır.”
âyet-i kerimelerinin kabir
azabına işaret ettiğini söyleyen müfessirler olmuştur.
Fahreddin Râzî, bazı
muhakkık âlimlere göre bu âyetten murâdın kabir azabı ol-duğunu söyler. Çünkü
bir âyet sonra ikinci bir tehdit gelmekte ve onlar için alçaltıcı bir azap
olduğu bildirilmektedir. İki âyetin de aynı azabı ifade etmesi tekrar
olacağından Kur’ân’ın fesahat ve belâğatına uygun görülmemiştir.
“(Allah inkârcılara) «Yeryüzünde kaç yıl
kaldınız?» diye sorar. «Bir gün veya daha az bir süre kaldık, sayanlara sor»
derler.” Mâturîdî (ö.333/944), Mukâtil b. Süleyman’dan “kabirlerde kaldıkları”
görüşünü nakleder.
Mü’minûn, 23/112-113. - Mâturîdî,
Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, Ebû Mansûr, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne , thk. Mecdî
Baslûm, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 2005, VII, 499-500. - Mü’min, 40/46. -
Taberî, Muhammed b. Cerîr b. Yezîd b. Hâlid Ebu Ca’fer, Camiu’l-Beyan An
Te’vîli’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l İlmiye, Beyrut 1992, V, 2070–2071. - Nesefî,
Hafizuddin Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, Tevhidin
Esas-ları, çev. Hülya Alper, İz Yay., İstanbul 2007, s. 131. - İbn Kesîr, Tefsiru
Kur’âni’l Azim, Çev. Bekir Karlığa- Bedrettin Çetiner, Çağrı Yay., İstanbul 1985,
XIII, 7001-7003. - Karaman, Hayrettin ve diğerleri; Kur’an Yolu, DİB Yay.,
Ankara, 2007, IV, 574. - Tevbe, 9/101. - Taberi, age., IV, 349-350.
“Onlar (kabirlerinde kıyamet
gününe kadar) sabah ve akşam ateşe arz edileceklerdir. Kıyamet koptuğu gün de:
“Fir’avn ve kavmini en şiddetli azaba sokun”denilecek-tir.” Taberî (ö.310/909),
burada zikredilen azgın kişileri Yüce Allah’ın helak edip boğduktan sonra
onların ruhlarının kıyamete kadar her gün sabah akşam iki kere ateşe
sunulduğunu ifade etmiştir. Nesefî’ye (ö.710/1310) göre bu azap kıyametten önce
olacaktır. İbn Kesîr (ö.774/1370) ise, bu âyetle ilgili olarak, “Bu âyet, Ehl-i
Sünnet’in kabir azabının varlığına dair görüşünü temellendirdiği için, en büyük
bir asıldır.” diyerek kabirde azabın yalnız ruhlara yapılacağını, kıyamet
gününde ise beden ve ruh birleştirileceğinden azabın daha şiddetli olacağını
söylemektedir. Hz. Peygamber’in bilahare her namazda kabir azabından Allah’a
sığındığını kaydetmektedir.
Diyanetin hazırlatmış olduğu
“Kur’ân Yolu” adlı tefsire göre “sabah akşam” sözü, azabın sürekliliğini ifade
eden bir deyimdir. Âyetin bu bölümü, “berzah” denilen ölümle kıyamet arasındaki
dönemde inkârcıların ruhlarına her gün sabah ve akşam cehennemdeki yerlerinin
gösterileceği şeklinde yorumlanmış ve kabir azabının varlığına delil olarak
gösterilmiştir.
“Çevrenizdeki Bedeviler
içinde ikiyüzlüler ve Medineliler içinde de ikiyüzlülükte direnenler vardır.
Onları siz değil, ancak Biz biliriz. Kendilerine iki defa azab edeceğiz; onlar
sonra da büyük bir azaba uğratılırlar.” Taberî’ye göre; iki azaptan ilkinin,
“münafıkların dünyadayken uğrayacakları sıkıntılar, yenilgiler”; ikinci azabın
ise “kabir azabı”; büyük azabın ise, “cehennem azabı” olduğu anlaşılmaktadır.
“Zulmedenlere, şüphesiz, bundan (ahiret
azabından) önce de bir azap vardır.” Ayette geçen “bundan başka bir azap” tan
maksadın, bazı müfessirlere göre “kabir azabı”, bazılarına göre ise, “açlık,
yakınlarını ve servetini kaybetme ya da Bedir savaşı vb. hezimetlere uğrama
gibi dünyevî belalar” olduğu anlaşılmaktadır.
41 Tur, 52/47. - Karaman,
Hayrettin ve diğerleri; age., V, 95-99. - Bakara, 2/154; Âl-i İmrân, 3/169. - Âl-i
İmran, 3/169-170. - Bakara, 2/154. - Bkz. Beydâvî, el-Kâdî Nâsıruddîn Ebû Saîd
Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî, Envâru’t-Tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, thk.
Muhammed Abdurrahman el-Mer"aşlî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, Beyrut,
1418, I, 114.
Şehitlerin hayatta
olduklarını, Allah katında rızıklandıklarını, bu sebeple de onlara “ölü” demeyi
yasaklayan âyetler de berzah hayatının kuvvetli delillerindendir. Şehitlerin
berzah hayatında diri oldukları ve kendi katında rızıklandırıldıkları haberi
ayette şöyle anlatılıyor: “Sakın Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanma.
Doğrusu onlar Rab’leri katında diridirler; (Cennet ve meyvelerinden) rızıklanırlar.
Onlar, Allah’ın kendilerine verdiği ihsandan dolayı neşeli hâldedirler ve
arkalarından kendilerine şehitlik rütbesi ile katılamayan mücahitler hakkında
şunu müjdelemek isterler: Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da
olmayacaklardır.”
Diğer bir ayette ise, “Allah
yolunda öldürülenlere, onlar ölülerdir, demeyin; hakikatte onlar diridirler.
Fakat siz anlayıp bilemezsiniz.” buyrularak, onların diriliklerini ve nimetlere
mazhar oldukları ifade edilmektedir.
Ehl-i Sünnet âlimleri, bu
ayetlerde geçen hayatın hakiki hayat olup rızıklanmalarının da berzahta devam
ettiği görüşünde ittifak etmişlerdir.
Âyetin, “Bilakis onlar
hayattadırlar, lâkin siz anlayamazsınız!” kısmı, berzah hayatının, dünya
hayatından farklı olduğunu göstermektedir. Berzah hayatı, dünyadaki canlıların
hissedebileceği türden değildir. Akılla da idrak edilemez, ancak vahiyle
bilinebilir. Bu sebeple bir kimsenin kabri açıldığında onun nimet içinde mi
yoksa azap altında mı olduğu anlaşılamaz. İki kişi yan yana konulsa biri azap
çekerken diğeri nimetler içinde olabilir ve bunu dışarıdan bakan biri anlayamaz.
Bu sebeple Berzah hayatının şartları ile Dünya hayatının şartları birbirine
kıyas edilemez. İzz b. Abdisselâm (ö. 660/1262), şehitlerin Berzah’ta hayatta
olduklarını, Cennet’teki hallerini ise bütün mü’minlerin bildiğini söyler.
47 Kaya, Murat, Kabir Azabıyla
İlişkilendirilen Âyetlerin Tahlil ve Değerlendirilmesi, Usûl: İslam
Araştırmaları, 2016, sayı: 25, s. 164. - İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm b.
Ebi’l-Kâsım ibni’l-Hasen es-Sülemî ed-Dımeşkî, Sultânü’l-Ulemâ,
Tefsîru’l-Kur’ân, thk. Dr. Abdullah b. İbrahim el-Vehbî, Dâru İbn Hazm, Beyrut,
1996, I, 294. - Kurtubî, Ebû Abdullah Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Ebû Bekir,
el-Câmi‘ li-ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Ahmed el-Berdûnî - İbrahim Itfeyyiş,
Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye, Kâhire, 1964, XX, 173. - Fâtır 35/22. - Krş. Nesai,
"Cenaiz", 117; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Il, 31, 38. - Kaya, Murat,
Kabir Azabıyla İlişkilendirilen Âyetlerin Tahlil ve Değerlendirilmesi, Usûl:
İslam Araştırmaları, 2016, sayı: 25, s. 198. İlgili ayetlerin tefsirleri ve
görüşler için bu makaleye bakılabilir.
Kurtubî (ö. 671/1273),
berzah hayatıyla ilgili olarak şöyle der: “Allah Teâlâ mükellef olan kuluna
kabirde hayat vererek onu diriltir, ona dünyada yaşadığı gibi bir akıl verir
ki, kendisine ne sorulduğunu ve bu sorulara nasıl cevap vereceğini
anlayabilsin, Rabbinden kendisine ne geldiğini, kabrinde ona ikram veya ceza
olarak ne hazırladığını idrak edebilsin. Bu ehl-i Sünnet’in görüşüdür.”
Son olarak şu âyete de yer
vermek istiyoruz: “...sen kabirde bulunanlara işittirecek değilsin.” ifadesinin,
kafirler hakkında olduğu anlaşılmaktadır.
Allah Teâlâ, “Kalbi ölü bir
kafire işittirmek, mezardaki ölüye işittirmek gibidir.” şeklindeki benzetme
ile kabirdekilerin işitmesinin mümkün olamayacağını vurgulamaktadır.
Hz. Peygamber'in Bedir
savaşında ölen kâfirlere onlar ölmüş oldukları halde yüksek sesle "Ey
falan, ey filan, ey falanca! Ben Rabbimin bana vaat ettiğinin gerçekleştiğini
gördüm. Siz de Rabbinizin vaat ettiğinin gerçekleştiğini gördünüz mü?"
diye seslenmiş, bunun üzerine ashabtan bazıları, 'ölmüş oldukları halde onlarla
nasıl konuşuyorsunuz?' diye şaşkınlık içinde sorduklarında ise Hz. Peygamber "Canım,
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki onlar bu sözü sizden çok daha iyi
işitmektedirler, fakat cevap veremezler." buyurmuştur.
Buraya kadar zikredilen
âyet-i kerîmeler ve hadis-i şe-riflerden anlaşılacağı üzere “Sen ölülere
işittiremezsin” (Rum, 52) âyetinden maksat; ölüler değil, imânı kabul etmeyerek
kalpleri ölü olan kâfirlerin ta kendisidir.
Kabir azabıyla
ilişkilendirilen âyetlere baktığımızda bunların bir kısmının kabir azabına
delâletinin kuvvetli, diğerlerinin ise zayıf olduğu görülmüştür. Dolayısıyla
yukarıda verdiğimiz âyetlerden anlaşılacağı gibi, Kur’ân’ın kabir azabına işaret
ettiği; müfessirlerin çoğunluğunun ise ilgili âyetlerde geçen “azap”
ifadelerini “kabir azabı” olarak yorumladıkları ortaya çıkmaktadır. Ancak bu
konuda verdiğimiz âyetlerin bunlardan ibaret olmadığını, daha başka âyetlerin
de konuya ışık tuttuğunu söyleyebiliriz.
VII-Hadislerde
Kabir Azabı Olgusu
Kabir azabı konusu, Kur’ân-ı
Kerim’e dayandığı gibi, daha detaylı bir şekilde hadislerde yer almaktadır.
Doğal olarak bütün meseleler, Kur’ân-ı Ke-rim’de külli, mücmel ve muhtasar
olarak geçmektedir. Hadisler ise, bu meseleleri daha geniş bir şekilde izah
etmekte, uygulanması gereken meselelerin de pratiğini göstermektedir. Kabir
azabı konusunda pek çok hadis nakledildiği için konuyla ilgili müstakil
kitaplar da kaleme alınmıştır. Bu hadislerin sıhhat durumlarına bakıldığında
ise, bunların sağlam hadisler olduğu müşahede edilmekte ve özellikle başta Kütüb-i
Sitte olmak üzere pek çok hadis kaynağında yer almaktadırlar.
Örneğin en meşhurları için
bk., Kurtubî, "Et-Tezkire bi Ahvâli'l-Mevtâ ve Umûri'l-Ahire";
Suyutî, “Şerhu’s-Sudur Bi Şerhi Hali’l-Mevta Ve’l Kubur”. - Oğan, agt., sh., 5.
- Bk., Özdemir, Veysel, Kabir Azâbı ile İlgili Bazı Hadîslerin İsnadları
Üzerine Bir İnce-leme, EKEV Akademi Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2014, cilt:
XVIII, sayı: 59, s. 265-330. - Özdemir, Veysel, Kabir Azâbı ile İlgili Bazı
Hadîslerin Metin ve İçerikleri Üzerine Bir İnce-leme, Bingöl Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi, 2014, cilt: II, sayı: 3, s. 55-123.
Bu konudaki yapılan bir tez
çalışmasında konuyla ilgili incelenen hadislerin hiçbirisinin “uydurma
olmadığı” sonucuna varılmıştır. Zira Kütüb-i Tis’a’da, kabir azabının
olacağından bahseden on dokuz tane rivayet tespit edilmiş, bunlardan on beş
tanesinin “sahih” iki tanesinin “hasen sahih”, bir tanesinin “hasen garip”, bir
tanesinin ise “garip” olduğu sonucuna varılmıştır. Bir makale çalışmasında da
bu tür hadîslerin, sened sayısına göre meşhur, hatta ma’nen mü-tevâtire yakın
olduğu ifade edilmektedir. Yani bu hadîslerin içerdiği anlamın manevi tevâtüre
yakın olduğu söylenebilmektedir. İsnâdları bakımından incelemeye tabi tutulan
üç hadîsin genel olarak isnâd yönünden sahîh olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Sonuç
itibariyle isnâdları bakımından sahîh olan bu hadîsle-rin metin ve içerik
bakımından da sahîh olduğu kanaatine varılmıştır.
VIII-Kabir
Azabının Varlığı
Şimdi de bu hadislerin
bazılarını vermek suretiyle kabir azabının sağlam delillere dayandığını görmüş
olacağız. Hz. Âişe kabir azâbının olup olmadığını Resûl-i Ekrem’e sorduğunu,
onun da “Evet, kabir azâbı haktır” buyurduğunu ve kıldığı her namazda kabir
azâbından Allah’a sığındığını söylemektedir.
Hz. Osman bir kabre baktığı
zaman sakalları ıslanıncaya kadar ağlar, sonra da Resûlullah (sav.)’in, kabri
âhiret yolculuğunun ilk menzili olarak kabul ettiğini, bura-dan kurtulan kimse
için sonrasının daha kolay olacağını, buradan kurtulamayan için de sonrasının
daha çetin olacağını belirttiğini söylerdi. "Kabir, ahiret yolculuğunun
ilk konağıdır. Bu kolay olursa sonrakiler daha kolay, zor olursa sonrakiler
daha çetin olur." hadisi bir gösterge olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Osman’dan sahih bir
isnat ile rivâyet edilen şu hadis de kabir suâline açıkça delalet etmektedir.
Allah Resulü, bir cenazeyi defnetme işini bitirince kabrin başında durarak
şöyle buyurmuşlardır: “Kardeşiniz için istiğfar edin ve imanında sebat
göstermesi için Allah’a niyazda bulunun. Çünkü o, şu anda sorguya
çekilmektedir.” Hz. Peygamber’in “Muhakkak ki bu ümmet kabirlerinde imtihana
çekiliyor…” dediğini çok sayıda sahabe rivâyet etmişlerdir. Kabir sualinin
varlığına, mana yönünden tevatür derecesine varan rivayetler delalet
etmektedir. Hz. Peygamber, “Müslüman kabirde sorguya çekildiği zaman, Allah’dan
başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın resûlü olduğuna şehâdet eder.
İşte bu şehâdet, Kur’ân-ı Kerîm’deki ‘Allah, kendisine iman edenleri hem
dünyada hem de âhirette sağlamlaştırır.’ âyetinin delâlet ettiği mânâdır.” buyurmuştur.
57 Nesâî, Sehv 64. - Ahmed
b. Hanbel, Müsned, I, 63. - Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 63. - Ebû Dâvud,
Cenâiz, 72. - Müslim, Cenâiz, 17; Nesâî, Cenâiz, 115; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
III, 3-4. - İbrahim, 14/27. - Buhari, Tefsir, 27, Cenâiz, 85, 87; Müslim,
Cennet, 17, 51, 73; Ebû Dâvûd, Sünnet, 27. - Buhari, Tefsir, 27, Cenâiz, 85;
Müslim, Kitâbu’l-cennet ve sıfatü naîmühe, 17; İbn Mâce, Zühd, 32;Nesâî,
Cenâiz,114; Ebu Davud, sünnet, 27. - Çakan, İ .L.-Kandemir, M.Y.-Küçük, Küçük,
K., Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Erkam Yay., İst., 1997, VI, 248.
Berâ b. Âzib’den
nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, iman
edenleri dünya hayatında ve Âhiret’te sabit bir sözle sabit kılar.” âyeti kabir
azabı hakkında nâzil olmuştur. Kendisine (kula): “Rabbin kimdir?” denilir.
Bunun üzerine kul: “Rabbim Allah; Peygamberim de Hz. Muhammed’dir. (sav.) der.
Buna “Allah, iman edenleri dünya hayatında ve Âhiret’te sabit bir sözle sabit
kılar.” âyeti delildir.” Dolayısıyla kabir azâbı, Allah’ın buyruklarına uymayan
insanın ölümünden kıyamete kadar geçecek olan uzun bekleyiş safhasında göreceği
bir tür işkencedir. Mâhiyetini tam olarak bilemediğimiz bu azâba tâbi tutulmak
için insanın mutlaka kabirde bulunması da gerekmemektedir.
Pek çok âlim, “dünya
hayatındaki sâbit kılma” nın kabir sualiyle alakalı olduğu görüşünü nakleder.
Cenâb-ı Hak, âhirette de aynı şekilde mü’minleri sâbit kılacak ve hesapları
kolay olacaktır. Beğavî (ö. 516/1122) yukarıdaki ayette geçen ifadeyi “ölümden
önce ve kabirde sâbit kılar.” diye tefsir ettikten sonra “Bu, ehl-i tefsirin
çoğunluğunun görüşüdür” der. Âyet-i kerime kabir sualiyle ilgili sarih olmasa
da sahih senetlerle gelen hadis-i şerifler onu tefsir etmekte, kabir sualiyle
alakalı olduğunu beyan etmektedir. Dolayısıyla müfessirlerin çoğunluğu da bu
görüşü tercih etmişlerdir.
66 Beğavî, Ebû Muhammed
Huseyn b. Mes’ûd, Muhyi’s-Sünne, Meâlimü’t-Tenzîl fî tefsiri’l-Kur’ân, thk.
Muhammed Abdullah en-Nemr ve diğerleri, Dâru’t-Taybe, 1997, IV, 349. - Kaya,
agm, s. 167. - Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 259. Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 55, 98; Nesâi, es-Sünenu’l
Müctebâ, IV, 100; İbn Hıbban, Sı-hah, VII, 379; Beyhaki, Şuabü’l-İman, I, 358. -
Buhari, Cenâiz, 87, Vudû, 54, 55, Müslim, Taharet, 34.
IX-Kabir
Azabına Dair Örnekler
Kabir azabıyla ilgili olarak
Hz. Peygamber’den gelen hadislerin sayısının oldukça çok olduğunu
söyleyebiliriz. Biz bunların sadece bir kısmına yer vereceğiz.
Enes
b. Malik (ra.) şöyle demiştir: “Bir gün Hz. Peygamber
(sav) Bilal’le birlikte Bâki mezarlığında yürürlerken Rasülullah Bilal’e: “Ey
Bilal benim duyduğumu duymuyor musun? diye sordu. Bilal: “Hayır duymuyorum Vallahi
Ey Allah’ın Rasülü!” deyince Rasülullah: “Duymuyor musun? Şu kabirlerin
sahipleri (kabrin içindekiler) - yani Cahiliyyede ölmüş kişiler – azap
olunuyorlar.” Başka bir hadis de şöyledir: “Muhakkak kabrin öyle bir sıkması
vardır ki, eğer ondan kurtulacak biri olsaydı Sa’d b. Muaz kurtulurdu.”
İbn
Abbas (ra.) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sav) iki tane kabre
rastladı ve şöyle buyurdu: “Bunların (bu iki kabrin içinde yatan ölüler) ikisi
de azap görüyorlar. Bunlar büyük günahtan dolayı azap görmüyorlar. Şu kabrin
sahibi koğuculuk yapıyordu. (İnsanlar arasında söz taşıyordu) Diğeri ise küçük
abdestinden korunmuyordu.” İbn Abbas dedi ki: Sonra Allah Rasülü bir yaş dal
alıp ikiye böldü ve bunları kabirlerin üzerine dikti. (Orada bulunanlar)
dediler ki: “Ey Al-lah’ın Rasülü bunu niye yaptın.?” Hz. Peygamber (sav) de:
“Ümit edilir ki, bunlar kurumadıkça onların azapları hafifletilir.” buyurmuştur.
Başka hadislerde de şöyle
buyurmuştur: “Kabir azabının çoğu bevldendir.” “Ölü kabrinde, kendisine nevha
yapılmasından (bir takım iyiliklerini sayarak sesli ağlanmasından) dolayı azap
görür.”
71 İbn Mâce, Taharet, 26;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 389. - Buhari, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 9. -
Nûr sûresi 24/15. - Çakan, İ .L.-Kandemir, M.Y.-Küçük, Küçük, K., age., VI,
487. - Özdemir, Veysel, Kabir Azâbı ile İlgili Bazı Hadîslerin Metin ve
İçerikleri Üzerine Bir İnce-leme, s. 57. - Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 225.
Peygamber Efendimiz'in,
kabirlerinde azâb gören o iki kişi hakkında "Azâb görmeleri büyük bir
günah sebebiyle de değil." buyurması, "onlara göre büyük
olmayan" demektir. Yoksa gerçekten "büyük bir suç olmayan" demek
değildir. Esasen Peygamber Efendimiz de "Evet, aslında günahları büyüktür."
buyurmak suretiyle durumu açıklamış bulunmaktadır. Nitekim işledikleri
günahları ve hataları önemsemeyen, basite alan ve küçük gören çok insan vardır.
Hadisimizdeki iki kişinin de bir anlamda, söz ile idrar damlacıkları arasında
bir ilgi kurarak, "Bir iki söz değil mi, bir iki damlacık değil mi ne
çıkar bundan." anlayışı içinde davrananlardan olduklarına işaret
edilmektedir. Hatasını küçük görme hâlet-i rûhi-yesine Hz. Aîşe vâlidemize
iftira edilmesi olayı dolayısıyla yüce kitabımızda şöyle işaret buyurulur: "Siz
önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük bir
suçtur." Hadisi bu çerçevede anlamak gerekir.
Târih boyunca birçok âlim,
idrardan sakındırma, gıybet ve koğuculuğun büyük günah oluşu gibi konularda
kabir azâbı ile ilgili rivâyetleri delil olarak kullanmıştır. Ne var ki, son
zamanlarda dini nasları, özellikle de hadisleri sistemsiz ve disiplinsiz bir
şekilde önce akıl süzgecinden geçirme, bir başka deyişle hadisleri kabul veya
red konusunda aklı esas alma düşüncesindeki bazı kimseler bu gibi hadisleri,
akla uygun olmadıkları ve mantık dışı oldukları gerekçesiyle reddetmektedirler.
Hadis tenkidinde elbette akıl kriteri de vardır ancak, önem sırasına göre
öncelikli olanların ihmal edilmesi ayrıca bir usul hatası olarak ortada
durmaktadır.
Hz. Peygamber (sav), Beni
Neccar bahçelerinden birinde bulunan müşrik kabirlerinin yanından geçerken azap
sesini duyunca, yanındakilere kabir azabından Allah’a sığınmalarını tavsiye
etmişti. Onlardan birisinin: “Ya Resûlallah, onlar kabirlerinde azap mı olunuyorlar?”
diye sorması üzerine de şöyle cevap vermiştir: “Evet, onlar kabirlerinde öyle
bir azapla azap olunuyorlar ki, (onların azabın şiddetinden attıkları
çığlıkları) hayvanlar işitir.” Burada Resûlullah’ın işittiği ve hayvanların da
işiteceğini söylediği azap sesi, kabrinde azap görmekte olan kişinin
feryadıdır. Nitekim bir hadisinde Peygamberimiz (sav) kabir sualini anlattıktan
sonra, kâfir ve münafıklar cevap veremeyince onlara yapılan azabı şöyle
anlatır: “...Sonra demirden bir tokmakla ensesine öyle bir vurulur ve kâfir
yahut münafık öyle bir bağırır ki, insan ve cinden başka, ona yakın olan her
şey onun feryadını işitir.” “Kabrinde kâfire doksan dokuz tinîn (ejderha)
saldırtılır ve kıyamet gününe kadar onu ısırırlar ve sokar-lar…” Diğer bir
hadiste ise bu vuruşla o kişinin toprak olacağı ve ruhu tekrar kendisine iade
edilerek azaba devam edileceği bildirilmiştir.
77 Buhari, Cenaiz 66, 85. -
Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 38, VI, 353; Dârimî, Rikak, 94. - Ebu Davud, Sünnet,
27. - Bk., Buhârî, Cenâiz, 88; Vudu, 57, Cenaiz 116; Ahmet b. Hanbel, Müsned,
I, 225; İbn Mâce, Sadâkât, 12; Buhârî, Cenâiz, 33; Müslim, Cenâiz, 9; Buhârî,
Cenâiz, 92, Ta’bir, 48. - Oğan, agt., sh., 27. - Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,
287-288, 295-296. - Buhari, Cenâiz, 86, 88; Müslim, Cennet, 17, 65–66; Nesâi,
Cenâiz, 109-110, 116; Tirmizî, Cenâiz, 71; Ebu Davud, Sünnet, 27; İbn Mâce,
Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 3-4, IV, 287–288; Malik, Muvatta,
Cenâiz, 16. - Müslim, Cennet, 17; Nesâi, Cenâiz, 109–110; Ahmed b. Hanbel, Müsned,
III, 3-4. - Buhari, Salât, 72, Cenâiz, 65; Müslim, Cenâiz, 4, 23; Ebu Davud,
Cenâiz, 17; Ahmed b. Han-bel, Müsned, II, 388, VI, 297.
Kısaca diyebiliriz ki,
kabirde kâfir, müşrik ve münafıklar azap göreceği gibi, mü’minlerden günahkâr
olan bazıları da azap görecektir. Gıybet
ve koğuculuk yapmak, borçlu olarak ölmek, ölüye yüksek sesle ağlamak, yalan
söylemek, zina etmek, faiz yemek, Kur’an’la amel etmemek, içki içmek gibi
fiillerin de kabir azabına sebep teşkil ettiğini yine hadisler bildirmektedir.
Bu bağlamda kabir azabı konusunda ümmetini uyaran Hz. Peygamber, aynı zamanda
müminleri kabir nimeti ile de müjdelemiştir. Kabir bazı insanlar için azap
yurdu olduğu gibi bazı insanlar içinse nimet yurdu olacaktır. Kabir nimetinin
varlığı, buna delalet eden ayetler ve mana yönünden tevatür derecesine varan
hadislerle sabittir.
XII-Kabirdeki
Nimetler
Hadislerden anlaşıldığına
göre, kabirdeki nimetlerin başlıca kısımları şunlardır:
Müminin ruhunun rahmet
melekleri tarafından yedi kat semaya yükseltilmesi, Kabirde müminlere
Cennet’teki makamlarının gösterilmesi, Kabrin genişletilmesi, Kabrin
aydınlatılması, Kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe haline getirilmesidir.
Nitekim, Ebû Hureyre’nin
rivâyet ettiği bir hadiste Hz. Pey-gamber (sav) kabir nimeti ile ilgili olarak
şunları bildirmiştir: “Mü’min kabrinde bir bahçe içerisinde hoşça karşılanır ve
on dördündeki ay gibi etrafına ışık saçar.” “Âdemoğluna kabrinde sabah-akşam
cennet veya cehennemdeki yeri arz edilir.”
Dolayısıyla Hz. Peygamber, “Kabir
ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurarak
kabir hayatının iki yönünden bahsetmektedirler.
Tirmizî, Kıyamet, 27. - Buhari,
Cenâiz, 88; Müslim, Cennet, 17; Tirmizî, Cenâiz, 71; İbn Mâce, Zühd, 32; Nesâi,
Cenâiz, 116; Ahmed b. Hanbel, II, 59; Malik b. Enes, Muvatta, Cenâiz, 16,
Dâru’l-Hadis, Ka-hire 2004. - Tirmizî, Kıyâmet 26. - İbn Mace,
"Cenaiz", 61. - Oğan, agt., sh., 23.
Kısaca, kişinin dini-ahlaki
durumuna göre kabirdeki konumunun farklı olacağını bildirmiş; bir diğerinde
"Kim garip (veya hasta) olarak ölürse şehit olarak ölmüş ve kabrin
fitnelerinden korunmuştur. Rızkı sabah-akşam cennetten getirilir ve güzel
kokularla kokulandırılır."
Kabir azabıyla ilgili olarak
kısaca şu görüşlere yer verebiliriz:
a)-Kabirdeki azabın
olacağına inanırız ancak onun keyfiyetiyle meşgul olmayız ve keyfiyetini
bilemeyiz. Selef-i Salihin ve bazı âlimler bu görüştedir.
b)-Ehl-i Sünnet ve
çoğunluğun görüşü: Kabirdeki azab ruhla bedenin her ikisine birlikte olacaktır.
Bu mümkün olan şeylerdendir, bunda hiçbir imkânsızlık yoktur. İlgili nasların
zahirinden de bu anlaşılır.
c)- Kabirdeki azabı sadece
ruh hissedecektir. İslam âlimlerinden küçük bir topluluk bu görüştedir.
d)- Kabirdeki azabı sadece
beden hissedecektir. Bu da, küçük bir grubun görüşüdür.
X-Sorgu
Melekleri
Ehl-i Sünnet’e göre kabirde
Münker-Nekir sorgusu haktır. Ölen kimse kabre konulduğu zaman ilk karşılaşacağı
şey Münker ve Nekir isimli iki meleğin sorularıdır.
Bu iki melek ölen kişiye
“Rabbin kim?” “Dinin ne?” “Peygamberin kim?” gibi sorular sorarlar. Dünyada
mü’min olarak yaşamış ve iman üzere ölmüş olanlara Allah Teâlâ, meleklerin
sorduğu soruların cevabını ilham eder ve sorulara kolayca cevap verirler. Ondan
sonra kendilerine cennet kapıları açılıp nimet ve mutluluk içinde kıyametin
kopmasını ve âhiretteki makamlarına kavuşmayı arzulayarak beklerler. Kâfir veya
münâfık olanlar ise bu sorulara cevap veremezler. Onlara da cehennem kapıları
açılır, oradaki azap kendilerine gösterilir ve o andan itibaren onlar için azap
ve ceza başlar. Kendilerine kıyametin kopmasından sonra görecekleri
cehennemdeki yerleri gösterildikçe kıyametin kopmamasını isterler. Çünkü onlar,
daha kötü bir durumla karşılaşacaklarını bilirler.
Oğan, agt., sh., 15-16. -
Tirmizî, Cenâiz, 70, - Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 287-288, 295-296. - Müslim,
Cennet, 51; Ebû Dâvûd, Sünnet, 27.
Buhârî (ö.256/869), Müslim
(ö.261/874), Nesâî (ö.303/899) ve Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) rivâyet
ettikleri hadiste, kabre konulan ölüye, iki meleğin gelip Rabbi’nin ve
peygamberinin kim olduğu hakkında soru soracakları anlatılır, Tirmizî’nin
(ö.279/874) rivâyet ettiği bir hadiste de bu meleklerin, Münker ve Nekir isimli
melekler olduğu ifade edilmektedir. Bera b. Âzip’ten rivayet edilen ve Ahmed b.
Hanbel’in Müsnedi’nde yer alan bir rivayette kabirde kişiye: “Rabbin kimdir”;
“Dinin nedir? ;”Size gönderilmiş olan kimdir? ve “Amelin nedir? şeklinde sorular
sorulacağı ve mü’minin bunlara “Rabbim Allah” ; “Dinim İslam” ; “Bize gönderilen
Hz. Muhammed’dir.(sav); “Allah’ın kitabını okudum, ona iman ettim ve onu tasdik
ettim.” şeklinde cevap vereceği haber verilmektedir.
Ebû Hureyre’den (ra)
nakledilen ve Müslim’in (ö.261/874) Sahihi ile Ebû Dâvûd’un (ö.275/888)
Süneni’nde yer alan bir hadiste Hz. Peygamber (sav), İbrahim suresinin 27.
ayetini okuduktan sonra şöyle buyurmuşlardır: “Bu, ona kabrinde, “Rabbin kim?
Dinin ne? Peygamberin kim?’ denilip de onun: ‘Rabbim Allah, dinim İslâm,
Peygamberim de Muhammed’(s.a.s.) dir. Bize Yüce Allah katından açık deliller
getirdi, ben de ona iman ettim ve onu tasdik ettim,’ dediği zamandır.”
Değişik bir hadis de Ebu
Said el-Hudri’den rivayet edildiğine göre O şöyle demiştir: “Ben Ra-sülullah
(sav) ile bir cenazede idim. Rasülullah (sav) şöyle buyurdu: “Ey insanlar,
muhakkak ki bu ümmet kabirlerinde imtihan ediliyor. İnsan kabre konulup da
arkadaşları dağılınca bir melek gelir onu oturtur ve: “Bu adam hakkında ne
dersin?” diye sorar. Eğer adam mü’min ise: “Allah’ın bir olduğuna ve
Muhammed’in O’nun kulu ve resulü olduğuna şehadet ederim” der. Bunun üzerine
melek ona: “Doğru söyledin” der. Sonra Cehennem’e bir kapı açılır ve: “Eğer
Rabbine inanmasaydın yerin burası olacaktı. Ama sen iman ettiğin için yerin
şurasıdır.” denilir ve cennete bir kapı açılır. Mü’min oraya (cennetteki
yerine) hemen varmak ister. Melek kendisine: “sakin ol” der ve kabri genişletilir.
Ölü kâfir veya münafık ise meleğin “Bu adam hakkında ne dersin?” sorusuna:
“Bilmiyorum. İnsanların bir şey dediğini duydum ve ben de söyledim” diye cevap
verir. Melek ona: “ne (O’nu) anladın; ne (O’na) uydun, ne de hidayete
erdin”der. Sonra Cennet’e bir kapı açılır ve melek ona: “Eğer Rabbine
inansaydın yerin burası olacaktı. Ama sen iman etmediğin için Allah Teâlâ o
yerini bununla değiştirdi.”der ve Cehennem’e bir kapı açılır. Sonra tokmakla
öyle bir vurulur ki, insan ve cinler hariç bütün mahlûkat onun çığlığını
işitir.”
Bk. Buhari, Cenâiz, 66, 85;
Müslim, Cennet, 17; Nesâî, Cenâiz, 109-110, 115; Ebu Davud, sünnet, 27; Ahmed
b. Hanbel,, Müsned, III, 3-4, 126, 233-234, 346, IV, 352-353. - Müslim, Cennet,
17; Tirmizî, Cenâiz, 71; İbn Mâce, Zühd, 32; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 3-4.
- Müslim, Cenâiz, 26; Ebû Dâvud, Salât, 184; Nesâî, Salât, 64; İbn Mâce, İkâme,
26.
Yukarıdaki hadisin değişik
bir versiyonu da şöyledir: “Ölü (ya da sizden biriniz) defnedildiği zaman ona
siyah ve mavi gözlü ki bunlardan birisine Mün-ker diğerine Nekir denir iki
melek gelir ve derler ki: ‘Bu adam hakkında ne derdin’? Bunun üzerine o kimse
(ölmeden önce) söylediğini aynen söyler ve: ‘O, Allah’ın kulu ve Rasülüdür. Ben
şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve
elçisidir’ der. Melekler: “Biz senin bunu söylediğini biliyorduk.” derler ve
kabri yetmiş arşın kare genişletilerek içi nurla doldurulur ve ona “uyu” denir.
O kimse: ‘Aileme döneyim ve onlara haber vereyim mi’ der. Bunun üzerine onlar:
‘Uyu! Düğün gecesinde güveyin uyuduğu gibi uyu! Çünkü onu uykusundan ancak
ailesinden en çok sevdiği kimse uyandırır’ derler. O kişi, Allah onu o
yatağından mahşere kaldırıncaya kadar (rahat rahat) uyur. Eğer o kimse münafık
ise (soruya): “İnsanların (ona peygamber) dediklerini işittim ve ben de aynı
şeyi söyledim, (doğru mudur) bilmiyorum” diye cevap verir. Melekler: ‘Biz senin
bunu söylediğini biliyorduk’ derler. Ardından toprağa: ‘Çullan onun üzerine’
denilir. Toprak onun üzerine çullanır; (bu sıkma neticesinde) kaburga kemikleri
birbirine geçer. Allah onu yattığı yerden kaldırıncaya (mahşer için
diriltinceye) kadar kabrinde azab görmeye devam eder.”
Dikkat edilirse değişik
rivayetlerin sorgu melekleriyle ilgili olarak birbirini desteklemesi yanında
birbirlerini açıklamakta, izah etmekte ve neticede mesele daha da vuzuha
kavuşmaktadır.
XI-Kabir
Azabından Allah’a Sığınma
Yukarıda kabir azabının
varlığını ispatlayan hadislerden sonra kabir azabından Allah’a sığınılması
konusunda da bazı hadisler söz konusudur. Çünkü Peygamberimiz kabir azabından
Allah’a sığındığı gibi, ümmetinin de Allah’a sı-ğınmasını istemiştir: “Sizden
biriniz namazı bitirdiği zaman şu dört şeyden Allah’a sığınsın: Cehennem
azabından, kabir azabından, ölü ve dirilerin şerrinden ve Mesih Dec-cal’ın
şerrinden.” Hz. Osman diyor ki: “Resulullah (sav) ölüyü defnetme işini
bitirince kabrin yanında durup şöyle derdi: “Kardeşiniz için istiğfar edin
(Allah’tan affını isteyin) ve (imanda) sebat göstermesi için (Allah’a) niyazda
bulunun. Çünkü şu anda o sorguya çekilmektedir.” Böylece Hz. Peygamber (sav) “Allahım,
cehennem azabından Sana sığınırım. Ve kabir azabından Sana sığınırım. Ve yine
Mesih Deccalin fitnesinden de Sana sığınırım.” şeklinde dua ederek kabir
azabından Allah’a sığınmış ve ashâba da Allah’a sığınmalarını söylemiştir.
Ebu Davud, Cenâiz, 73. -
Buhari, Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 26; Ebu Davud, Edeb, 110; Nesâi, Cenâiz,
115. - Müslim, Cennet, 17. - Müslim, Cennet, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,
296. - Buhari, Cenâiz, 86, Müslim, Mesâcid, 25; - Müslim, Cenâiz, 26; İbn Mâce,
Cenâiz, 23; Ebu Davud, Cenâiz, 60; Nesâî, Cenâiz, 77. - Çakan, İ .L.-Kandemir,
M.Y.-Küçük, Küçük, K., age., VI, 245. - Müslim, Cenâiz, 26; Nesâî, Cenâiz, 77
Hz. Peygamber (sav), “Eğer
ölülerinizi defnetmemeniz endişesi olmasaydı, kabir azabından (bir kısmını)
sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a dua ederdim.” buyurmuş, yine muhtelif
zamanlarda ashabına, “Kabir azabından Allah’a sığınınız.” diye emretmiş ve
bizzat kendisi de kabir azabından Allah’a sığınmıştır.
“Ey Allahım! Muhakkak ki ben
kabir azabından, cehennem azabından, diri ve ölülerin fitnesinden ve Mesih
Deccâl’in fitnesinden sana sığınırım.” “…Allahım onu kabir fitnesinden
(imtihanından) ve cehennem azabından koru.” şeklinde niyazda bulunurdu.
Kabir fitnesi, Peygamber aleyhisselâm’ın
Allah’a sığındığı tehlikelerden biridir. Meleklerin ölen herkesi sorguya
çekmesiyle başlayan kabir hayatı, iyi kullar için huzur ikliminin başladığı,
dünyadaki görevini gerektiği gibi yapmayanlar için de sıkıntıların başlayıp
devam ettiği bir başka âlemdir.
Hz. Peygamber (sav),
kabirdeki kişilere nasıl dua edileceğini de bizlere öğretmiştir:
Cübeyr b. Nüfeyr’in
anlattığına göre Avf b. Mâlik, Hz. Peygamber’in (sav) bir cenazede (yaptığı)
duasını ezberlediğini ve O’nun şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Allahım! Onu
bağışla! Ona merhamet et! Ona afiyet ver! Onu affet! Onun evini (kabrini) güzel
yap ve genişlet! Onu yağmur, kar ve dolu ile yıka! Kirlerden beyaz elbiseyi
temizlediğin gibi onu da hatalarından temizle! …Onu cennete girdir! Onu kabir
azabından (ya da cehennem azabından) koru!”
Kısaca diyebiliriz ki, Hz.
Peygamber, kabir azabının varlığını, sorgu-sualin olacağını bildirdikten sonra
da bu azabdan kendisi bizzat Allah’a sığınmakta ve ümmetine de Allah’a
sığınılmasını öğütlemektedir. Kabirdekiler için nasıl dua edileceğini de
bizlere öğretmektedir.
XIII-Âlimlerin
Kabir Azabıyla İlgili Görüşleri
Şimdi de İslam âlimlerinin
konuyla ilgili görüşlerini biraz daha detaya girmek suretiyle vermek istiyoruz.
Öncelikle şunu tekrar edelim ki, Ehl-i Sünnet âlimleri, kabirde sual, azap ve
nimetin olacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Nitekim İmam-ı Âzam (ö. 150/767)
el-Fıkhu’l Ekber isimli eserinde “Kabirde Münker ve Nekir’in sualleri, kabirde
ruhun cesede iade edilmesi, bütün kâfirler ve asi mü’minler için kabir
sıkıntısı ve azabı haktır.” demektedir. İmam el-Cüveynî (ö. 478/1085): “Ümmetin
selefi, kabir azabını ispatta, kabirlerinde ölülerin diriltilmesinde ve
ruhlarının cesetlerine reddolunmasında ittifak etmişlerdir.” demiştir. Bu
husustaki hadislerden bazılarında ruhun cesede iade edileceği açıkça
zikredildiği gibi, bu hadislerin çoğunda ölünün, kendisini kabre koyanların
geri dönüşlerinde ayak seslerini işiteceği, oturtulacağı da delil olarak
zikredilmektedir.
Öz, Mustafa, “el-Fıkhu’l
Ekber”, İmam-ı Â’zam’ın Beş Eseri, 3. Baskı, İFAV Yay., İst. 2002, sh., 59. - Gölcük,
Şerafettin, Toprak, Süleyman, Kelâm Tarih Ekoller Problemler, 5. Baskı, Tekin,
Kita-bevi, Konya 2001, sh., 450; Cürcânî, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, Şerhu’l
Mevâkıf, Matba-ayı Amire, İstanbul 1311, III, 243. - Ebû Dâvud, Sünnet, 27;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 287-288. - Buhârî, Cenâiz, 66; Müslim, Cennet, 17;
Ebû Dâvud, Sünnet, 27. - Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf b. Ali b. Yûsuf b. Hayyân
Esîruddîn el-Endelüsî, el-Bahru’l-muhît fi’t-tefsîr thk. Sıdkî Muhammed Cemîl,
Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1420, I, 211. -Toprak, age., s. 279-280.
Kabir azabının varlığını
kabul edenler aynı zamanda keyfiyetinde ihtilâf ederek ikiye ayrılmış, Ehl-i
Sünnet “Kâfir ve affedilmediği takdirde fâsık olan meyyit dirilir ve kabrinde
azap görür.” derken, Kerrâmiye “Bunlar ölü oldukları halde azap görürler.”
demiştir. Mutezile mezhebinden bir kısım âlimler ise, kabir azabını inkâr
etmişlerdir.
Ruhun cesedine döneceğine
dair ileri sürülen bu konuda dört görüş karşımıza çıkmaktadır:
Birincisine göre ruh,
kabirde cesede girecektir.
İkincisine göre cesetten
ayrılan ruh, kabirde değil, ancak kıyamette bedene girecektir.
Üçüncü görüşe göre, cesetten
ayrılan ruh, artık hiçbir zaman cesede girmeyecektir.
Dördüncü görüşte ise, ruh
cesede girmekle beraber, suâl ruhsuz cesede olacaktır ve ruhsuz olan cesette
Allah suâllere cevap verme kudretini yaratacaktır.
İslâm ümmeti içerisindeki
genel kanaat, ölümden sonra kabirde ruhun tekrar bedene döneceği, sorgulamanın
ve azab ile nimetin ruh-beden bütünlüğüne yönelik olacağı şeklindedir. Çünkü
ruh-beden ayrılığı, hayatın olmaması anlamına gelir. Hâlbuki kabirde bir hayat
vardır ve bu da ancak ruhun beden ile irtibatı şeklinde gerçekleşir. Ölüyü
hareketsiz görmemiz, suali duymamamız buna engel olmaz. Zira uykuda olan kimse
de görünüşte sakin, fakat içinde, uyandığı zaman bile duyabileceği lezzet ve
elemi tadar.
Karadaş Cağfer, İslâm
Düşüncesinde Âhiret, Emin Yay., Bursa 2008, s. 89. - İbn Kayyim,el-Cevzîyye, Kitabu’r-Ruh,
Çev. Şaban Haklı, 2. Baskı, İz Yay., İstanbul, 2003, s. 73. - Hacc, 22/7. - Toprak,
age., s. 281; Florida Kulla, Kabir hayatı ve Arnavutluk'ta âhiret, Uludağ
Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
/ Kelam Bilim Dalı, 2008, Bursa, s. 69. - Gazali, Dalâletten Hidâyete, Haz.
Ahmet Subhi Fırat, İst. 1978, s. 55. - Durusoy, Ali, “İbn Sina/ Felsefesi”, DİA,
İst. 1998, XX, 325-326.
Âlimlerin bir kısmına göre,
kabirde ruh, cesede, bizim kavrayamayacağımız bir tarzda dönecek ve cesetle
beraber azab çekecek veya nimet görecektir. Ruh olmadan sadece bedenin sorguya
çekileceği bazılarınca ifade edilmişse de çoğunluk buna kaşı çıkmıştır. Buna
mukabil bazıları da: “İbn Mürre ve İbn Hazm’ın söylediği ifade edilen, sualin
yalnızca ruh için olmasını doğru saymamakta, sahih hadislerin bunu reddettiğini
söylemektedirler. Onların iddialarına göre, “Eğer sorgulama, sadece ruh içinse
ruhun, kabirde bulunmasının hiçbir anlamı yoktur.” Ehl-i Sünnet’e göre ölü,
suâli anlayacak ve cevap vermeye güç yetirecek ve yine kabirdeki azabın
acısını, nimetin de zevkini duyacak kadar bir hayat ile diriltilir. Kur’ân’da “Muhakkak
Allah kabirlerde olan (kimse) leri diriltecektir” buyurulmuştur ki,
kabirdekileri kıyamet günü diriltmeye kadir olan Allah Teâlâ, onları suâl, ceza
ve nimet için de, bunları hissedecek derecede bir hayat ile kabirlerinde
diriltmeye de kadirdir.
İslâm filozoflarına göre
ise, bedenlerden ayrılan ruhların artık bir daha ne kabirde, ne de kıyamette
bedenlerine dönmeyecek ve ölümden sonraki haller sadece ruhî olacaktır. Felsefecilerden
İbn Sina ise bedenin ölümü ile birlikte ruhun da öleceğini bildirir. Ona göre
gerçek anlamda ölümsüz olan insanın nefsidir. İnsan nefsi, akl-i sânî olan
nefs-i küllîden kopup geldiğinden, bedenin ve ruhun ölümü ile birlikte tekrar
geldiği yere döner ve gerçek kaynağına katılır. Çünkü bu dünya ve ceset, nefs
için zulmet diyarıdır, hâlbuki nefsin gerçek yeri nurlar âlemidir ki, zaten
nefs oradan buraya kopup gelmiştir.
İbn Teymiyye’ye göre,
sorgulama anında ruhun bedene döneceğine müte-vatir sahih hadisler delalet
etmektedir. Kabirde ruhun cesede dönmesi, dünyada ona dönmesi gibi değildir.
Şüphesiz her yerin kendine göre hükümleri vardır. İbn Kayyim, ruhların
kabirlerde cesetlerine döneceğini bildiren bazı hadislerin zahirine dayanarak,
öldükten sonra ruhun, kabirde cesede döneceğini, fakat bu dönüşünün, dünyadaki
gibi bedene hayat vermesi şeklinde olmayacağını söylemektedir. Ona göre ruhun,
bedenle beş türlü irtibatı vardır. Kabirde ruhun cesetle irtibatı, uykuda
bedenle irtibatına benzer. Kabirde ruhun bedene dönmesi, bedenle bizim fark
edemeyeceğimiz biçimde bir irtibat kurmasıdır. İbn Kayyim, bu görüşünü, ruhun bedene
döneceğine dair naklettiği uzun bir hadise dayandırıyor.
İbn Teymiyye, Ehl-i Sünnet
Akaidi, Çev. Muhammed Fatih el-Murabit, Tevhid Yay., İstanbul 1998, s. 488. - İbn
Kayyım el-Cevzîyye, a.g.e., s. 64-65.
Sonuç
Kabir azabının varlığı konusu,
günümüzde tartışılan konulardan birisidir. Daha önceden ehl-i sünnet
âlimlerinin reddetmediği, kabullendiği pek çok mesele günümüzde bazıları
tarafından çok basit gerekçelerle inkâr edilmektedir. Bu konularla ilgili
sağlam hadisler inkâr edilince mezkûr konuyu reddetmek de daha bir
kolaylaşmaktadır. Konuyla ilgili delil mahiyetinde gelen ayetler de kendi
istekleri doğrultusunda yorumlanmak suretiyle adeta devre dışı bırakılmaktadır.
Burada akılcılığın devreye sokulması da ayrı bir sorundur. Nitekim konu, akıl
alanına giren bir konu olmadığı için bu konuda akıl yürütmek yerine gelen
naslara göre hareket edilmesi elzemdir. Dolayısıyla sadece delil olarak konuyla
ilgili ayet-i kerimeler esas alınmış olsa bile kabir azabının reddedilmesi
mümkün değildir. Bu tür insanlar, önce bir fikre sahip oluyorlar, daha sonra da
o fikre göre nassları ya reddediyor veya istedikleri gibi tevil edebiliyorlar.
Halbuki önce ilmi tetkikler yapıldıktan sonra fikir sahibi olunması elzemdir.
Kabir azabı, kabir hayatının
bir parçasıdır. Varlığı konusunda ehl-i sünnet âlimleri arasında ittifak
vardır. Kabir azâbının olmadığı ya da sadece kâfirler için söz konusu
olabileceği konusunda, Mûtezile ve Hâricîler’den çok az sayıda kimse görüş
beyan etmişse de, Ehl-i sünnet ve anılan mezheblerin büyük çoğunluğu kabir
azâbının varlığı hususunda görüş birliği içindedirler. Ancak onun keyfiyeti tam
olarak bilinemez. Ehl-i Sünnet ve çoğunluğun görüşü: Kabirdeki azap ruhla
bedenin her ikisine birlikte olacaktır. Bu mümkün olan şeylerdendir.
Kabirdeki azabın sadece
ruhun veya sadece bedenin hissedeceğini söyleyenler azınlığı teşkil etmektedir.
Kabir hayatıyla ilgili
yapılmış bir yüksek lisans tezinde ulaşılan sonuç şöyle açıklanmaktadır:
Kütüb-i Tis’a içerisinde kabir hayatıyla ilgili olarak mükerrerlerle birlikte
79, mükerrerlerin dışında ise 63 rivayet tespit edilmiştir. Bu 63 rivayetten
elli tanesinin “sahih”; dört tanesinin “hasen”; dört tanesinin “hasen sahih”;
iki tanesinin “hasen garip”; bir tanesinin “hasen li gayrihi”; bir tanesinin
“garip”; bir tanesinin ise “zayıf” olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca bu çalışma sonunda
şu sonuçlara ulaşılmıştır:
a)- Kabir hayatının varlığı,
Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabittir.
b)- Kabir hayatıyla ilgili
konulara yedi ayette işaret edilmekte; bu âlemle ilgili ayrıntılı bilgiler ise
hadislerde yer almaktadır.
c)- Ehl-i Sünnet âlimleri,
kabirde sual, azap ve nimetin olacağı hususunda ittifak etmişlerdir.
d)- Kabir sualiyle ilgili
rivayetler, mana yönünden tevatür derecesindedir.
e)- Cumhura göre, kabirde
sorgulama; azap ve nimet, ruh-beden bütünlüğüne yönelik olacaktır. İslâm
filozoflarına göre ise bu durum sadece ruha yönelik olacaktır.
h)- Ölü için yapılan iyilik
ve yardımlardan ölü istifade edecektir.
Oğan, agt., s. 117-118.
Kaynakça
Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı
Yay., İst., 1982.
Beğavî, Ebû Muhammed Huseyn
b. Mes’ûd, Muhyi’s-Sünne, Meâlimü’t-Tenzîl fî tefsiri’l-Kur’ân, thk. Muhammed
Abdullah en-Nemr ve diğerleri, Dâru’t-Taybe, 1417/1997, C. IV, s. 349.
Beydâvî, el-Kâdî Nâsıruddîn
Ebû Saîd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî (v. 685/1286), Envâru’t-Tenzîl
ve esrâru’t-te’vîl (I-V), thk. Muhammed Abdurrahman el-Mer"aşlî, Beyrut:
Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, 1418, C.I, s. 114.
Buhâri, Ebü Abdiilah
Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buhari, Çağrı Yay., İst., 1982.
Cürcânî, Seyyid Şerif Ali b.
Muhammed, Şerhu’l Mevâkıf, Matbaayı Amire, İstanbul 1311, III, 243.
Çakan, İ .L.-Kandemir,
M.Y.-Küçük, Küçük, K., Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Erkam Yay., İst.,
1997.
Durusoy, Ali, “İbn Sina/
Felsefesi”, DİA, İst. 1998, XX, 325-326.
Ebû Davüd, Süleyman b.
EI-Eş'as es-Sicistani, Sünen-i Ebi Davud, Çağrı Yay., İst., 1981.
Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf
b. Ali b. Yûsuf b. Hayyân Esîruddîn el-Endelüsî, el-Bahru’l-muhît fi’t-tefsîr (I-X),
thk. Sıdkî Muhammed Cemîl, Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1420, C. I, s. 211. Günümüzde
Polemik Konusu Yapılarak Tartışılan Kabir Azabının Hadislerdeki Dayanağı 45
Florida Kulla, Kabir hayatı
ve Arnavutluk'ta âhiret, Uludağ Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü /
Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı / Kelam Bilim Dalı, 2008, Bursa, 69.
el-Hanefî, İbn Ebi’l İzz, el-Akidetü’t-Tahaviyye
ve Şerhi, Çev. M. Beşir Eryarsoy, 2. Baskı, Guraba Yay. İstanbul 2008.
Gazzali, Dalâletten
Hidâyete, Haz. Ahmet Subhi Fırat, İst. 1978.
Gazzali, İhyau 'ulumi'd-din,
Daru'ş-şa'b, yy., ts.
Gazzali, el-İktisad
fi’l-i'tikad, Daru'l-kütübi'l-ilmiyye, Beyrut, 1304/1983.
Gazzali, Kava'idu'l-akaid, Alemü'l-kütüp,
Beyrut, 1405/1985.
Gölcük, Şerafettin, Toprak,
Süleyman, Kelâm Tarih Ekoller Problemler, 5. Baskı, Tekin, Kita-bevi, Konya
2001.
Görmez, Mehmet, Sünnet ve
Hadîsin Anlaşılması ve Yorumlanmasından Metodoloji So-runu, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara, 2000.
İbn Kayyim,el-Cevzîyye, Kitabu’r-Ruh,
Çev. Şaban Haklı, 2. Baskı, İz Yay., İstanbul, 2003.
İbn Kesîr, Tefsiru Kur’âni’l
Azim, XIII/7001–7003. Çev. Bekir Karlığa- Bedrettin Çetiner, Çağrı Yay.,
İstanbul 1985.
İbn Manzur, Ebu Fadl
Cemâleddin Muhammed b. Manzur el-Mısrî, Lisanu-l Arab, VII/376-377,
Dâru’s-Sadr, I- XV, Beyrut 1990.
İbn Teymiyye, Ehl-i Sünnet
Akaidi, Çev. Muhammed Fatih el-Murabit, Tevhid Yay., İstan-bul 1998.
Izzüddîn Abdülazîz b.
Abdisselâm b. Ebi’l-Kâsım ibni’l-Hasen es-Sülemî ed-Dımeşkî, Sultânü’l-Ulemâ, Tefsîru’l-Kur’ân
(I-III), thk. Dr. Abdullah b. İbrahim el-Vehbî, Bey-rut: Dâru İbn Hazm,
1416/1996.
Karadaş Cağfer, İslâm
Düşüncesinde Âhiret, Emin Yay., Bursa 2008.
Karaman, Hayrettin ve
diğerleri; Kur’an Yolu, DİB Yay., I-V, Ankara, 2007.
Kaya, Murat, Kabir Azabıyla
İlişkilendirilen Âyetlerin Tahlil ve Değerlendirilmesi, Usûl: İslam
Araştırmaları, 2016, sayı: 25, s. 198.
Kurtubî, Ebû Abdullah
Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Ebû Bekir b. Ferah el-Ensârî el-Hazrecî, el-Câmi‘
li-ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Ahmed el-Berdûnî - İbrahim Itfeyyiş, Kâhire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısrıyye,
1384/1964.
Mâtürîdî, Muhammed b.
Muhammed b. Mahmûd, Ebû Mansûr, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, thk. Mecdî Baslûm,
Beyrut: Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, 1426/2005.
Mücâhid b. Cebr et-Tâbiî
el-Mekkî el-Kureşî el-Mahzûmî, Ebü’l-Haccâc, Tefsîru Mücâhid, thk. Dr. Muhammed
Abdüsselâm Ebu’n-Nîl, Mısır: Dâru’l-Fikri’l-İslâmi’l-Hadîs, 1410/1989.
Müslim, Ebu'I-Huseyn Müslim
b. Haccac, el-Camiu's-Sahih, thk., M.F. Abdülbaki, Daru İh-yai't
Türasi'l-Arabi, Beyrut, 1956.
Nesefî, Hafizuddin
Ebu’l-Berekât Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, Tevhidin Esasları, s. 131,
çev. Hülya Alper, İz Yay., İstanbul, 2007. 46 Saffet SANCAKLI
Uludağ, Süleyman, İslâm’da
İnanç Konuları ve İtikadi Mezhepler, 5. Baskı, Marifet Yay., İst. 2002.
Râzî, Ebû Abdullah Fahreddin
Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyn et-Teymî, et-Tefsîru’l-kebîr
(Mefâtîhu’l-ğayb) (I-XXXII), Beyrut: Dâru İhyâi’t Türâsi’l-Arabî, 1420.
Oğan, Kasım, Kabir hayatıyla
ilgili rivayetlerin tespit tahriç ve değerlendirilmesi, Yüksek Li-sans, Selçuk
Üniversitesi / Sosyal Bilimler Enstitüsü / Temel İslam Bilimleri Anabi-lim Dalı
/ Hadis Bilim Dalı, Konya, 2010.
Okuyan, Mehmet, Kur’an-
Kerim’e Göre Kabir Azabı Var mı? , Etüt Yayınları, Samsun 2007.
Öztürk, Muzaffer, “Kur’an-ı
Kerim’e Göre Kabir Azabı Yok mu?”, Çukurova Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi
Dergisi, cilt: 8, sayı:1, Ocak-Haziran 2008.
Özdemir, Veysel, Kabir Azâbı
ile İlgili Bazı Hadîslerin İsnadları Üzerine Bir İnce-leme, EKEV Akademi
Dergisi - Sosyal Bilimler -, 2014, cilt: XVIII, sayı: 59, s. 265-330.
Özdemir, Veysel, Kabir Azâbı
ile İlgili Bazı Hadîslerin Metin ve İçerikleri Üzerine Bir İn-celeme, Bingöl
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi = Bingöl University Journal of
The-ology Faculty, 2014, cilt: II, sayı: 3, s. 55-123.
Öz, Mustafa, “el-Fıkhu’l
Ekber”, İmam-ı Â’zam’ın Beş Eseri, 3. Baskı, İFAV Yay., İst. 2002.
Taberi, Muhammed b. Cerîr b.
Yezîd b. Hâlid Ebu Ca’fer, Camiu’l-Beyan An Te’vîli’l-Kur’ân, Dâru’l-Kütübi’l
İlmiye, Beyrut 1992.
Toprak, Süleyman, “Kabir/
Kelâm”, DİA, İst., XXIV, 37.
Toprak, Süleyman, Ölümden
Sonraki Hayat (Kabir Hayatı), Tekin Kitabevi, 9. Baskı, Konya 2005.
Yavuz, Yusuf Şevki, “İbn
Hazm/İtikadi Görüşleri”, DİA, İst. 1999, XX, 55.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk yorumu gönderene aittir.